Realizm, Liberalizm ve Konstrüktivizm
- Mises Enstitüsü
- 21 Nis
- 6 dakikada okunur
Uluslararası İlişkiler Teorisi Üzerine Bir Başlangıç
Scott Duryea - 26.04.2022

Chicago Üniversitesi profesörü John Mearsheimer, 2014'te bir üniversite mezun grubuna "Ukrayna Neden Batı'nın Hatasıdır?" başlıklı bir konferans vererek, aslında Rusya-Ukrayna Savaşı'nı öngörmüştür. Bugün 24 milyonu aşkın izlenmeye sahip bu konferansta Mearsheimer, "Putin yanlısı" olmakla suçlansa da NATO'nun genişlemesi ve Rusya'nın güvenlik endişeleri konusunu tarafsız bir bakışla ele almış, uluslararası ilişkiler teorisini kullanarak durumu Rusya perspektifinden analiz etmiştir.
Tıpkı Misesyenlerin olayların ardışıklığındaki "düzenlilikleri" araması gibi, uluslararası ilişkiler teorisi de devletlerin davranışlarındaki düzenlilikleri tespit etmeye çalışır. Stratejistler ve politika yapıcılar da devletler sisteminin işleyişini anlayarak, istila gibi küresel olaylara dair genellemeler ve öngörülerde bulunabilir. Ekonomide olduğu gibi, teori ampirik gerçekliği de modelleştirir. Uluslararası ilişkiler gözlemcileri için bu gerçeklik, devletler arasındaki ilişkilerden oluşur. Nihayetinde, disiplin dünyayı yorumlamak için üç temel teori sunar: Realizm, liberalizm ve konstrüktivizm.
Realizm
John Mearsheimer, uluslararası ilişkiler alanında dünyayı realist bir mercekten okuyan önde gelen uzmanlardan biridir. Realizm, devletlerin ve devlet-dışı aktörlerin davranışlarını dizginleyebilecek üst bir küresel otoritenin yokluğuna odaklanır. Başka bir deyişle, dünya uluslararası anarşi koşulları altında yaşar. Bu nedenle devletler, güvenliği diğer kaygıların üzerinde tutmaktadır. Diğer devletlere duyulan güvensizlik, ulusal çıkarlarını korumak için yalnızca kendi güçlerine güvenebilecekleri anlamına gelir; bu ilke "kendi kendine yardım" (self-help) olarak bilinir.
Realizmin temel varsayımları, ilk kez M.Ö. 5. yüzyılda Thucydides'in Peloponnes Savaşı Tarihi eserinde şekillenmiştir: İlk olarak devlet, uluslararası politikanın temel aktörüdür. İkincisi, devlet, üniter (unitary) bir aktördür. Üçüncüsü, devlet, rasyonel bir aktördür: Yani, kararlar alırken maliyet-fayda analizi yapar ve faydayı maksimize etmeye çalışır. Dördüncüsü ise devlet, hem dış hem de iç tehditlere karşı güvenliği öncelikli hedef olarak görür. Metodolojik bireycilik açısından bakıldığında, devletlere insan özellikleri atfetmek abartılı görünebilir. Ancak devlet, "belirli bir toprak parçası üzerinde yasal şiddet kullanma tekelini elinde bulunduran kurum" olarak tanımlandığından, bu şiddeti kendini koruma adına dışarıya yansıtması da mantıklıdır.
Hans Morgenthau ve Kenneth Waltz, realizmi 1648 Westphalia Barışı sonrasında şekillenen modern uluslararası devlet sistemine uyarlamıştır. Morgenthau (1948), devletlerin hem askerî hem de ekonomik güç için birbirleriyle mücadele ettiğini ve bu nedenle mutlak kazançlardan ziyade diğer devletlere kıyasla, göreli kazançlara odaklandığını savunmuştur. Bu mücadelenin en önemli sonuçlarından biri, güvenlik ikilemi (security dilemma) olarak adlandırılan durumdur: Şöyle ki, bir devletin güçlenmesi, diğer devletlerin de karşı tedbir alarak güçlenmesine yol açar. Bu misilleme (tit-for-tat) döngüsü, tarafları gerilim içinde bırakır ve hiçbir tarafın geri adım atma motivasyonu kalmaz.
