top of page

Sosyalist Bir Toplum Var Olamaz

Güncelleme tarihi: 6 Eyl

Sosyalist Bir Toplum Var Olamaz

Ludwig von Mises, 1922 tarihli Sosyalizm adlı çarpıcı başyapıtında, sosyalizm ideolojisine karşı 600 sayfalık bir taarruz başlatmıştır. Mises’in savunduğu klasik liberalizm, bu kitabını yayınladığı yıllarda entelektüel sahadan neredeyse tamamen kaybolmuştu ve sosyalizmin -mantığa savaş açıp salt duygulara hitap eden- sözde cazibesi, Avrupa’nın akademisyenlerini ve profesörlerini mest etmişti. Mises, sosyalizmi yumuşak bir dille eleştirmekten ya da alternatif bir sistem için zayıf bir öneri öne sürmekten pek hoşnut değildi. Hatta daha da cüretkâr bir şekilde, başarılı bir sosyalist sistemin sadece uygulanamaz veya verimsiz olduğunu değil, aynı zamanda imkânsız olduğunu da savunmuştur. Bu davasını ilerletmek için kullandığı en ünlü argüman da sosyalist bir ekonominin doğası gereği tek merkezden olacak planlayıcılarının, kaynakları verimli bir şekilde tahsis etmelerinin hiçbir yolunun olmadığını öne süren Ekonomik Hesaplama Problemi’dir. Sosyalist bir ekonominin imkânsızlığına dair bu iddia kendi başına yeterince güçlüdür, ancak Mises daha da güçlü bir iddiada bulunur. Yani yalnızca sosyalist bir ekonomi imkânsız değildir, aynı zamanda sosyalist bir toplum da imkânsızdır. Tam olarak söylemek gerekirse, sosyalist bir toplum var olamaz.


Bu şaşırtıcı iddiayı anlamak için öncelikle toplumun temel gerçeklerini, yani toplumun ne olduğunu ve nasıl ortaya çıktığını ortaya koymalıyız. Mises şöyle yazıyor:


Toplum, kooperasyondur, iş birliğidir ve eylem hâlindeki topluluktur. Toplumun bir organizma olduğunu söylemek, toplumun iş bölümünden ibaret olduğu anlamına gelir. Bu fikrin hakkını vermek için, insanların kendilerine belirledikleri bütün amaçları ve bunlara ulaşmak için kullandıkları araçları dikkate almalıyız. Bu, düşünen ve isteyen insanın her türlü karşılıklı ilişkisini içerir. Modern insan, yalnızca maddi ihtiyaçları tek başına karşılanamayacak bir varlık olarak değil, aynı zamanda toplum dışında mümkün olmayacak bir akıl ve algılama yetisi gelişimine ulaşmış bir varlık olarak da toplumsal bir varlıktır.¹

Mises’e göre toplum, bireylerin birbirleriyle olan etkileşimlerinin bir ürünüdür. Bu etkileşimlerin nihai ifadesi ise iş bölümüdür. İnsan ilkel hâliyle kendi kendine yeten bir varlıktır. İhtiyaç duyduğu her şey, yani yiyecek, barınak, giyecek ve daha fazlası tamamen kendisi tarafından üretilir. Bununla birlikte, insan bunun yerine belirli üretim süreçlerinde uzmanlaştığında ve mallarını diğerleriyle mübadele (değiş tokuş) ettiğinde, daha önce onun için erişilmesi zor olan yaşam standartlarına erişebilir. Bunun bariz olağan ekonomik sonuçları olduğu kadar önemli sosyal sonuçları da vardır. Tanıdığımız insanlarla kurduğumuz etkileşimler yoluyla bir aile veya kabile oluşturulabilir, ancak bu sınırlı etkileşimler bir toplum yaratmaz. Daha yüksek bir toplumsal örgütlenme düzeyine ulaşmak için tanımadığımız insanlarla da etkileşime geçmek gerekir. İş bölümü yoluyla ticaret ve mübadele, tam da bunu başarmanın yoludur:


