top of page

Walter E. Block’a Açık Mektup

Hans-Hermann Hoppe - 31.01.2024


Otuz yılı aşkın bir süredir tanıdığınız, beraber nice konferansa katıldığınız ve biraz uzak geçmişte de olsa birkaç makaleyi birlikte yazdığınız bir kişiyle yollarınızı ayırmak pek de kolay bir iş değildir. Hele ki bu kişiyle kamuoyunda entelektüel olarak ortak bir konumu paylaşıyorsanız ve her ikimizin de adı aynı hocanın, Murray N. Rothbard’ın önde gelen öğrencileri ve Rothbard tarafından kurulan modern liberteryen hareketin önde gelen entelektüel neferleri olarak bir solukta anılıyorsa, bu daha da zordur.


Ancak durum böyleyken, kendi isminizle yakından ilişkilendirilen bir kişi yoldan çıkıp ciddi bir hataya düştüğünde bunu fark etmek ve her zaman teyakkuz hâlinde olmak neredeyse zorunlu hâle gelir ve kendi şahsi ve entelektüel itibarınızı (Rothbard’ın ve tüm liberteryen entelektüel yapınınkiyle birlikte) korumak için bu kişiyle aranıza alenen mesafe koymak ve onunla bütün ilişkinizi kesmek zorunda kalabilirsiniz. Walter Block örneğinde de durum böyledir.


Block, hakkını teslim etmek gerekirse, liberteryen standartlara uygun sayısız makale yayınlamıştır ve muhtemelen daha da yayınlayacaktır, Rothbard’ı da durmaksızın övmüştür ve Block ayrıca kendisinden “tatlı ve nazik Walter” olarak bahsetmeyi de sevmektedir. Bununla birlikte, kendisini bir liberteryen ve Rothbardyen olarak nitelendirilmekten açıkça men eden ve aksine, onu tatlı ve nazik bir insandan ziyade, Ayn Rand’ın kendisi gibi ve yakın zamanda Fernando Chiocca tarafından göreve getirilen Randianlar gibi soykırım dürtülerine kapılmış dengesiz bir kolektivist olarak ifşa eden materyaller de yayınlamıştır.


Bu iddiamı kanıtlamak için üç delil sunacağım.


Birinci delil: Block’un (Alan Futerman ve Rafi Faber ile birlikte) Benjamin Netanyahu tarafından da (aman ne şaşırtıcı!) desteklenen İsrail için biri klasik liberal, diğeri liberteryen sav üzerinden yazdığı yazılar.


Liberteryen doktrinin temel taşı özel mülkiyet fikri ve kurumudur. Mülkiyet, ister toprakta ister başka bir şeyde olsun, ya daha önce sahip olunmayan kaynaklara ilk sahiplenme (homesteading) yoluyla ya da önceki bir mülk sahibinden sonraki bir mülk sahibine gönüllü mülkiyet devri yoluyla meşru (ve haklı) bir şekilde edinilir. Tüm mülkiyet her zaman ve değişmez bir şekilde belirli, tanımlanabilir birey(ler)in mülkiyetidir ve tüm mülkiyet transferleri ve mübadeleleri belirli bireyler arasında ve belirli, tanımlanabilir nesnelerle ilgili olarak gerçekleşir. Tersinden bakacak olursak: mülk sahibi olmayan ya da daha önce böyle bir mülkü üretmemiş olan ya da önceki bir mal sahibinden gönüllü devir yoluyla edinmemiş olan bir kişinin mülk üzerindeki tüm hak iddiaları gayrimeşrudur, hukuka aykırıdır (haksızdır).


Potansiyel iade ya da tazminat sorunu için bu, şu anlama gelir: Yargılama için mahkemeye getirilen her ihtilaflı mülkiyet iddiası davasında, karine her zaman söz konusu kaynağın mevcut zilyedinin lehinedir ve aksini kanıtlama yükü her zaman mevcut durumun ve mevcut zilyetliğin karşı tarafındadır. Karşı taraf, ilk bakıştaki izlenimin aksine, kendisinin daha iyi bir hak iddiasına sahip olduğunu, çünkü belirli bir mülk parçası üzerinde mevcut sahibinden daha eski bir mülkiyet hakkı unvanına sahip olduğunu ve bu nedenle de mevcut sahibin sahipliğinin hukuka aykırı olduğunu göstermelidir. Ancak ve ancak karşı taraf bunu başarılı bir şekilde kanıtlayabildiği takdirde, söz konusu zilyetlik kendisine mülk olarak iade edilmelidir. Öte yandan, şayet karşı taraf bu iddiasını kanıtlayamazsa, mevcut durum olduğu gibi kalır.