Kenneth Waltz (1979), geliştirdiği neorealizm (diğer adıyla yapısal realizm) ile uluslararası politikanın, devletlerin içsel özelliklerinden ziyade uluslararası sistemin yapısıyla daha iyi açıklanabileceğini savunmuştur. Uluslararası Politika Teorisi adlı eserinde, dünyadaki güç dağılımının barış ve savaş dinamiklerini belirlediğini teorize eder. Özellikle, uluslararası sistem tek kutuplu (unipolar), iki kutuplu (bipolar) veya çok kutuplu (multipolar) olabilir. İki kutuplu ve çok kutuplu sistemler, gücün daha dengeli dağıtıldığı yapıları temsil ederken, günümüzde ABD'nin hâkim olduğu "tek kutuplu dönem" (unipolar moment) daha merkezî bir güç yoğunlaşması sergiler. Teorisyenler arasında aktif bir tartışma konusu olan temel soru ise şudur: Daha istikrarlı bir küresel barış için en uygun sistem tek kutupluluk mu, iki kutupluluk mu, yoksa çok kutupluluk mudur?
Liberalizm
Liberalizm, devletlerin temelde birbiriyle çatışma hâlinde olduğu yönündeki realist varsayımı sorgulayarak, devletlerin daha iş birlikçi olduğunu savunur. Ticaret, anlaşmalar, normlar, diplomasi ve uluslararası kurumlar aracılığıyla devletler, sıfır toplamlı güç mücadelesi yerine barışçıl etkileşimi öne çıkarır. Bu uluslararası ilişkiler (Uİ) teorisi, kökenini Aydınlanma düşünürlerinden alsa da klasik liberalizmin normatif ideolojisinden farklıdır. Unutulmamalıdır ki Uİ teorileri, devletlerin uluslararası sistemdeki davranışlarını genel bir modelle açıklamaya çalışır. Bu bağlamda, liberal Uİ teorisi, devletleri rasyonel bireyler gibi karşılıklı fayda sağlamak için iş birliği yapan ve etkileşime giren aktörler olarak ele alır.
Devletler, davranışları düzenleyen kuralları uygulamak, iletişimi kolaylaştırmak ve anlaşmazlıkları ara buluculuk yoluyla çözmek için kurumlar oluşturduğunda, karşılıklı kazançlar ortaya çıkabilir. Kolektif güvenlik düzenlemeleri, üye devletlerden birine dış aktörler tarafından saldırı olması durumunda güvenlik garantisi sağlar. Bu kolektif savunma mekanizması, potansiyel saldırganlara karşı caydırıcı bir etki yaratır. Liberaller, güvenlik kaygısını göz ardı etmez. Ancak onlara göre devletler, uluslararası anarşiyle başa çıkmanın gözlemlenebilir bir yolu olarak iş birliğini tercih eder.
Liberalizmin modern bir çeşidi olan neoliberal kurumsalcılık, devletlerin çoğu zaman Robert Keohane ve Joseph Nye'ın "karmaşık karşılıklı bağımlılık" (1977) olarak adlandırdığı yolla iş birliği yaptığını savunur. Devletler resmî diplomasinin yanı sıra çoklu kanallar aracılığıyla etkileşime girerler ve anlaşma sağlanabilecek çeşitli konu alanlarına sahiptirler. Devletler birbirleriyle daha fazla etkileşime girdikçe ve birbirlerine bağımlı hâle geldikçe, askerî güç giderek daha alt sıralara iner. Devletler arasındaki tekrarlanan etkileşimler, ortak çıkarlar bulmalarına yardımcı olur ve askerî güç yoluyla birbirlerinin zayıflıklarını sömürme dürtülerini azaltır. Uluslararası hükümetlerarası örgütler (IGO'lar), bu etkileşimleri kolaylaştırarak karşılıklı fayda üretilmesine yardımcı olur.
Konstrüktivizm
Uluslararası ilişkilerde üçüncü ve daha az bütünleşik bir teori olan konstrüktivizm, küresel politikayı açıklamak için normlar ve kimlikler üzerinde odaklanır. Devletler, kimliklerini bireylerden, kültürlerden ve normlardan türetirler ve bu nedenle uluslararası anarşinin her devlet tarafından farklı yorumlandığını görürler. Sonuç olarak, zıt kimliklere sahip devletler uluslararası politikada farklı çıkarlara sahip olabilirler.
