01/09/2012 - Serkan Kiremit
“En içten demokratı tahta oturtun, hemen inmezse kesinlikle despotlaşacak ve hainleşecektir.”
Mihail Bakunin
(Bu makale 12 Eylül 2012 Referandumu’na bir reddiyedir.)
Kötü araçlar kötü sonuçlara götürür. Kötü anayasa kötü düzene sürekler. Türkiye’de liberalizm “ezelî mağluptur” çünkü bu coğrafyada ve tarihte her zaman ve mutlak olarak “Memurlar Dalaşı”nın savaşı vardır. Kapıkullarının, subayların, hükümet görevlilerinin, yeniçerilerin, kadıların, hakimlerin, merkezî hakimlerin, ulemanın, devlet profesörlerinin ve bürokratların “imtiyazlar ve hiyerarşi kimin elinde olacaktır” sorusunun savaşıdır. Türkiye’de liberal düşüncenin boy atması için “anayasa” değil, “baba düşünce” ya da “sıkı düşünce” lazımdır.
Bu ülkenin tarihi ve coğrafyası daha yeni yeni “sivil toplumla” karşılaşmaktadır. Bu, elbette “memurların”(hükümet de devlet memurudur, burada dizgi hatası yoktur) sevmeyeceği bir toplum türüdür. Ne yaparsak yapalım, bu böyle. Kimsede suç bulamayız. Ama Türkiye Cumhuriyeti’ni kuranlar Osmanlı Subaylarıydı. Bu böyle... Ve ne yazık ki yeniçeri ocağı kapatılamamıştır! Sadece başkent değiştirmiştir. İstanbul’dan Ankara’ya...
Türkiye’de liberalizm, sadece “devlet kontrolündeki özel mülkiyeti” savunan birkaç parti, tüccar ve esnaf dışında ses getirmemiştir. Bu durum aslında devlet yönetiminde kapitalizmdir. Ama liberalizmi temsil ettiğini iddia eden “DP” (Demokrat Parti), CHP’den çıkma bir partidir. O da toprak ağalarının (Adnan Menderes), devlet profesörlerinin (Fuat Köprülü), polis müdürlerinin ve devlet savcılarının (Refik Koraltan), devlet-parti bankasının kurucusu ve ittihatçıların (Celal Bayar) eseridir. Ve toprak reformuna karşı durarak ne kadar “kapıkulu ve hiyerarşi yanlısı” olduklarını göstermişlerdir. DP, liberalizmin aslî unsuru olan düşünce ve basın özgürlüğüne asla tahammül göstermemiştir. Kendisini Sünni laik Türk halkının partisi olarak fazla merkeze almıştır. Bu açıdan azınlıklara asla hoşgörü göstermemişlerdir. Onları yok saymışlardır. Azınlıklarla tek iletişimleri feodal sistemin devamını sağlayan “toprak ağaları ve onların marabalarıdır.” Doğudan oy alıp feodal sistemin devamını sağlamaktan başka bir şey yapmamışlardır. Bu ülkede başka dillerin ve üslupların olduğunu kabul etmeyip Anadolu tarihi ve coğrafyasını “Hakim ulus ve onun devleti” olarak görmekten başka bir şey yapmamışlardır.
DP’nin ardılları Süleyman Demirel ne yazık ki Devlet Su İşleri İdaresi’nin genel müdürü, Turgut Özal da Devlet Planlama Teşkilatı’nın müsteşarıdır (baş bürokratıdır). Kısacası, kendilerini “sivil toplumun” mirası saydığımız ne varsa hepsi aynı kapıdan geçmiş ya da çıkmışlardır: Devlet kapısı...
Devlet kapısı “memurlar dalaşının” birinci ve vazgeçilmez maddesidir. Bugün “liberalim” diyenlerin büyük bir çoğunluğu “hazineden geçinenler, hazineden geçinmişler ve hazineden geçinmek isteyenlerin sığınağıdır.” Türkiye’de liberalizm, devlet profesörlerinin ya da Osmanlı ulemasının, devlet (hükümet ne fark eder!) televizyon ve radyolarından maaş alanların, hükümet medyasının (devlet ne fark eder!) gazetelerinde köşe kapmışların, hükümetin papağanlığını yapanların ve en önemlisi bürokrat olmak, milletvekili olmak isteyenlerin örtüsüdür.
Oysa liberalizm bir anayasanın dar kalıplarından öte, sıkı örülmüş ilkeleriyle ve hatta evrensel hayalleriyle hâlâ bireysel, genç, dinamik ve etkindir. Ne olursa olsun içinde yaşadığımız toplumun bütün yanlışlarını hoşgörüyle karşılayacak kadar gönlü zengin ama devraldığı mirasları da bir çırpıda harcayacak kadar heveslidir. Aslında liberalizm için özel koşullar ve ayrıcalıklar gerekmez. Evrensel ve basit ilkeler gereklidir. Ve bugün liberalizm için yapılan ise ilkelerden sapmadır, sapkın bir yoldur. Bu yol “özgürlüğün sonuçlarından korunma” politikasıdır. Oysa yukarıda belirttiğimiz gibi bu “sivil toplumun” yapacağı şeyler değil, Memurlar Dalaşı’nın yapacağı işlerdir.