Yasal tazminat ya da eski hâle iadenin söz konusu olduğu, yani bir A kişisinin, başka bir B kişisi tarafından haksız bir şekilde kendisine ait olduğu iddia edilen ve hâlihazırda zilyetliğinde bulunan belirli bir mülkün yasal sahibi olduğunu kanıtlayabildiği çok sayıda davanın mevcut olduğu tartışmasızdır. Mevcut bir mülk sahibinin, mevcut mülklerinden bazılarının mülkiyetinin izini nesiller boyu sürebildiği bazı durumların varlığı da şüphe götürmez. Ancak, çoğu insan ve çoğu mevcut mülk için, bugünden geçmişe doğru yapılan bu tür geriye dönük takiplerin çok hızlı bir şekilde tarihte kaybolduğu ve her hâlükârda zamanla giderek daha zor ve bulanık hâle geldiği ve “eski” suçlar için herhangi bir günümüz tazminat talebine çok az yer bıraktığı da açık olmalıdır.


Peki ya 2000 seneden eski suçlar? Bugün yaşayan ve birkaç bin yıldır başkalarının mülkiyetinde olan (arazi, mücevher gibi) belirli bir mülk üzerinde meşru mülkiyet iddiasında bulunabilecek, bu mülkler üzerinde çok daha evvelden hakka sahip olduğunu, kendisinden ve bugünden başlayarak Kitab-ı Mukaddes’in indiği zamanlarda yaşamış ve o dönemde hukuksuz bir şekilde mağdur edilmiş belirli bir ataya kadar uzanan kesintisiz bir mülkiyet devri zincirini kanıtlayarak gösterebilecek tek bir kişi var mıdır? Bu elbette imkânsız değil, ancak böyle bir vakanın bulunabileceğinden çok şüpheliyim. Böyle bir şeye inanmadan önce bunu bizzat gözlerimle görmek isterdim.


Yine de, Block ve diğerleri, İsrail için liberal ve liberteryen bir görüş sunmaya çalışırken, günümüz Yahudilerinin Filistin’de bir anavatan taleplerini, iki bin yıl önce o zamanlar Yahudiye (Judea) olarak adlandırılan bölgede yaşamış olan Yahudilerin “mirasçıları” olma statülerine dayanarak meşru ve haklı gösterebileceklerini iddia etmektedirler. Ancak şaşırtıcı olmayan bir şekilde, Kohanim (ruhban soyundan gelen Yahudiler) ve onların Tapınak Tepesi’yle olan özel bağlantıları gibi tek ve kendi içinde son derece tartışmalı bir durum haricinde, iki bin yıldan uzun bir zaman dilimi boyunca herhangi bir günümüz Yahudisinin nasıl olup da herhangi bir eski Yahudi ile bağlantılı olabileceğine ve iki bin yıl önce kendisinden çalınan veya başka bir şekilde alınan belirli bir mülkün meşru mirasçısı olarak tespit edilebileceğine dair en ufak bir kanıt sunmamaktadırlar.


Dolayısıyla, günümüz Yahudilerinin Filistin’de bir anavatan iddiası ancak tüm liberteryen düşüncenin temelinde yatan ve karakteristik özelliği olan metodolojik bireycilikten, yani bireysel kişilik, özel mülkiyet, özel ürün ve başarı, özel suç ve özel kabahat kavramlarından vazgeçilmesi hâlinde ileri sürülebilir. Fakat bunun yerine, grup ya da kabile mülkiyeti ve mülkiyet hakları, kolektif sorumluluk ve kolektif suçluluk gibi kavramlara olanak tanıyan bir tür kolektivizmi benimsemiş olacaksınızdır.


Bireyci perspektiften kolektivist perspektife bu dönüş, Block ve arkadaşlarının vardığı sonucun özetinde açıkça görülmektedir (s. 537):


Rothbard, sahipliğin yegâne meşru yolu olarak ilk mülk edinimi (homesteading; “ilk mülk edinen toprağı alır, sonrakiler değil”) desteklemektedir... Liberteryenler bu olgudan, çalınan mülklerin asıl sahiplerine ya da onların mirasçılarına iade edilmesi gerektiği sonucunu çıkarmaktadır. Tazminatlar için durum budur. Romalılar yaklaşık iki bin yıl önce Yahudilerden toprak çaldılar; Yahudiler bu toprakları hiçbir zaman Araplara ya da başka birine vermediler. Dolayısıyla liberteryen teoriye göre bu topraklar Yahudilere iade edilmelidir.

Bingo. Ancak ilk mülk edinim “Yahudiler” tarafından değil, belirli bir Ben veya Nate tarafından yapılmıştır ve aynı şekilde Ben veya Nate’e karşı işlenen suçlar için tazminatlar “Yahudilere” değil, mirasçıları olarak belirli bir David veya Moshe’ye ödenmelidir ve bunlar “İsrail’in” tamamını değil, belirli mülk parçalarını ilgilendirmektedir. Antik zamanların Ben’inin ya da Nate’inin varisi olarak tanımlanabilecek herhangi bir mevcut David ya da Moshe bulunamadığından, herhangi bir mevcut mal sahibine yöneltilen tüm tazminat talepleri dayanaktan yoksundur.


