Karl Popper’ın Yanlışlanabilirlik İlkesi Üzerine
- Erdi Serdar

- 31 Ağu
- 5 dakikada okunur

Karl Raimund Popper’ın (1902-1994) bilimsel teorilerle ilgili tespitleri günümüzde yaygın bir şekilde kabul edilir. Kendisini metafiziğe, dogmatik öğretilere mesafeli olarak gören, gerçeğin ve bilimin peşinden koştuğunu iddia edenlerin sık sık atıf yaptığı konulardan biri Popper’ın yanlışlanabilirlik (Falzifierbarkeit; Falsifiability) ilkesidir. Logik der Forschung: Zur Erkenntnistheorie der modernen Naturwissenschaft (Bilimsel Araştırmanın Mantığı: Modern Doğa Bilimlerinin Epistemolojisi Üzerine) adlı kitabında yanlışlanabilirlik ilkesinin ayrıntılarını ortaya koyan Popper’ın bu tespitlerinin ne kadar yerinde olduğunu inceleyelim.
Deneysel Bilim vs. Metafizik
Popper’a göre yanlışlanabilirlik, ampirik (deneysel) bilim ile metafiziği birbirinden ayıran kriterdir. Bir teori, yanlışlanabilme kapısını açık bırakıyorsa, onun ampirik-bilimsel olduğu söylenebilir, aksi takdirde metafiziksel bir açıklama olacaktır. Metafiziksel ifadeler tıpkı matematiksel ifadeler gibi yanlışlanabilir olmayan (nicht-falzifierbar) açıklamalardır ve bu bağlamda ampirik değildir. Metafiziksel ifadelerin gözlem ve deneyle yanlışlanamıyor olması onların gerçek hayatı temsil edemeyeceğini gösterir. Ona göre metafizik, ampirik-bilimsel karakterden yoksun olmasına rağmen anlamlı ve anlaşılabilir olabilir. Yani metafizik, kaçınılmaz olarak anlamsızdır denemez. Metafiziksel inanç, bilimsel gelişmeyi psikolojik olarak destekleyebilir ve bilimde yeni yolların açılmasını sağlayabilir. Popper’ın derdi matematik veya metafizik karşıtlığı değil, deneysel bilim ile deneysel olmayan bilim arasında bir ayrım yapmaktır (Abgrenzungskriterium).
Teori kavramını genel kural, genel cümleler olarak açıklar. Bu bağlamda örneğin “şu elma ağaçtan düşüyor” cümlesini teori olarak sınıflandırmak mümkün değildir. “Bütün objeler birbirlerini çeker” gibi bir cümle teori olarak sınıflandırılabilir. Teori, gerçek dünyaya dair genel ifadelerdir. Teorilerin temel özelliği doğrulanmaları değil, yanlışlanabiliyor olma ihtimalini kapatmıyor olmalarıdır.
Popper’ın Hatası
Peki bu ilkeden ulaşılması gereken sonuç nedir? Deneysel olmayan, yanlışlanabilirlik kapısını açık bırakmayan ifadeler bilimsel değil midir? Bu ifadeler bize gerçek hayatla ilgili faydalı bilgiler aktaramaz mı? Pratikte deney ve gözleme dayalı bir şekilde yanlışlanması mümkün olmayan ifadeler doğru açıklamalar olarak kabul edilmemesi gereken ifadeler midir? İktisat, hukuk, politika söz konusu olduğunda bu tip ifadelerden doğru sonuçlara ulaşmak mümkün değil midir?
Matematik ve geometriyi ele alalım. Bu alanlardaki ifadeler yanlışlanabilme ihtimaline sahip değildir. Ancak buna rağmen gerçek hayata dair önemli, faydalı, doğru bilgiler sunar. 2+2=4 ifadesi veya iki farklı nokta arasındaki en kısa mesafenin bir doğru parçası olduğu bilgisi bunlara örnek olarak verilebilir. Benzer şekilde,
İki farklı materyal obje, aynı anda aynı alanı kaplayamaz.
Bir materyal obje, aynı anda iki farklı alanda bulunamaz.
Tamamen sarı olan bir obje, aynı zamanda tamamen mavi olamaz.
X, Y’nin bir parçasıysa, Y ise Z’nin bir parçasıysa; X, mutlaka Z’nin de bir parçasıdır.
Bu tip ifadeler yanlışlanabilir değildir, yani bu bağlamda deneysel (ampirik) bir karaktere sahip değildir. Bu ifadeler deney ve gözleme dayalı bir şekilde test edilmeyi gerektirmeden doğrudur ve dış dünyaya ait gayet önemli bilgiler verir. Bu tip yanlışlanabilir olmayan bilgiler sayesinde de hayatı anlamak, hayatı kolaylaştırmak mümkündür.