Alexander Wendt (1992), "anarşi devletlerin onu nasıl algıladığıdır" diyerek, gerçekliğin toplumsal olarak inşa edildiği yönündeki postmodern eleştiriyi ifade etmiştir. Devletler dünyayı, seçkinlerinin inançları, kimlikleri ve sosyal normları çerçevesinde görürler. Realistler devletleri öncelikle güvenlik odaklı olarak gösterirken, konstrüktivistler güvenliğin ve ulusal çıkarların tüm devletler için geçerli tek bir nesnel anlamı olmadığını savunurlar. Ayrıca, bir kimliği veya normu oluşturan şey zamanla evrilir ve bu da devlet davranışına ilişkin genel geçer varsayımları geçersiz kılar.
Fikirlerin gücü, konstrüktivistler için önemlidir. Fikirlerin, kültürün ve dilin uluslararasılaşma, sosyalleşme veya melezleşme yoluyla yayılması, kimliklerin şekillenmesinde etkili olan yollardır. Konstrüktivizm, realizm ve liberalizmin yaptığı gibi devletler hakkında kapsayıcı bir teori sunmaz ve daha çok Marksizm veya feminizm gibi eleştirel bir teori olarak düşünülür. Uluslararası politikayı yorumlamadaki değeri, analistlere her ülkenin uluslararası arenaya taşıdığı bireysel kültürleri, tarihleri, değerleri ve normları incelemelerini önermesinden gelir.
Bu Perspektifleri Gerçek Dünyaya Uygulamak
Şu anda en görünür uluslararası olay Rusya-Ukrayna Savaşı'dır. Rusya, 1999 ve 2004'teki NATO genişlemelerini durduramadı; bu genişlemeler Doğu Avrupa ve Baltık Denizi kıyısındaki birçok eski Sovyet ülkesini ve Varşova Paktı üyesini kapsıyordu. NATO, Rusya'nın tarihsel etki alanına girdi ve Rusya'nın batı sınırına dayandı. NATO daha fazla yayılma arayışındaydı: 2008'de Gürcistan ve Ukrayna'nın nihai katılımını desteklediğini açıkladı. Vladimir Putin bunu Rusya'ya doğrudan bir tehdit olarak nitelendirerek karşı çıktı. NATO gibi, Avrupa Birliği de Doğu Ortaklığı önerisiyle Ukrayna'yı kademeli olarak kendi ekonomik yörüngesine çekmeyi amaçlıyordu.
Ukrayna'nın iç siyaseti, gerilimi daha da şiddetlendirdi. 2014'teki ABD destekli protestolar Ukrayna Devlet Başkanı Viktor Yanukoviç'in devrilmesi ve Kiev'de Batı yanlısı bir rejimin kurulmasıyla sonuçlandı. Kısa süre sonra, Rusya yanlısı Ukraynalılar ve Kırım'daki etnik Ruslar devlet binalarını işgal etti ve Rusya, bir sesesyon (ayrılık) referandumunun ardından yarımadayı ilhak etti. Baltık'taki NATO savaş oyunları, ABD'nin Ukrayna birliklerini silahlandırıp eğitmesi ve Ukrayna'nın NATO ile AB etki alanına fiilî entegrasyonunun gelişmesi, Rusya'nın 2022 Şubat sonunda Ukrayna'yı işgal etmesiyle sonuçlandı.
Realistler, liberaller ve konstrüktivistler bu durumu farklı şekillerde görürler. Realistler analizlerini devletlerin güvenlik çıkarları ve güç dağılımı üzerine odaklarlar. Batı etkisi, Rusya için bir güvenlik tehdidi oluşturdu ve Batı lehine bir göreli güç dengesizliği yarattı. Rusya'nın eylemleri, güvenlik çıkarlarını korumak için Batı'nın yayılmasına karşı bir savunma olarak görülebilir.