Hâl böyleyken bir Yahudi anavatanını savunmak için başka bir mülkiyet teorisine ihtiyaç duyulması kaçınılmaz olacaktır. Block ve yazar arkadaşları da işte öyle bir teori sunmaktadır: Mülkiyet hakları ve tazminat talepleri güya genetik ve kültürel benzerlikle de gerekçelendirilebilirdir. Antik Yahudiler ve günümüz Yahudileri genetik ve kültürel olarak akrabadır ve bu nedenle günümüz Yahudileri antik Yahudilerden çalınan mülkler üzerinde hak sahibidir; ve 1948’de İsrail Devleti’nin kurulmasından hemen önce ve sonrasında yüz binlerce Filistinli Arap’ın ülkeden sürülmesi bir suç değil, sadece meşru olarak Yahudilere ait olan ve iki bin yıldır da ait olmuş olan şeylerin yeniden elde edilmesidir.


Ancak bu teori liberteryenizmle açıkça uyumsuz olmakla kalmıyor. Aynı zamanda düpedüz saçmalıktır.


Bir düşünün: Yahudiler yüzlerce yıl Mısır’da yaşadılar ve sonunda “vaat edilmiş topraklara” ulaştıklarında burası hiç de boş değildi. Tesniye ve Yeşu kitaplarına göre toprakları ele geçirmeden önce epeyce öldürmeleri, yağmalamaları ve tecavüz etmeleri gerekmiştir. Antik Yahudiler sadece yerleşimci (homesteader) değil, aynı zamanda suç failleriydiler ve Romalılar gelip yönetimi ele geçirmeden çok önce diğer kabilelerden insanlarla, Mısırlılarla, Yunanlarla ve Akdeniz çevresindeki her türden insanla bol miktarda etnik karışıma uğramışlardı ve bu genetik karışım, daha sonra Araplarla da olmak üzere, günümüze kadar devam etmiştir. Bu durumda günümüz Yahudileri ile antik Yahudiler arasında genetik bir bağ kurmak imkânsız bir iş hâline gelmektedir. Antik Yahudilerden hiçbir genetik iz taşımayan günümüz Yahudileri olduğu gibi, bu tür izler taşıyan pek çok Gentile (Yahudi olmayan kişi) de vardır; ve her durumda, antik ve günümüz Yahudileri arasında bulunacak genetik benzerlikler sayısız varyasyon ve dereceden oluşacaktır. O hâlde çağdaşlardan kimin kutsal toprakların hangi bölümüne ya da kısmına sahip olduğuna nasıl karar verilecektir? (İlginç bir şekilde, antik Yahudilere en yakın genetik benzerliğin yerli Hıristiyan Filistinliler arasında bulunabileceği görülmektedir.)


Dahası, genetik benzerlik yoluyla mülk edinme ve miras bırakmaya ilişkin bu fantastik yeni teori tüm kabileler ve etnik kökenler için genelleştirilirse ne olur? İnsanlık tarihinde bir grubun ya da kabilenin başka bir grup ya da kabile tarafından mülksüzleştirilmesi ve yurtlarından sürülmesine ilişkin sayısız vaka vardır; mağdurlar ve failler arasında Yahudi olmayanların yanı sıra günümüz Yahudileri de yer almaktadır. Tarihsel bir mağdur grubun bugünkü torunlarından her bir grubun, şu anda başka bir grup ya da kabilenin üyelerinin elinde bulunan mal varlıklarının, bu mal varlıklarının tarihin çok eski bir döneminde (ister şu anki mal sahibi grup ister başka bir grup tarafından) etnik atalarından çalınmış olması nedeniyle iadesini talep etmesine ne dersiniz? Sonuç yasal kaos, bitmek bilmeyen çekişme, çatışma ve savaş olacaktır.


Eğer bu kolektivist saçmalık Block’u bir liberteryen olmaktan men etmeye yetmiyorsa, bunun korkunç sonuçlarını gösteren aşağıdaki delil, onun bir liberteryen, bir Rothbardyen ya da tatlı ve nazik bir insandan başka bir şey olduğuna dair kalan en ufak bir şüpheyi bile ortadan kaldırmalıdır.


