top of page

Deflasyon; Mises-Rothbard Ekolünün Farkı

24/04/2014 - Serkan Kiremit

“Zenginliğe atılan her adım, tasarrufun neticesidir. En dâhiyane teknolojik niyetler, eğer onun kullanılması için gereken sermaye malları tasarrufu sayesinde biriktirilmemiş olsaydı, pratikte bir işe yaramayacaktı.” - Ludwig von Mises, “Anti-Kapitalist Zihniyet”, s.35.


Ekonomi biliminin bilimsel bilgisine düşman olanlar ikiye ayrılır. Birinci tip; doğa bilimlerin deneysel başarısıyla oluşmuş teknolojik yeniliklerin getirdiği harikulade ilerleme ile oluşmuş zenginlik çağına inananlar. İkinci tip ise evrensel iktisat bilgisine inat yaratılmış paranın mucizevî gücüyle; düşük tutulan faiz, bol dağıtılan kredi, sürekli arttırılan fiyat ve malların şişirilmiş baskısıyla oluşturulan kârlar dünyasıyla bir hızla refaha koşanlar.

İnsanlığın gelişme evrimi otomatik değildir. Afrika çöllerinden mağaralara sığınmamıza, avcı-toplayıcı iken toprağa bağlanmamıza, feodal çağlardan sanayi çağına oradan uzay çağına sıçrayışımız asla kısa dönemde oluşmamıştır. Bu iş uzun dönem meselesidir.

Zenginlik ve refah asla insana içkin değildir. Bu Marx’ın ortaya attığı 'Maddi üretken güçler' ya da Hayek’in dediği gibi 'Kendiliğinden doğan düzen' ile oluşmamıştır. Bu iyimser gelişme; uzun dönemde üç ileri tipin evrensel iktisat ilkeleriyle farkında olarak birleşmesiyle oluşmuştur. İlkin; tasarruf yapanlar, ikincisi tasarrufları sermaye mallarına yatıranlar, üçüncüsü ise sermaye mallarının kullanımını tahsis edecek yeni ve verimli yollar bulanlar.

Görüldüğü gibi bu üç ileri tipin ortaya çıkması için yaratılmış para, bol kredi, malların fiyat artışı ya da havadan yağmur gibi yağan teknolojik ilerleme gerekmez. Toplumsal ve yasal engellerin ortadan kalkması yeterlidir. Yeter ki toplum ve devlet; tasarruf yapanları, girişimcileri ve tüketicilerin önlerini açsın. Onlar doğal mülkiyet hakların suç ve cezalarını bilerek hareket ettikleri sürece iktisadın evrensel yasaları insanlığı uzun dönemde ama en verimli ve etik bir biçimde özgürlüğe, refaha ve mutluluğa çağıracaktır.

Keynesyen ve monetarist iktisatçılar ülkenin gayrisafi millî hasılatı yükseldiği oranda eşit şekilde devletin yarattığı karşılıksız para ile çok az işsizlik ve enflasyonla sürekli büyüyen bir ekonomi ile medeniyetimizin hiç durmadan hızlanarak genişleyeceğini iddia etmektedirler. Bu tamamen safsatadır. Bu safsataya inanmayan modern dünyada neredeyse yoktur.

Bu enflasyonist büyüme safsatasına inanmayan çok az kişinin akıl feneri Mises-Rothbard’tır. Avusturya İktisat Ekolü'nden olanlar bile Mises-Rothbard ekolünü marjinallikle suçlamaktadırlar. Bunun nedeni Mises-Rothbardcıların %100 altına dayalı para iktisadına inanmasıdır. Mises-Rothbard’ın en büyük farkı -kendi ekollerinde dâhil- hiçbir şekilde yaratılmış ya da serbest paraya güvenmemesidir. Onlar için en ufak, az ya da iyi bir enflasyon yoktur. Enflasyon tartışılmaz kesin bir kötüdür.

Peki deflâsyon öyle midir? Hayır, deflâsyon devlet eli ile yaratılmamış ise deflasyon mutlak iyi bir şeydir. Bu Mises-Rothbard ekolünün büyük ve net farkıdır.


Tarihin iktisadi doktrini basit duygusal bir ilkeden doğmuştur. Enflasyon: fazlalıktır, artıştır ve genişlemedir. Deflasyon ise bozulma, gerileme ve daralmadır. Hiçbir aydın bu saf, basit, temel, duygusal akıl yürütmeyi iktisadın evrensel kanunları ile karşılaştırmamış, buna tenezzül etmemiştir. Aksiyomatik tümevarımsal metodu bu ilkeye uyarlamamıştır bile sadece görünen yüzle idare etmişlerdir. His ve sezgi ne derse o doğrudur. Düşünmeye gerek yok.

Aslında Mises-Rothbardcılık kısaca şudur: Mal-Para’ya %100 bağlı olmayan herhangi bir para arzındaki bir artış -bu ister devlet tarafından ister özel sektör tarafından olsun- asla ekonominin itici gücü olamaz. Çünkü %100 mal-para’ya bağlı olmayan paralar ile genişleyen kredi ekonomisi asla fiyatlar genel seviyesini istikrarlı, faizleri düşük tutacak ama tersine kârları sürekli artıracak bir enstrüman değildir. Mises-Rothbardcılık tek kelime ile bu teorilerin tersine: %100 altına bağlı para ve finans kurumlarıyla sıfır enflasyonist bir ortamda sürekli artan tasarruf ve emeğin işbölümü ekonomisiyle, bu tasarrufların sermaye mallarına yatırımıyla artan paranın satın alma gücüyle yeni ve verimli yöntemlerle değişen teknolojik yeniliklerle refaha ulaşma meselesidir.