İş bölümü altında çalışmanın daha verimli olması birleştirici bir etkidir. Birbirimizi var olma mücadelesi veren rakipler olarak değil, refah için ortak mücadele veren türdeşler ve yoldaşlar olarak görmemizi sağlar. İş bölümü en nihayetinde düşmanlardan dostlar, savaşlardan barış, bireylerden toplum yaratır.²

İş bölümünün toplumu nasıl yarattığını görebiliyoruz, ancak iş bölümüne tam olarak ne yol açıyor? Bizi ilk etapta toplumsal örgütlenmeye iten temel neden nedir? Mises bize sağlam bir cevap sunar:


Toplum düşünce ve iradenin ürünüdür. Düşünce ve iradenin dışında var olmaz. Varlığı insanın içinde yatar, dış dünyada değil. İçten dışa doğru yansıtılır.³

Toplum, insanın herhangi bir niyet olmaksızın, kazara içine düştüğü bir şey değildir. İnsanın bir ürünüdür ve aklın bilinçli kullanımıdır. İnsan, bireysel otarşiden daha üretken olduğunu fark edip benimsediği için iş bölümünü benimser ve toplumsal bağların kendisine sağladığı faydalar nedeniyle toplumla ilişki kurar. Dahası, deyim yerindeyse toplum, otomatik pilotta sürdürülen basit bir varoluş değildir. Daha ziyade, içinde yaşayanlar onun varlığından yararlanmaya devam ettikleri için bilinçli olarak sürdürülür. Eğer durum böyle olmasaydı, şu anda etrafımızda gelişen sosyal bağlar ve büyük ölçekli topluluklar hemen yok olurdu.


Toplumun bu yönlerini daha iyi anlamak ve bağlamsallaştırmak için Mises iki farklı sistem türü arasında bir ayrım yapar: Organizma ve organizasyon (teşkilatlanma). Hakkını tam olarak verebilmek için ondan uzun bir alıntı yapacağım:


Organizma ve organizasyon, yaşamın bir makineden, doğal bir çiçeğin yapay bir çiçekten farklı olduğu kadar birbirinden farklıdır. Doğal bitkide her hücre kendi yaşamını kendisi için sürdürürken diğerleriyle karşılıklı olarak işlev görür. Yaşam dediğimiz şey işte bu kendi kendine varoluş ve kendi kendine bakımdır. Yapay bitkide ayrı parçalar ancak onları birleştirenin iradesi etkili olduğu ölçüde bütünün üyeleridir ve ancak sadece bu irade etkili olduğu ölçüde karşılıklı ilişki hâlinde oldukları teşkilatlanmanın içindeki parçalardır. Her bir parça, ancak kendisine tahsis edilen yeri işgal eder ve deyim yerindeyse yalnızca talimatlar üzerine o yeri terk eder. Bu çerçevede parçalar, ancak yaratıcı/yapıcı onları yaratılışları içinde canlı bırakmış olduğu sürece yaşayabilir, yani kendileri için var olabilirler... Organizasyon, yani insan teşkilatlanması da bundan farksızdır. Toplum gibi o da iradenin bir ürünüdür. Ama bu durumda irade, çiçekçinin canlı bir gül üretmesinden daha fazla canlı bir sosyal organizma üretmeyecektir. Teşkilatlanma, yaratıcı/kurucu irade etkin olduğu sürece bir arada durur, etkin değilse dağılır. Teşkilatlanmayı oluşturan parçalar, ancak kurucu kendisini onlara dayatabildiği ve onların hayatını teşkilatın içinde sabitleyebildiği ölçüde bütünle birleşebilir. Teşkilatlanma, otoriteye dayalı bir topluluktur, organizma ise mutualitedir, karşılıklılıktır.