İkinci delil: Bu, Block’un (yine Futerman’la birlikte yazdığı) yakın tarihli bir köşe yazısıdır ve ilk olarak en köklü gazetelerden biri olan Wall Street Journal tarafından (aman ne şaşırtıcı!) ve daha sonra 12 Ekim 2023 tarihinde Block’un kendi blog sitesinde kolaylıkla erişilebilir bir şekilde yeniden yayımlanmıştır. “Hamas’ın Yok Edilmesi İçin Ahlâkî Yükümlülük” başlıklı makalesinde Block, alt başlık olarak “İsrail, yanı başında yaşayan bu şeytani, ahlâksız kültürün kökünü kazımak için ne gerekiyorsa yapma hakkına sahiptir” ifadelerini kullanıyor ve başlığın da gösterdiği üzere, liberteryen doktrinin ikinci ve tamamlayıcı temel direği olan saldırmazlık ilkesine bağlı bir liberteryen olmaktan ziyade, akli dengesi yerinde olmayan, kana susamış bir canavar olarak kendini ele veriyor.


Burada söz konusu olan 7 Ekim 2023 olayları, sonrasında yaşananlar ve sonuçlarıdır. O gün, Gazze Şeridi’nde hüküm süren sözde Hamas üyeleri çok sayıda İsrailli asker ve sivile saldırmış, sakat bırakmış, öldürmüş ve kaçırmıştır. (Her tür savaşta bekleneceği üzere, savaşan her iki taraf da gerçek olaylar ve sayılar konusunda birbirinden oldukça farklı hikâyeler anlatmaktadır. Şu ana kadar netleşen tek şey, kayıp sayısının birkaç yüz ile bin arasında değiştiği ve bu kayıpların önemli bir kısmının aslında İsrail Savunma Kuvvetleri’nin helikopterleri tarafından açılan “dost ateşi” sonucu meydana geldiğidir.)


Bir liberteryen bu olaydan ne anlam çıkarmalıdır? Öncelikle, hem Hamas’ın hem de İsrail Devleti’nin gönüllü üye katkılarıyla değil, gasp, vergilendirme, el koyma ve kamulaştırma yoluyla finanse edilen ve kaynak sağlayan çeteler olduğunu kabul etmelidir. Hamas bunu Gazze’de, Gazze’de yaşayan insanlarla, İsrail Devleti ise İsrail’de yaşayan insanlarla ve Batı Şeria’da yaşayan Filistinlilerle yapmaktadır. Gazze küçük, fakir ve yoğun nüfuslu bir bölge ve Hamas da buna bağlı olarak küçük, düşük bütçeli bir çetedir, sadece ayak takımından ibaret bir ordusu ve az ve çoğunlukla düşük kaliteli silahları vardır. İsrail ise çok daha büyük, çok daha müreffeh ve daha az nüfuslu bir bölgedir ve dünyanın en güçlü ve en zengin çetesi olan ABD tarafından uzun süreli ve yoğun bir şekilde sübvanse edilen İsrail Devleti, atom bombaları da dâhil olmak üzere mevcut en sofistike ve yıkıcı silahlarla donatılmış, büyük, iyi eğitimli profesyonel bir orduya sahip, kapsamlı ve yüksek bütçeli bir çetedir.


Bu iki savaşan çeteden daha yaşlı olanı ise İsrail Devleti’dir. 1948’de, çoğunlukla Siyonist inançlı Avrupalı Yahudiler tarafından, o zamanlar ve yüzyıllardan beri Filistin bölgesinin çoğunlukla Arap olan sakinlerine karşı sindirme, terörizm, savaş ve fetih yoluyla daha yeni kurulmuştur. Ve yine sindirme, terörizm, savaş ve fetih yoluyla, açıkça Yahudi olan İsrail Devleti bugünkü boyutlarına ulaşmıştır. Bunun sonucunda yüz binlerce Arap yerinden yurdundan edilmiş, malları ellerinden alınmış, sürülmüş ve mülteci durumuna düşürülmüştür; ve bu kurbanların büyük bir kısmı ya da onların doğrudan mirasçıları hâlâ İsrail Devleti’nin (İsrail Toprak İdaresi) ve onun Yahudi vatandaşlarının mülkiyetinde bulunan toprakların ya da diğer mülklerin geçerli tapularına sahiptir. (En iyi ihtimalle, bugünkü İsrail topraklarının sadece %7’si 1948’den önce Yahudiler tarafından normal yollardan edinilmiş ya da satın alınmıştır ve bu nedenle meşru Yahudi mülkleri olarak iddia edilebilir.)