Kimileri bu tip ifadelere varoluşsal fikir teatileriyle karşı çıkmaya çalışır. Yukarıda açıklanan bilgiler her durumda, her ortamda doğru olmak zorunda değildir itirazı öne sürülür. Farklı bir düzlemde, farklı bir evrende bu ifadelerin yanlış olabileceği iddia edilir. Bu itirazlar fikrimce anlamsızdır. Gerçek sandığımız şeyler aslında gerçek değilse, beynimiz bize bir oyun oynuyorsa, bilincimiz aslında bambaşka özelliklere sahipse, bir simülasyondaki karakterlerden ibaretsek ve özgür irademiz yoksa, başka bir evrende bambaşka kurallar geçerliyse bunlar bize neyi gösterir? Bu ihtimalleri dikkate aldığımızda düşündüğümüz, ifade ettiğimiz, algıladığımız hiçbir şeyin bir anlamı yoktur. Bu satırları okumanın, gerçek, doğru, bilim, deney, gözlem veya herhangi bir kavram üzerine düşünmenin en ufak bir anlamı yoktur. Tez ve antitez de anlamsız hâle gelecek, herhangi bir konuyu tartışmak gereksizleşecektir. Bugüne kadar doğru, gerçek bildiğimiz şeyler, tarihsel olaylar, canlılık ve evren belki de başka bir gerçeklikte var olan bir şeyin 3 saniyelik rüyasından ibarettir. Öyleyse 2+2=4 bilgisi deneysel değildir veya yanlışlanabilir değildir diyerek bu bilginin gerçek hayata dair bir şey söylemediği mi iddia edilmelidir? Bu mantıkla, Popper’ın deneysel-yanlışlanabilir olarak kabul ettiği bir bilgi belki de beynimizin bize oynadığı bir oyundur. Sadece deneysel-yanlışlanabilir bilgilerin gerçek hayata dair bir şeyler söyleyebileceği iddiası bir illüzyon ise ne olacaktır?
Öyleyse bilinç, varlık, evren gibi kavramlar yardımıyla bir antitez oluşturmaya çalışmanın sonu yoktur. Herhangi bir iddianın, bu tip kavramlar yardımıyla yanlış olabileceği tezi her zaman ortaya atılabilir.
Sosyal Düzen Oluşturma Çabası ve İktisat
Bütün bunlar akademik tartışmalar olarak gözükse de her birimizin hayatına direkt olarak etki eden sonuçlara sebebiyet verir. Sosyal düzene dair bir tespit ortaya atıldığında Popper’ın yukarıda özetlediğim fikirlerini benimsemiş insanlardan itirazlar yükselir. Bu kadar uç fikirlerin bu kadar kesin şekilde öne sürülmesinin aptalca olduğu iddia edilir. Zira onlara göre kesinlik içeren, yanlışlanabilirlik kapısını açık bırakmayan ifadelerin dikkate alınması saçma olacaktır.
Örneğin özgürlüğe, mülkiyete, barışçıl düzene, uyuşmazlıklara ve bunların çözümüne dair açıklamalar bu sebeple yok sayılmaktadır. Açıklamalar kesinlik iddiasındaysa, yanlışlanabilir karakterde değilse bir dinden farksız olarak görülür.
Benzer şekilde bu çevreler iktisadı da deneysel-yanlışlanabilir bir bilim olarak kabul eder. İktisada ilişkin kesinlik iddiası içeren ifadeleri kabul etmemelerinin sebebi budur. Bu sebeple örneğin para arzı, faiz (zaman tercihi), marjinal fayda gibi kavramlara dair kesin ifadeleri bilim dışı kabul ederler. İktisada dair bir tespit yapılacaksa deney ve gözlemle yanlışlanabiliyor olmasını temel şart koşarlar.
Bu konuya dair şu makalemi inceleyebilirsiniz: İktisatta Kesin Bilgilere Ulaşabilir miyiz?
Liberteryenizm’e ve Avusturya İktisat Okulu’nun temel metodolojisi olan Praksiyoloji’ye karşı öne sürülen en ciddi itirazların başında da bu yanlışlanabilirlik iddiası gelir. Avusturo-liberteryenler dogmatik, bilim dışı olarak yaftalanır. Liberteryenizm (Anarko-kapitalizm) ve Avusturya Ekolü ışığında yapılan özgürlük, mülkiyet, verimlilik, refaha dair açıklamaların yanlışlanabilir karakterde olmamasına atıf yaparak bu açıklamaları reddetmek açık bir şekilde temelsizdir. Popper’ın kitabındaki açıklamaları baz alarak Anarko-kapitalizm’e veya Praksiyoloji’ye karşı çıkmak, görüldüğü üzere, saçmalıktan ibarettir. Yanlışlanabilir olma kapısını açık bırakmayan her bilgi dogma değildir, sorgulanamaz değildir, din değildir. Deneyden bağımsız olarak doğruluğu öne sürülebilen birçok bilgi sayesinde hayatı anlamamız ve ona yön vermemiz mümkündür.