Mises daha sonrasında şu sonuca varmaktadır:


Toplumu organize etmeye çalışmak, ölü parçalardan yeni bir bitki yapmak için canlı bir bitkiyi parçalara ayırmak kadar çılgınca bir şeydir. İnsanoğluyla ilgili bir teşkilatlandırma, ancak canlı sosyal organizma öldürülmüş olduktan sonra tasavvur edilebilir. Bu nedenle kolektivist hareketler başarısızlığa mahkûmdur. Tüm insanlığı kucaklayan bir organizasyon yaratmak mümkün olabilir. Ama bu, her zaman, kendisiyle yan yana sosyal hayatın devam edeceği bir teşkilattan ibaret olacaktır. Bu teşkilat, sosyal hayatın güçleri tarafından değiştirilebilir ve tahrip edilebilir ve bu güçlere karşı isyan etmeye çalıştığı andan itibaren kesinlikle yıkılacaktır. Toplumculuğu ya da kolektivizmi hayata geçirmek için, öncelikle, tüm toplumsal yaşamı öldürmek, sonra da kolektivist devleti kurmak gerekir.

Mises bir organizmayı, tüm parçalarının kendi çıkarlarına dayalı olarak kendini devam ettiren bir etkileşim sistemi olarak görür. Tek tek parçalara nereye gidecekleri ya da daha büyük sistemi sürdürmek için ne yapacakları söylenmez, bunun yerine sistem sürdürülür çünkü bunu yapmak bireysel olarak onlara fayda sağlar. Kimse onları bir araya gelmeye ya da birleşmeye zorlamaz, ancak hepsi birbirinden bağımsız olarak ayrı olmaktansa birlikte daha iyi durumda olduklarını da kabul ederler.


Buna karşın, organizasyon (teşkilatlanma), tek bir iradenin sonucu olarak yaratılan bir sistemdir. Sistemin her bir parçasına görevlerini belirli bir yerde ve belirli bir zamanda yerine getirmeleri emredilir. Bu bireysel parçaların kendi iradeleri yoktur, ancak organizatörün iradesinin köleleridirler. Bu organizatör, teşkilatlanmayı oluşturur ve kendisi aracılığıyla sürdürür. Eğer herhangi bir noktada bunu ihmal ederse, teşkilat dağılır. Mises’in bu iki sistem türü için kullandığı münasip metafor, çiçeğin organizmasına karşı yapay çiçeğin teşkilatlanmasıdır. Çiçek, kendi iyiliği için birlikte çalışan tüm doğal parçaları tarafından bir arada tutulur. Yapay çiçek ise sadece onu yerinde tutan yapıştırıcı tarafından bir arada tutulur.


Organizma ve organizasyon arasındaki ayrım, insan toplumunu anlamamız için çok önemlidir. Mises’in belirttiği gibi, toplum bir organizmadır. Kendi çıkarları için uyum içinde çalışan her bir parçası tarafından bir arada tutulur. Nasıl çiçeğin her bir parçasına bir arada durmasını emreden bir çiçek diktatörü yoksa, toplumun her bir parçasına bir arada durmasını ve ne yapması gerektiğini emreden bir sosyal diktatöre de lüzum yoktur. Hepsi bunu kendi iradeleri ve hür iradeleriyle hâlihazırda yapmaktadırlar. Toplumun, insanın kendi aklını kullanarak iş bölümünü sürdürmesinin bir ürünü olduğunu gördük, ancak bu uğraşının sahip olması gereken hayati bir nitelik vardır: Bu nitelik de gönüllü olmasıdır. Sosyal organizmanın her bir üyesi, uygun gördükleri şekilde bu organizmaya katılmakta özgür olmalıdır. İnsan arzu ettiği sosyal bağları aramakta ve kurmakta özgür olmalı ve bunu yapmaya zorlanmamalıdır. Özgür seçimin bu yönü isteğe bağlı değil, bir toplumsal düzenin tanımlayıcı özelliğidir.