Öte yandan Hamas, İsraillilerin-Yahudilerin Filistin’i ele geçirmesine ve işgal etmesine tepki olarak kurulan çeşitli Arap direniş hareketlerinden, partilerinden ve çetelerinden biridir. İlk olarak 1987’de kurulan ve 2006’dan bu yana İsrail tarafından sıkı bir kara, hava ve deniz ablukasına maruz kalan ve bu nedenle uzman gözlemciler tarafından sık sık açık hava toplama kampı olarak adlandırılan Gazze Şeridi’nde kontrolü elinde bulunduran Hamas, 7 Ekim’de olduğu gibi şiddet ve terör eylemleri de dâhil olmak üzere, kaybedilen toprakların yeniden fethine kendini adamıştır. Açıkça Yahudilere değil ama özellikle Siyonistlere karşı olan Hamas, başlangıçta daha büyük, daha ılımlı ve daha iyi finanse edilen seküler yeraltı direniş grubu El Fetih’in ve onun Tunus’ta sürgünde bulunan Filistin Kurtuluş Örgütü (FKÖ) liderliğinin artan etkisine karşı bir denge unsuru olarak inşa edilmesi amacıyla İsrail’den de finansman almıştır. El Fetih ve FKÖ, 1993’te başlayan Barış Süreci’nin bir parçası olarak Batı Şeria ve Gazze’nin bazı bölümlerinin sorumluluğunu üstlendikçe, daha militan ve İslami köktendinci Hamas’ın göreceli uzlaşmazlığı, Barış Süreci’ni raydan çıkarmaya çalışan ve Batı Şeria’yı İsrail’in kontrolünde birbirine bitişik olmayan açık hava hapishanelerine bölen ve bir Filistin devletini esasen olanaksız kılan Yahudi yerleşimlerinin inşasını artırarak bunu başaran, giderek daha etkili olmaya başlayan aşırılık yanlısı İsrailli gruplar için kullanışlı bir araç hâline gelmiştir. (İsrail’in Hamas’a destek vermek gibi tuhaf görünen bu kararının nedenine ilişkin spekülasyonlar var. Oldukça makul, çünkü 7 Ekim’deki gibi olaylar İsrail tarafından, İsrail-Filistin sorununa asla iki devletli bir çözüm bulunamayacağı ve bölgesel barış için İsrail’in daha da genişletilmesi ve tek bir devlet olarak sözde orijinal, Kitab-ı Mukaddes’teki boyutuna geri getirilmesi gerektiği yönündeki uzun süredir devam eden iddiasının dramatik bir kanıtı ve kamuoyu önünde gösterimi olarak kullanılabilir ve kullanılmaktadır.)


Her hâlükârda, bu arka plandan önce, bir liberteryen 7 Ekim olaylarına nasıl tepki vermeli ve değerlendirmelidir? Öncelikle, her iki çetenin liderlerine ve kendi tebaalarından çalınan fonlarla savaşan iki çeteden birine destek vermiş ve vermeye devam eden yabancı devletlerin tüm çete liderlerine lanet okumalıdır. Aynı zamanda Hamas’ın İsrail’e saldırısının, Rusya’nın kısa bir süre önce Ukrayna’ya yaptığı saldırı gibi “hiç de provoke edilmemiş” olmadığı gerçeğini kabul etmelidir. İsrail’e yönelik saldırı kesinlikle kendi siyasi liderlerinin davranışları tarafından kışkırtılmıştı, tıpkı Rusya’nın Ukrayna’ya yönelik saldırısının Ukrayna yönetimi tarafından kışkırtılmış olması gibi. Ve her iki durumda da, hem İsrail’in hem de Ukrayna’nın provokasyonlarının, ABD hükümetinin başındaki ağırlıklı olarak Yahudi Neo-con çete liderliği tarafından teşvik edildiğini, arka çıkıldığını ve büyük ölçüde desteklendiğini de not etmeyi ihmal etmemelidir.


Bunun dışında bir liberteryenin barış, diyalog, müzakere ve diplomasi lehine sesini yükseltmek dışında yapabileceği çok az şey vardır. Hamas liderliği, terörist eylemleriyle askerî açıdan çok daha üstün ve güçlü bir düşman çetesi olan İsrail Devleti tarafından büyük bir misilleme tehlikesine yol açtığı için suçlanmalıdır. İsrail liderliği ise görünüşe göre son derece yetersiz olan gözetim ve güvenlik yapı ve kurumları nedeniyle kendi halkını korumakta bariz bir şekilde başarısız olmakla suçlanmalıdır. Her iki çetenin liderleri de derhâl ateşkese varmaları için teşvik edilmeli, hatta kamuoyu aracılığıyla baskı altına alınmalı ve Hamas’ın elindeki rehinelerin iadesine ilişkin müzakereler bir an önce başlatılmalıdır. Çeşitli bireysel faillerin ve onların üst düzey komutanlarının (İsrailli kasıtsız “dost ateşi” kurbanlarının sorumluları da dâhil olmak üzere) tespit edilmesi, yakalanması ve cezalandırılmasına gelince, bu iş normal emniyet birimlerine, dedektiflere, kelle avcılarına ve muhtemelen suikastçılara bırakılmalıdır.


