top of page

Deflasyon Konusunda Mises-Rothbard Ekolü’nün Farkı

Mises-Rothbard Ekolü

Zenginliğe atılan her adım, tasarrufun neticesidir. En dâhiyane teknolojik niyetler, eğer onun kullanılması için gereken sermaye malları tasarrufu sayesinde biriktirilmemiş olsaydı, pratikte bir işe yaramayacaktı.
Ludwig von Mises

Ekonomi biliminin bilimsel bilgisine düşman olanlar ikiye ayrılır. Birinci tip, doğa bilimlerinin deneysel başarısıyla oluşmuş teknolojik yeniliklerin getirdiği harikulade ilerleme ile oluşmuş zenginlik çağına inananlardır. İkinci tip ise evrensel iktisat bilgisine inat yaratılmış paranın mucizevi gücüyle ve düşük tutulan faiz, bol dağıtılan kredi, sürekli arttırılan fiyat ve malların şişirilmiş baskısıyla oluşturulan kârlar dünyası sayesinde hızla refaha koşanlardır.


İnsanlığın gelişme evrimi otomatik değildir. Afrika çöllerinden mağaralara sığınmamıza, avcı-toplayıcı iken toprağa bağlanmamıza, feodal çağlardan sanayi çağına ve oradan uzay çağına sıçrayışımız asla kısa dönemde oluşmamıştır. Bu iş uzun dönem meselesidir.


Zenginlik ve refah asla insana içkin değildir. Bu Marx’ın ortaya attığı “Maddi üretken güçler” ya da Hayek’in dediği gibi “Kendiliğinden doğan düzen” ile oluşmamıştır. Bu iyimser gelişme, uzun dönemde üç ileri tipin evrensel iktisat ilkeleriyle farkında olarak birleşmesi sonucu oluşmuştur: Bunlardan ilki tasarruf yapanlar, ikincisi tasarrufları sermaye mallarına yatıranlar, üçüncüsü ise sermaye mallarının kullanımını tahsis edecek yeni ve verimli yollar bulanlardır.


Görüldüğü gibi bu üç ileri tipin ortaya çıkması için yaratılmış para, bol kredi, malların fiyat artışı ya da havadan yağmur gibi yağan teknolojik ilerleme gerekmez. Toplumsal ve yasal engellerin ortadan kalkması yeterlidir. Yeter ki toplum ve devlet tasarruf yapanların, girişimcilerin ve tüketicilerin önlerine çıkmasın. Onlar doğal mülkiyet haklarının suç ve cezalarını bilerek hareket ettikleri sürece iktisadın evrensel yasaları insanlığı uzun dönemde ama en verimli ve etik biçimde özgürlüğe, refaha ve mutluluğa ulaştıracaktır.


Keynesyen ve Monetarist iktisatçılar, devletin, gayrisafi millî hasılanın yükselmiş oranıyla eşit şekilde ihraç ettiği karşılıksız paranın yaratacağı çok az işsizlik ve enflasyonla sürekli büyüyen bir ekonomi sayesinde medeniyetimizin hiç durmadan hızlanarak genişleyeceğini iddia etmektedirler. Bu tamamen safsatadır. Fakat dünyada bu safsataya inanmayanların sayısı inananların sayısının yanında çok önemsiz kalır.


Bu enflasyonist büyüme safsatasına inanmayan çok az sayıdaki kişinin akli feneri Mises ve Rothbard’ın yarattıkları ekoldür. Avusturya İktisat Ekolü’nden olanlar bile Mises-Rothbard Ekolü’nü marjinallikle suçlamaktadırlar. Bunun nedeni Mises-Rothbard taraftarlarının %100 altına dayalı para iktisadına inanmasıdır. Mises-Rothbard Ekolü’nün en büyük farkı -kendi ekollerinde dahi- hiçbir şekilde yaratılmış ya da serbest paraya güvenmemesidir. Onlar için en ufak, az ya da iyi bir enflasyon yoktur. Enflasyon tartışılmaz kesin bir kötüdür.


Peki deflasyon öyle midir? Hayır. Eğer devlet eli ile yaratılmamış ise deflasyon mutlak iyidir. Bu Mises-Rothbard Ekolü’nün büyük ve net farkıdır.


Tarihin iktisadi doktrini basit duygusal bir ilkeden doğmuştur. Enflasyon fazlalıktır, artıştır ve genişlemedir. Deflasyon ise bozulma, gerileme ve daralmadır. Hiçbir aydın bu saf, basit, temel, duygusal akıl yürütmeyi iktisadın evrensel kanunları ile karşılaştırmamış, buna tenezzül etmemiştir. Aksiyomatik dedüktif (tümdengelimsel) metodu bu ilkeye uyarlamamıştır bile; sadece görünen yüzle idare etmişlerdir. Onlar için his ve sezgi ne derse o doğrudur, düşünmeye gerek yok.


Aslında Mises-Rothbardcılık kısaca şudur: Emtia-paraya %100 bağlı olmayan herhangi bir para arzındaki bir artış -bu ister devlet tarafından ister özel sektör tarafından olsun- asla ekonominin itici gücü olamaz. Çünkü %100 emtia-paraya bağlı olmayan paralar ile genişleyen kredi ekonomisi asla fiyatlar genel seviyesini istikrarlı ve faizleri de düşük tutacak bir enstrüman değildir; ayrıca kârları sürekli artıracak bir enstrüman da hiç değildir. Bu teorilerin tersine Mises-Rothbardcılık, %100 altına bağlı para ve finans kurumlarıyla oluşan sıfır enflasyonist bir ortamın sonucu olarak sürekli artan tasarruf ve emeğin iş bölümü ekonomisi ve bu tasarrufların sermaye mallarına yatırımıyla paranın artan satın alma gücü sayesinde yeni ve verimli yöntemlerle gelişen teknolojik yeniliklerle refaha ulaşma meselesidir.