Liberaller çatışmada iç siyaset ve uluslararası kurumların rolüne vurgu yaparlar. 2014'te Batı yanlısı bir hükümeti iktidara getiren darbe, Rusya'yı ülkeyi istikrarsızlaştıracak ve Ukrayna'yı yeniden kendi ticaret yörüngesine çekecek eylemlerde bulunmaya sevk etti. Ukrayna'daki Batı yanlısı nüfus, NATO ve AB'de çıkarlarını ilerletmenin ve Ukrayna'nın Rusya'ya olan ekonomik bağımlılığını azaltmanın bir yolunu gördü.
Konstrüktivistler çatışmadaki farklılaşan kimliklere daha çok bakarlar. Demokratik Batı kimliğinin cazibesi, Putin'in otoriter Rusya'sıyla keskin bir tezat oluşturuyordu. Kremlin'den gelen vatansever söylem Rus kimliğini vurguladı ve Kırım'ın ilhakını tarihî bir Rus toprağının anavatanla yeniden bütünleşmesi olarak meşrulaştırdı.
Uluslararası ilişkiler uzmanları bu temel teorileri dünyaya bakmanın hem birbirini tamamlayan hem de farklı yolları olarak görürler. Mearsheimer gibi katı realistler NATO'nun yayılmasına Rus tepkisini öngörürken, birçok gözlemci bu teorileri dünya olaylarını yorumlarken dikkate alınması gereken bakış açılarından oluşan bir alet kutusundaki araçlar olarak görür. Buna göre, uluslararası ilişkiler teorilerinin izlenmesi gereken bir dizi kamu politikasından ziyade yorum için mercekler sağladığını anlamak önemlidir. Başka bir deyişle, uluslararası ilişkiler teorisi değerden bağımsızdır ve dünyanın nasıl işlediğini anlamaya çalışır. Bu bakış açısı, sonuçlara ulaşmanın yöntemleri olan iç siyaset veya dış politika ideolojileriyle tezat oluşturur.
Ancak, dış politika önerileri bu teorilerden birinin merceğinden dünyaya bakılarak şekillendirilebilir. Saldırgan realizm, uluslararası anarşinin, devletleri diğer devletlere karşı göreli güç pozisyonlarını sürekli iyileştirme fırsatları aramaya zorladığını savunur. Savunmacı realizm ise bu stratejiyi yanlış yönlendirilmiş olarak görür. Bunun yerine, devletler diğer ülkeleri düşmanca tavır almaya provoke etmemek için kısıtlama politikaları uygulamalıdır. Liberaller genellikle ekonomik karşılıklı bağımlılık, demokrasi ve uluslararası kurumları barış inşasının unsurları olarak görürler. Sonuç olarak liberaller, küresel sistemde ve diğer ülkeler arasında demokrasinin, ticaret ilişkilerinin ve uluslararası kurumların yaygınlaştırılmasını hedeflerler. Liberal değerleri hem ABD hem de hedef ülkeler için karşılıklı faydalı olarak değerlendirirler. Ancak Woodrow Wilson, George W. Bush veya Hillary Clinton gibi bazıları bu kurumları ve ilişkileri güç kullanarak dayatmayı tercih edebilir. Genel olarak uluslararası ilişkiler teorisinde olduğu gibi, bu yaklaşımlar örtüşebilir ve siyasi yelpazedeki veya pusuladaki ideolojilerle doğrudan eşleşmez. Uluslararası ilişkiler teorisinin dış politikaya olan ilişkisi, iktisat teorisinin ekonomik politikaya olan ilişkisi gibidir. Her ikisi de dünyanın nasıl işlediğini anlamaya çalışır ve ardından arzulanan sonuçları en iyi şekilde elde etmek için politika türetir.
Kaynakça
Robert O. Koehane & Joseph S. Nye. Power and Interdependence: World Politics in Transition. Boston: Little, Brown and Company, 1977.
Hans J. Morgenthau, Politics Among Nations: The Struggle for Power and Peace. New York: Alfred A. Knopf, 1948.
Kenneth N. Waltz, Theory of International Politics. Boston: McGraw-Hill, 1979.
Alexander Wendt, “Anarchy is What States Make of It: The Social Construction of Power Politics.” International Organization 46, no. 2 (Spring 1992): 391-425.
Comments