Ancak her hâlükârda ve her ne pahasına olursa olsun kaçınılması gereken şey, İsrail ordusunun Hamas’ın Gazze’de barındığı ve saklandığı yerlere karşı büyük bir misilleme saldırısı düzenleyerek silahlı çatışmayı tırmandırmasıdır. Daha da önemlisi, 2 milyon Arap azınlığı da dâhil olmak üzere yaklaşık 10 milyon nüfusa sahip İsrail’in etrafı, toplam nüfusları yüz milyonları bulan, pek de dostane olmayan, hatta açıkça düşmanca davranan komşu devletlerle çevrilidir ve İsrail ile Hamas arasındaki çatışmanın tırmanması, tüm Yakın ve Orta Doğu bölgesini içine alacak şekilde genişleyebilir ve topyekûn bir savaşa dönüşebilir.


Ne var ki Block ve yazar arkadaşlarının talep ettiği de tam olarak budur. Block, birinci delilde sunulan kolektivist miras teorisine ve bu teoriden türetilen “Yahudilerin” Filistin’de bir anavatan üzerindeki sözde “tarihsel hakkına” dayanarak, 7 Ekim olaylarına cevaben, İsrail’in Gazze’de saklanan Hamas’a topyekûn saldırmasını savunmaktadır (ve Netanyahu’nun Block’un Wall Street Journal’daki köşeyazısını okuyup okumadığını bilmesek de, İsrail, onun liderliğinde, tam da Block’un istediği şeyi yapmıştır.)


Block’un modern İsrail ve bölge tarihine ilişkin, doğrudan İsrail propaganda bakanlığından gelmiş olabilecek ve kudretli İsrail ordusu ve hükümetinin önde gelen bazı üyeleri tarafından açıkça ifade edilen soykırım dürtülerinden tamamen habersiz olduğunu gösteren yarım yamalak, karakteristik olarak tek taraflı açıklamalarını bir kenara bırakırsak, (görece) neredeyse güçsüz olan Hamas liderliğinin karşılıklı duygularından çokça söz ederken, Block’un talepleri kendi sözleriyle şöyledir (benim yorumlarım parantez içinde italik olarak verilmiştir):


Batılı ülkeler, insan hayatını ve onurunu savunmak için İsrail’in yanında olduklarını beyan etmenin yeterli olmadığını anlamalılardır. Bunun tam ve sınırsız destek anlamına geldiğini anlamaları gerekmektedir. (Bu destek, Batılı devletlerin başındaki çeşitli çeteciler tarafından kendi halklarından zorla alınan vergileri de içeriyor mu?) Bu destek, bu kuşatılmış ülkenin kendisini tam anlamıyla savunmasına izin vermekten başka bir şey değildir. Yani, Hamas’ın Nazilerle aynı sebepten ve aynı yöntemle yok edilmesi gerektiğini kabul etmektir. (“Naziler” derken, Nazi olmayan, Nazi karşıtı ve tüm bebekler ve çocuklar da dâhil olmak üzere o dönemde Almanya’da yaşayan tüm Almanlar mı anlaşılmalıdır; ve onların yok edilme yöntemi, Dresden gibi çoğunlukla masum sivillerle dolu tüm şehirlerin kapsamlı ve yoğun bir şekilde bombardımanını da içermekte midir?) İsrail, yanı başında ikamet eden bu kötülüğün kökünü kazımak için ne gerekiyorsa yapma hakkına sahiptir. (Peki ya savaşa karşı çıkan İsrailli Yahudiler? Ne pahasına olursa olsun onları da susturmalı mıdır?) Ve daha da önemlisi, bu yönde ilerlemeye başladığında, Batı medeniyetinin özü olan (acaba bu öz İsrail’de uygulanan apartheid rejimi de içeriyor mu?) ve düşmanlarının en çok nefret ettiği şeyi, yani herkesin insan yaşamı, onuru ve mutluluğu hakkına duyulan sevgiyi savunduğu için şeytanlaştırılmayacaktır. Başka bir deyişle, İsrail’in tam, eksiksiz ve kesin zaferi desteklenmelidir. Eğer bu ezici, eşi benzeri görülmemiş bir askerî güç kullanımı anlamına geliyorsa, öyle olsun. Sivil kayıplardan Hamas sorumludur ve öyle de kalacaktır. Sebep ve sonuç. Kendi yıkımlarını ve bunun sonuçlarını kendileri yarattılar. (Yani Hamas üyeleri ile genel olarak Gazze sakinleri arasında ayrım yapmaya gerek yok mu? Bebekler ve çocuklar da dâhil olmak üzere hepsi ayrım gözetmeksizin suçlu mudur, ahlâksız bir kültürün ve kökü kazınması gereken kolektif bir kötülüğün parçası mıdır? Öyleyse, ABD’nin yaklaşık seksen yıl önce Hiroşima ve Nagazaki’deki sivil halka Japon hükümet-çetesi tarafından işlenen suçlar için toplu ceza olarak yaptığı gibi Gazze’ye atom bombası atmaya ne dersiniz?) Sadece zafer yeterli değildir. İsrail bugüne kadar girdiği her savaşı kazanmıştır. Bu seferki zafer o kadar kapsamlı ve kesin olmalı ki, bu ülke için başka bir savaş asla olmamalıdır. (“Tüm savaşları sona erdirecek savaş” lafını daha önce duymamış mıydık?!) İsrail’in bu işi bitirmeye ahlâken hakkı, Batı’nın da onu desteklemeye ahlâken sorumluluğu vardır. Bırakın İsrail bu savaşı mümkün olan en hızlı şekilde, en az sivil ve askerî kayıpla bitirmek için ne gerekiyorsa yapsın. (Sivil kayıpların önemsizliği konusunda daha önce aksi yönde söylenen her şeyden sonra ne kadar düşünceli ve tamamen anlamsız, hatta utanç verici bir yaklaşım!) Bunun sonuçları, nedensel diziyi başlatan grubun, yani tamamen yok edilmesi gereken Hamas’ın boynuna yüklenecektir.