Devletçiliğe Ölümcül Darbe Vuran Kesin İfadeler
“Gönüllü etkileşimde bulunan tarafların her biri, etkileşim sonucunda daha iyi bir duruma gelmeyi amaçlamaktadır.”
Yukarıdaki ifadenin yanlışlanabilirlik kapısı kapalıdır. Cümleyi yanlışlamak mümkün değildir. “Daha iyi bir durum” algısı herkes için farklıdır. Daha iyi bir durum kavramı parasal veya nominal bir olguyu ifade etmez. Gönüllü mübadele gibi bir etkileşime girmiş taraflardan birinin, aslında önceki konumundan daha iyi bir konuma kavuşmayı amaçlamadığı kesinlikle söylenemez. Bu durum her türlü insan eylemi için geçerlidir. Daha iyi bir konuma geçme amacı olmasaydı etkileşime geçmenin de bir anlamı olmazdı.
Bu ve bunun gibi ifadeler deneysel değildir, yanlışlanabilir değildir. Ancak iktisat, politika, hukuk ile ilgili son derece faydalıdır. Bu tip ifadeler sayesinde vergi, fiyat kontrolü, ruhsat, bir kesimi koruyucu kanuni düzenlemeler gibi birçok konuda net tespitler yapmak mümkündür. İki taraf da kâr etmek (parasal veya nominal anlamda değil) amacıyla gönüllü bir ilişki kurduğuna göre üçüncü bir kişinin (devlet, üçüncü kişidir; ilişkinin tarafı değildir) bu ilişki hakkında kendi subjektif yorumunu yapması ve taraflardan birinin aslında zarar gördüğünü iddia etmesi aptallıktan başka bir şey değildir.
Fiyatlara müdahale etmenin, para arzını hiçlikten artırmanın, faizleri dışsal bir şekilde belirlemenin ne kadar yıkıcı sonuçlara sebebiyet vereceğini kesin olarak bilmek bu tip a priori teoriler sayesinde mümkündür.
Azalan marjinal fayda, gözlem veya deneye başvurularak yanlışlanamaz. Aynı malın birim miktarı arttıkça, ekstra birimden alınan fayda gittikçe azalacaktır. Zamanın ve gezegendeki malların kıt olduğu gerçeği, azalan marjinal faydanın kesinliğini gösterir. Bu açıklama sayesinde fiyatları anlamlandırmak veya belli bir politikanın hangi sonuçlara yol açacağını tespit etmek mümkündür. Bu açıklama sayesinde Cantillon Effect (Cantillon Etkisi) nosyonu da bize yardımcı olacaktır: Diğer her şey sabitken para miktarını artırmak her bir para biriminden alınan faydayı düşürecek, sonunda ise sıfırlayacaktır. Basit bir düşünce deneyiyle açıklayayım; yarın herkesin banka hesabına sınırsız miktarda para tanımlanırsa artık o paranın her biriminden alınan fayda sıfırlanacaktır. Herkeste sınırsız miktarda olan bir şey için insanlar neden gerçek mal veya hizmeti takas etmek istesin ki? Cebimde sınırsız para varken neden bir başka insana para karşılığında elma satayım? Elmayı verip de karşılığında para almam bana nasıl bir katkı sağlayabilir?
Bu tip yanlışlanamayan ifadeleri kavradığımızda ceteris paribus (diğer her şey sabitken) ilkesini anlamak da kolaylaşır. “Para arzını artırmak bazı durumlarda para biriminden alınan faydayı azaltmayabilir, paranın değeri düşmeyebilir” gibi iddiaların cehaletten kaynaklandığı daha kolay fark edilir ve tarihsel örnekleri yorumlama yeteneği kazanılır.
Bu tip yanlışlanamayan ifadeler sayesinde devletçi zihniyetin yıkıcı özellikleri de tespit edilebilir.
Sonuç: Bilimsellik ve Yanlışlanabilirlik?
Bütün bu açıklamalar ışığında, bir ifadenin yanlışlanabilir karakterde olmadığını öne sürerek onun bu sebeple “bilimsel olmadığını,” bu tip ifadelere itibar edilmemesi gerektiğini söylemek temelden yoksundur. Yanlışlanabilirlik, bilimselliğin ön şartı değildir. Din, dogma, metafiziğe başvurmaksızın a priori önermelerle tamamen rasyonel bir şekilde gerçeğin peşinde koşmak mümkündür. Fizik gibi bir alanda yanlışlanabilir önermeler ortaya atmak ve bu önermeleri deney-gözlem ile yanlışlamaya çalışmak ayrı; iktisat, hukuk gibi alanlarda rasyonel bir yöntemle a priori önermelere ulaşmak ayrı şeydir.




Yorumlar