Bu açıdan deflasyonist politika bugünün bilinen modern iktisat bilinciyle uyuşmamaktadır. Maddi gelişimin karşısındaki güç deflasyon değildir. Tam tersine maddi gelişimin itici gücü deflasyondur. Deflasyon elbette vişne suyunu, şuruba ve ilaca çevirecek değildir. Deflasyon kredi genişlemesini daraltmak yani resesyonu ve depresyonu azaltma politikasıdır. Deflasyon para yaratma aktivitesini yok etmek yani paranın satın alma gücünü sürekli yükseltme siyaseti ve ekonominin gelişimini belli imtiyazlı sınıflardan alıp herkese bu refahı dağıtma amacıdır. Deflasyon balon kârları, ucuz parayı, yanlış-yatırımları azaltma ve devletin ekonomiye müdahalesini azaltma hedefidir.

Enflasyonistlerin bugüne kadar bize armağan ettiği şey açıktır: Daha fazla vergi, bütçe açıkları, gümrük duvarları ve devletin sürekli durdurulamaz müdahale etme gücü…

Bu makaleye muhakkak bir not düşmemiz gerekmektedir. Deflasyon devlet eliyle yapılırsa yani insanların tasarruflarına ulaşması engellenirse, altın-parayı zorla insanların yastık altından alıp devlet kendi kasasına koyarsa ya da halkın kredi alma girişimlerine yasal ve keyfi olarak zorlamalar getirilirse; hükümet deflasyon politikasını uygulamış olur. Ama sonuç gene felakettir. Çünkü kitleler kendi suçları olmayan bir enflasyon politikasını tek başlarına sırtlamış olurlar. Bu maliyeti sırtlamak topluma ve onun mutluluğuna asla iyilik getirmez. Halk öfkesini gene kendinden çıkaracaktır. Bugün buna en iyi örnek Japon Halkıdır.

Deflasyon politikasının iyi olabileceği tek uygulama alanı vardır. O da; basit, net ve evrensel iktisat ilkelerine bağlı olan, herkesin kabul ettiği tek gerçek ve doğal para birimi olan %100 altın standardına bağlanmaktan geçer. Bu politika sonrası genel fiyatlar sürekli aşağıya düşecek ve buna bağlı olarak paranın satın alma gücü sürekli yükselerek maliyetlerin aşağıya düşmesi ile birlikte kârlar durmaksızın artacaktır. Refah, zenginlik ve mutluluk böylece belli bir zümrenin tekelinden çıkıp halka bir hızla yayılacaktır.

Lafımı kesip, para arzı artışı maddi gelişim üzerinde bir etkisi olmayabilir ama teknolojik gelişmeler olmasaydı asla bilgisayar, araba ve cep telefonu sektöründe maliyetler azalmaz, böylece sıradan insan buna ulaşamaz diyorsunuz değil mi? Size iki cevap vereceğim: Birincisi insan ateşi, yazıyı ya da tekerleği parayı bulmadan önce keşfetmiştir. Yani bu şu demektir. Teknolojik gelişmelerinin para arzı ile alakası manasızdır. İkincisi ise insan teknolojik açıdan bulduğu her şeyi kullanmamaktadır. Neden mi? Birincisi tüketiciler keyfe keder şeylere kendilerini meyletmektedirler. Çağrı cihazları, daktilo ve zeplin büyük teknolojik yeniliklerdir. Zira tüketiciler onlara nedeni belirsiz bir şekilde sırt dönmüşlerdir. Kısaca iktisadi gelişmenin yani maddi refahın başlangıç noktası ne para arzındaki artış ne de havadan yağmur gibi yağan teknolojilerdir. İşin özü tasarruf, sermaye, girişimciler ve en sonunda da sermayenin marjinal verimliliği yasasıdır.

İktisadın evrensel ilkeleri üzerine kafa yormayanlar için ekonomi zor, karanlık ve kapalı bir bilimdir. İktisat asla doğal bilimlerdeki gibi deneysel, gözlemsel ve istatistikî bilgiyle anlaşılacak bir şey değildir. İktisat insanın hür tercihlerini mantıksal çıkarımlarla desteklemenin bilimidir. Burada önemli olan şey; gönüllü oluşturulan şeylerin insan doğasına içkin olmasıdır.

Makalenin konusu olan deflasyon bütün çağların iktisadi şeytanı olsa da o aslında gerçek bir kurtarıcıdır. Deflasyon uzun dönemde insanlığın yarattığı medeniyetin en büyük harçlarından biridir. Artan üretim yanında düşen maliyetler ve bunun neticesi olarak toplam talebi karşılamak için sürekli düşen fiyatlar ama hiç düşmeyen kârlar meselesi tamamen deflasyona işaret etmektedir. Mesele bu iş, gönüllü olmuş ise ballı-kaymaktır.

Bastiat gibi olayı aydınlatırsak fiyatların düşüyor olması birkaç üreticiyi korkutabilir, fakat fiyatların düşmesi herkes için sevinç kaynağı değil midir? Mesele olaya nereden baktığımız değil de demokratik çoğunluk ne ister açısından bakıyor olmamız değil miydi? Ben mi yanlış hatırlıyorum. Keynesyenler toplumcu, Avusturyacılar acımasız bireyci değil miydi?

Herkesi bir kez daha düşünmeye davet ediyorum. İktisadın ‘kutsallarına’ dokunma zamanıdır, artık geç kalamayız. Çünkü iktisadi geleceğimiz şimdi ne yaptığımıza bağlıdır.

━━━━━━━━━━━━━━━━━━━━━━━━━━━━━━━━━━━━━━━━━



583 görüntüleme1 yorum

Son Yazılar

Hepsini Gör
Yazı: Blog2 Post
bottom of page