Block’un bu hezeyanları her ne olursa olsun, liberteryenizmle uzaktan yakından ilgili değildir. Aslında, masumların ayrım gözetmeksizin katledilmesini savunmak, liberteryenizmin ve saldırmazlık ilkesinin tamamen ve bütünüyle yadsınmasıdır. Benim tanıdığım Murray Rothbard olsa, bunları derhâl akıldışı, canavarca, vicdansızca ve mide bulandırıcı olarak nitelendirir ve Block’u alenen alaya alır, ihbar eder, “arkadaşlıktan çıkarır” ve bir Rothbardyen olmaktan aforoz ederdi.


Gerçekten de, affedilmez bir şekilde, Wall Street Journal’daki yazısıyla Block, 7 Ekim olaylarının ardından yaşanan ve hâlâ devam etmekte olan dehşete, yani Gazze’nin neredeyse tamamen yok edilmesi ve devasa bir moloz yığını ve geniş bir harabe alanından ibaret bir şeye indirgenmesi, on binlerce masum sivilin İsrail ordusu tarafından katledilmesi ve silahlı çatışmanın artık Lübnan ve Yemen’i de kapsayacak şekilde sürekli genişlemesi ve İsrail liderliğinin (ABD’deki Neo-con yoldaşları tarafından bu çabaya teşvik edilerek) İsrail’in sözde ölümcül baş düşmanı olan İran’ı da yıkım hedefi olarak daha fazla dâhil etmek üzere kaşınmasına katkıda bulunmuştur.


Bu arada, Block’un kategorik “Hepimiz İsrail’in yanında olmalıyız” pozisyonu (İsrail hükümet liderliği ve hepsi) için verdiği destekleyici neden de hatalı ve saldırmazlık ilkesine ihanet anlamına gelmektedir. Esasen özetle şudur: İsrail’deki Yahudiler kontrolleri altındaki toprakları Arapların kontrol ettikleri topraklarda yaptıklarından veya yapmakta olduklarından daha fazla ve daha iyi kullanmışlardır; dolayısıyla Yahudiler ihtilaflı topraklar üzerinde Araplardan daha fazla hak iddia edebilmektedirler. Bu mantık aslında oldukça popülerdir. Ancak, bu ifadenin ilk kısmı doğru olarak kabul edilse bile, ikinci kısmı bu doğru kabulü takip etmez. Şayet böyle olsaydı, başarısı kanıtlanmış her insan, uzun süredir kaybeden herhangi birinin mülkünü alma iznine sahip olurdu ki bu da liberteryen saldırmazlık ilkesiyle hiç bağdaşmazdı. “Kaybedenlerin” bile yaşam, mülkiyet ve mutluluk arayışı hakkı vardır.


Eğer tüm bunlar Block’u liberteryen olmaktan sonsuza kadar men etmek ve itibarsızlaştırmak için yeterli gelmediyse, kendisini ölçü ve orantıdan yoksun bir adam olarak ortaya koyan kısa bir son delil bunu fazlasıyla tamamlamaktadır.


Üçüncü delil: Bu delil, Block’un Kevin Duffy tarafından kaleme alınmış Rothbard’ın For A New Liberty: A Libertarian Manifesto adlı eserinden alınan bir pasaj ile Block’un Wall Street Journal’da yayınlanan ve daha önce aktardığım yazısından alınan bir pasajı karşılaştıran ve her ikisinin de açıkça uyumsuz ve uzlaştırılmasının imkânsız olduğu sonucuna varan kısa bir yazıya verdiği cevapla ilgilidir. Block’un yanıtını burada bulabilirsiniz. Dikkat çekici bir şekilde, cevabında, topyekûn, sınırsız savaşı savunması için daha fazla mantıklı gerekçe sunmaya bile çalışmıyor (ki bu kesinlikle, gerçekten ve cidden savunulamaz olanı savunmaya çalışmak anlamına geleceği için şaşırtıcı değil!) Bunun yerine, direkt meydan okumadan kaçınıyor ve ardından hızla tamamen farklı ve alâkasız bir konuya giriyor.