Bu açıdan deflasyonist politika bugünün bilinen modern iktisat bilinciyle uyuşmamaktadır. Maddi gelişimin karşısındaki güç deflasyon değildir. Tam tersine maddi gelişimin itici gücü deflasyondur. Deflasyon elbette vişne suyunu, şuruba ve ilaca çevirecek değildir. Deflasyon kredi genişlemesini daraltma, yani resesyonu ve depresyonu azaltma politikasıdır. Deflasyon para yaratma aktivitesini yok etme, yani paranın satın alma gücünü sürekli yükseltme siyaseti ve ekonominin gelişimini belli imtiyazlı sınıflardan alıp herkese bu refahı dağıtma amacıdır. Deflasyon balon kârları, ucuz parayı, yanlış yatırımları azaltma ve devletin ekonomiye müdahalesini yok etme hedefidir.


Enflasyonistlerin bugüne kadar bize armağan ettiği şey açıktır: Daha fazla vergi, bütçe açıkları, gümrük duvarları ve devletin sürekli durdurulamaz müdahale etme gücü...


Bu makaleye muhakkak bir not düşmemiz gerekmektedir: Deflasyon devlet eliyle yapılırsa, yani insanların tasarruflarına ulaşması engellenirse, devlet altın-parayı zorla insanların yastık altından alıp kendi kasasına koyarsa ya da halkın kredi alma girişimlerine yasal ve keyfî olarak zorlamalar getirilirse hükümet deflasyon politikasını uygulamış olur. Ama sonuç yine felakettir. Çünkü kitleler kendi suçları olmayan bir enflasyon politikasını tek başlarına sırtlamış olurlar. Bu maliyeti sırtlamak topluma ve onun mutluluğuna asla iyilik getirmez. Halk öfkesini yine kendinden çıkaracaktır. Bugün buna en iyi örnek Japonya’dır.


Deflasyon politikasının iyi olabileceği tek uygulama alanı vardır. O da basit, net ve evrensel iktisat ilkelerine bağlı olan, herkesin kabul ettiği tek gerçek ve doğal para birimi olan %100 altın standardına bağlanmaktan geçer. Bu politika sonrası genel fiyatlar sürekli aşağıya düşecek ve buna bağlı olarak paranın satın alma gücü sürekli yükselerek maliyetlerin aşağıya düşmesi ile birlikte kârlar durmaksızın artacaktır. Refah, zenginlik ve mutluluk böylece belli bir zümrenin tekelinden çıkıp halka hızla yayılacaktır.


Lafımı kesip “para arzı artışının maddi gelişim üzerinde bir etkisi olmayabilir ama teknolojik gelişmeler olmasaydı bilgisayar, araba ve cep telefonu sektöründe maliyetler asla azalmaz, böylece sıradan insan buna ulaşamaz” diyorsunuz değil mi? Size iki cevap vereceğim: Birincisi, insan ateşi, tekerleği ya da yazıyı parayı bulmadan önce keşfetmiştir. Yani teknolojik gelişmelerinin para arzı ile alâkası yoktur. İkincisi ise insan teknolojik açıdan bulduğu her şeyi kullanmamaktadır. Neden mi? Çünkü tüketiciler keyfekeder şeylere kendilerini meyletmektedirler. Çağrı cihazları, daktilo ve zeplin büyük teknolojik yeniliklerdir ama tüketiciler onlara bir şekilde sırt dönmüşlerdir. Kısacası iktisadi gelişmenin, yani maddi refahın başlangıç noktası ne para arzındaki artış ne de havadan yağmur gibi yağan teknolojilerdir. İşin özü tasarruf, sermaye, girişimciler ve en sonunda da sermayenin marjinal verimliliği yasasıdır.


İktisadın evrensel ilkeleri üzerine kafa yormayanlar için ekonomi zor, karanlık ve boğucu bir bilimdir. İktisat asla doğal bilimlerdeki gibi deneysel, gözlemsel ve istatistikî bilgiyle anlaşılacak bir şey değildir. İktisat insanın hür tercihlerini mantıksal çıkarımlarla desteklemenin bilimidir. Burada önemli olan, gönüllü oluşturulan şeylerin insan doğasına içkin olmasıdır.


Makalenin konusu olan deflasyon bütün çağların iktisadi şeytanı olsa da o aslında gerçek bir kurtarıcıdır. Deflasyon uzun dönemde insanlığın yarattığı medeniyetin en büyük harçlarından biridir. Artan üretim yanında düşen maliyetler ve bunun neticesi olarak toplam talebi karşılamak için sürekli düşen fiyatlar ama hiç düşmeyen kârlar meselesi tamamen deflasyonun iyiliğine işaret etmektedir. İş, gönüllü olmuş ise ballı kaymaktır.


Bastiat gibi olayı aydınlatırsak, fiyatların düşüyor olması birkaç üreticiyi korkutabilir, fakat fiyatların düşmesi herkes için sevinç kaynağı değil de nedir? Mesele olaya nereden baktığımız değil de demokratik çoğunluğun ne arzuladığı değil miydi? Ben mi yanlış hatırlıyorum? Keynesyenler toplumcu, Avusturyacılar acımasız bireyci değil miydi?


Herkesi bir kez daha düşünmeye davet ediyorum. İktisadın “kutsallarına” dokunma zamanı gelmiştir, artık geç kalamayız. Çünkü iktisadi geleceğimiz şimdi ne yaptığımıza bağlıdır.


━━━━━━━━━━━━━━━━━━━━━━━━━━━━━━━━━━━━━━━━━


Yorumlar


Yazı: Blog2 Post
bottom of page