Örneğin sigara içme hürriyetinin sonucu olarak kanser ve sağlıksız bir toplum, özgürlüğün bir sonucudur ve hükümet bunu yasaklamıştır. İddaa gibi şans oyunlarının gelirini halkın elinden alarak sonuçta halkın devletten daha fazla gelir etme yolları bulmasını hükümet derhâl yasaklar. Neden? Çünkü aslında Türkiye hâlâ “sivil toplum” olamamıştır. Sivil toplum basit ve net bir ilkeye tâbidir: Kendi yanlışını yapma ile yanılgısında ısrar etme ve sorumluluğu -başkası tarafından karşılanmayacak şekilde- üzerinde taşıma düşüncesidir... Hâlâ hazineden kendi yandaşlarına ve partizanlarına kredi dağıtan bir hükümet neyin özgürlüğünden ve halk yandaşlığından bahsedebilir ki? Ya da batık bankaları ve gazeteleri halkın parasıyla kurtarmak nasıl olur da liberal endüstri çağında bir ekonomi politikası olabilir?
Türkiye dindarları “cumhuriyetle yaralanmışlardır”. Elbette burada acılar, ıstıraplar, hayal kırıklıkları vardır. Ama bastırılmış bir azınlık olarak “dindarlar” Osmanlı devletinde hep iktidardaydılar. N'aber? Bu iktidar sarkacı 1908’den 1993’lere kadar kendilerine uğramamıştır. O kadar...
Oysa bizler, yani liberaller “ezelî mağluplar” olarak her zaman ve her yerde marjinal kalmışızdır ve bu coğrafyada daima marjinal kalacağız. İşte liberal entelektüellerin en büyük hatası budur! Anında yalnızlıktan korkarak herhangi bir gruba katılırlar, özgünlüklerini ve ilkelerini yitirirler... Bugün liberaller cemaatlerde ve hükümet yanlısı partilerde kendilerini saklamaktadırlar. Ne üzücü...
Şimdi bu uzunca izahtan sonra anayasa değişiklik paketine liberal ilkeler adına neden hayır?
1982 anayasasına %100 karşıyız, bu doğru... Fakat 1982 darbe anayasası YÖK’ün kurulması, cumhurbaşkanlık makamının yetkilerinin artırılması ve imtiyaz sahiplerinin dokunulmazlığının tesisi değil midir? Anayasada bununla ilgili tek bir kelime yok... Bunun için hayır!
Anayasalar uzlaşmalarla değil, (İngiltere örneğindeki gibi) ilkeler veya örf-âdetlere göre yapılır. Bu anayasa değişikliği bir ilkeler değil, kafa karışıklığının sonucu olarak ortaya çıkmıştır. Hırsın ve kinin anayasası barış değil, kavga getirir. Bu ilke liberal hoşgörü ilkesine aykırıdır. Bu yüzden hayır!
Bu anayasa hâlâ azınlıkları ve haklarını tanımamaktadır. Bu, liberal ilkeye göre aykırıdır. Bu yüzden hayır!
“Türkiye Cumhuriyeti sosyal hukuk devletidir” ilkesi, liberal ilkenin tersidir. Çünkü liberalizm amaç olarak sosyal hukuk devletine karşı, liberal hukuk devletine taraftardır. Bu anayasa paketi bu maddeye dokunmamaktadır. Bu yüzden hayır!
Çalışma hayatında sendikalı olanlar liberal ekonomik düşünceye göre ayrıcalıklı olarak iktisadî eşitliği baştan bozmaktadır ve işsizliğin nedenidir. Bu hükümet sendikalara alan kazandırarak imtiyaz sahiplerini güçlendirmektedir. Sendika ağalarına karşı duruş liberal tarihin öncelikli meselelerindendir. Oysa bu anayasa paketi sendikaların gücünü artıracaktır. Bu yüzden hayır!
Liberal düşünceye göre eşitlik sadece “kanun önünde eşitliktir”. Oysa bu anayasa değişiklik paketi “pozitif ayrımcılığı” kanunlaştırarak büyük liberal entelektüellerin kemiklerini sızlatmaktadır. Bu yüzden hayır, yüzbin kere hayır!
Hükümet, bu anayasa paketiyle kendi iktidarında ekonomik ve sosyal konseyin başına oturup bundan böyle ekonomiye müdahalesini anayasa güvencesine alarak bizzat planlı ekonomiye geçişin yolunu kısaltmaktadır. Bunun için hayır, yüzbin kere hayır!
Comentarios