Liberteryenler pasifist değildir ve gerçekten de Block’un özür dileyerek belirttiği gibi Rothbard tüm savaşlara karşı değildi. Ancak dikkat çekici bir şekilde Block, Rothbard’ın muhtemel ya da potansiyel olarak haklı gördüğü savaşların, gerçekte onun tarafından önerilen savaş türüyle hiçbir ortak yanı olmadığını söylememektedir. Rothbard’ın kastettiği şey, ayrılmacı (secessionist) hareketlerin, savaş yoluyla ayrılmalarını engellemeye çalışan bazı merkezî işgalci güçlere karşı kullandığı savunma amaçlı şiddettir; yani Block’un savunduğu topyekûn savaştan açıkça farklı bir şeydir.


Yine de Block, Rothbard için “savaşa hiç karşı çıkmıyor, nokta” derken, Rothbard’dan sapmasının sadece küçük bir sapma, sadece bir derece meselesi olduğu gibi aldatıcı bir izlenim yaratmaya çalışmaktadır. Rothbard’dan çeşitli sapmalar, diye devam ediyor, daha önce başka yazarlar tarafından önerilmiş veya teklif edilmiştir. Ve bu konuda kendisinin, Joseph Salerno’nun, Peter Klein’ın ve benim bazı katkılarıma atıfta bulunmakta (linkler paylaşmakta) ve bunların hiçbirinin herhangi birinin Avusturo-liberteryenlikten dışlanmasına yol açmadığını ve Rothbard’ın kendisinin de bu yazılar nedeniyle onları bu şekilde dışlamayacağını belirtmektedir. Gerçekten de Rothbard bu sapmaların (örneğin benimki gibi) bazılarını benimsemiş ve diğerlerini de ciddi bir şekilde değerlendirmiş olabilir. Buna dayanarak Block, Rothbard’ın “savaş sorunu” konusundaki sapmacı tutumuna verilecek tepkinin de böyle olması gerektiğini iddia ediyor ve Rothbard’ın da Wall Street Journal’daki yazısını okuduktan sonra vereceği kişisel tepkinin böyle olacağına inanıyor.


Ne grotesk ama... Block’un bu değerlendirmesi olsa olsa ölçü ve orantı duygusunu kaybettiğini gösterir. Savaş sorununa ilişkin kendi sapmacı tutumunun mazereti ve gerekçesi olarak bahsettiği diğer “sapmacı” yazıların hiçbiri, hayal gücünün herhangi bir uzantısı tarafından Avusturo-liberteryen entelektüel yapının temel ilkelerinden bir kopuş ya da bunlardan vazgeçme olarak yorumlanamaz. Ancak Rothbard’ın topyekûn ve sınırsız savaş ve masum sivillerin ayrım gözetmeksizin katledilmesi çağrısı, aslında Rothbardyen sistemin temel taşlarından birini oluşturan saldırmazlık ilkesinin tamamen ve sınır tanımaksızın reddi ve feshedilmesidir. Rothbard’ın, Block’un Wall Street Journal’daki yazısını ciddiye alacağına inanmak tek kelimeyle gülünçtür ve bu sadece Block’un aslında Rothbard’ı kendisinin zannettiği ve düşlediği kadar iyi anlamadığını gösterir. Benim tanıdığım Rothbard bu yazıyı kesin bir dille canavarca olarak nitelendirir ve affedilemez bir sapkınlık ve rezalet olarak görürdü.


 

Hans-Hermann Hoppe, Avusturya İktisat Ekolü’nden ekonomist, liberteryen/anarko-kapitalist filozof, UNLV’de fahri ekonomi profesörü, Mises Enstitüsü’nün seçkin kıdemli üyesi, Mülkiyet ve Özgürlük Cemiyeti (PFS) kurucu başkanı, The Journal of Libertarian Studies’in eski editörü ve Kraliyet Hortikültür Derneği’nin ömür boyu üyesidir. Ekonomist Dr. A. Gülçin İmre Hoppe ile evlidir ve eşiyle birlikte İstanbul’da ikamet etmektedir. İrtibat kurmak isterseniz e-posta adresine yazabilirsiniz.

Çevirmen: Fırat Kaan Aşkın Bu yazı LewRockwell.com sitesinin “An Open Letter to Walter E. Block” adlı makalesinin çevirisidir.
693 görüntüleme0 yorum

Son Yazılar

Hepsini Gör
Yazı: Blog2 Post
bottom of page