Toplum bir organizmadır, ancak kolektivist ideolojiler onu öyle görmez. Bunun yerine toplumu, kontrol edilmeye ve etki altına alınmaya açık bir organizasyon olarak görmektedirler. Sosyalistlerin toplumsal dönüşüm hedeflerine ulaşabilmeleri için, kendilerini toplumun itici iradesi olarak konumlandırmaları gerekir. Bu başarıldığında, toplumu doğru ve adil olarak gördükleri şekilde yeniden düzenlemekte ve dönüştürmekte özgür olacaklardır. Tüm bu düşünce çerçevesi, tamamen toplumun bir çömlekçinin çamurunu şekillendirmesi gibi toplumun yukarıdan manipüle edilebileceği teşkilatlanma fikriyle istila edilmiştir. Sosyalistler bundan daha fazla yanılıyor olamazlar. Mises’in de söylediği gibi, “toplumu organize etmeye çalışmak, ölü parçalardan yeni bir bitki yapmak için canlı bir bitkiyi parçalara ayırmak kadar çılgıncadır.” Düzenin yukarıdan dayatıldığı yerde, sosyal bağlar yoktur. Bir güç rejimi altında, karşılıklılık, kardeşlik veya özgürlük olamaz. Dolayısıyla toplum da olamaz.


Sosyalistler ütopik fantezilerini yaratmaya çalışırken, bu süreçte toplumu yok etmek zorunda kalacaklardır. Toplumsal çiçeğin her bir parçasını koparacak ve umutsuzca hepsini kendi tasarımlarına göre bir araya getirmeye çalışacaklardır. Ancak herkes çiçeğin organizmasının yok edildiğini ve geriye kalan tek şeyin yarattıkları içi boş organizasyon olduğunu görebilir. Bir toplumu toplum yapan şey inşa ettiği binalar, yollar, pazar yerleri ya da mahalleler değil, bunların içinde gerçekleşen gönüllü etkileşim ve ilişkilerdir. İnsanların özgür olmadığı yerde toplum yok olmuş ve geriye sadece kasvetli bürokratik örgütlenme kalmıştır. Her şeyi nasıl yeniden düzenlerseniz düzenleyin, toplumsal bağlar onarılamaz bir şekilde kopmuştur.


Sosyalistler bir toplum yaratamazlar. Topluma benzeyebilecek şekilde yapılandırılmış, düzenli bir teşkilatlanma oluşturabilirler, ancak yine de asla istenilene ulaşamayacaklardır. Başarabilecekleri en iyi şey yapay ve acınası bir taklittir, suniliktir, surettir. Özellikle organizasyon paradigmasına odaklanan kolektivist zihniyet, yalnızca sosyal bağların yok edilmesini ve bunların yerine sahte bir topluluğun getirilmesini sağlayacaktır. Bu nedenle, herhangi bir kolektivist plan başarısız olmaya mahkûmdur. Eşit, makul ve adil bir toplum yaratma ve dönüştürme hedefleri asla gerçekleşmeyecektir çünkü herhangi bir toplum yaratmaları mümkün değildir. Ekonomik planlamacıların bir ekonomi planlayamamaları gibi, sosyal planlamacılar da bir toplum planlayamazlar. Bu olanaksız, ihtimal dışı ya da gerçek dışı değil, tamamen ve düpedüz imkânsızdır.


Toplumun ilerlemesi, büyümesi ve gelişmesi için kolektivist organizasyon modeli reddedilmelidir. Bunun yerine, toplum organizması kucaklanmalıdır. İnsanların gönüllü ve özgür etkileşimleri teşvik edilmeli ve toplumun kendiliğinden düzeni tanınmalıdır. Toplumun tüm savunucuları, müttefikleri ve onu korumak isteyenler için başka bir alternatif yoktur.


Dipnotlar:

2. A.g.e., ss. 294-295.

3. A.g.e., s. 291.

4. A.g.e., ss. 295-296.

5. A.g.e., ss. 296-297.



Yazar: Zorbey Uyanık

Yorumlar


Yazı: Blog2 Post
bottom of page