top of page

Totalitarizmin Beş Aşaması I Walker Larson

11/06/2022 - Walker Larson

Totaliter eğilim korkusu ABD’de 2020-2022 yıllarında oldukça arttı. Ama totaliter devlete aslında ne kadar yakınız? Bu tür rejimler tarihsel olarak nasıl ortaya çıktı ve uyarı işaretleri nedir? İşte bu makalede, bu soruları 18. ve 19. yy’daki totaliter rejimleri ve onların iktidar olma şekillerini inceleyerek cevaplandıracağız.


1. Aşama: Memnuniyetsizlik ve Yükselen Sesler


Her düzen eskinin kalıntıları üzerinde yükselir.


Yeni bir rejim kuracak olanlar, statükodan faydalanmalı ya da bu durumdan bir memnuniyetsizlik

çıkarmalıdır. Sıfırlamayı (reset) arzulayanlar eski düzeni her ne kadar hor görse de, kamuoyunda

benzer bir tutumu dizginlemeden ya da üretmeden bir şey başaramazlar. Sonrasında devrimci

totalitarizm bu sorunların bir çözümü olarak ortaya çıkar.


Örneğin, Devrim Fransa’sında “Terör Dönemi” kanla başlamadı ama ekmekle başladı. 1715 ve 1800

yılları arasında, Avrupa’nın nüfusu ikiye katlandı ve Fransız halkı arasında gıda kıtlığı baş gösterdi.

Fransız halkı çoğu kralın oldukça merkezileşen otoritesinden rahatsız oldu. Buna ilaveten,

“Aydınlanma” düşünürlerinin fikirleri devrim düşüncesini telkin ediyordu. Nihayet, Fransız hükümeti

18. yy’daki savaşlar sebebiyle büyük bir borç krizine girdi ve bu durum soylular üzerinde bile vergileri artırdı.


Devrime ve totaliter Jakoben iktidarına yol açan şey, gizli toplulukların entrikalarıyla birleşen bu acılar ve korkulardı. Terör Dönemi kralın ve eski rejimin (Ancien Régime) çöküşünden sonra geldi ve devrimciler bunu, devrim öncesi Fransız toplumunda meydana gelen acılar ve sorunlar sebebiyle başardı.


1917 Rusya’sındaki Bolşevik Devrimi de –öyle bir totaliter rejim kurdu ki, Terör Dönemi’ni giyotin

kovası içinde kırmızı bir damla gibi gösterecek düzeydeydi− benzer bir plan izledi. Bolşevik

komünistleri devrimci amaçları için Rus halkının acılarını suistimal etti. Bu acılar neydi? Rus halkı Çar II. Nikolay’a olan inancını kaybetmişti. Onun etnik azınlıklar için huzursuzluk içeren ve yeteri kadar donanımlı olmayan ordusu bulunan hükümeti, I. Dünya Savaşı’nda Almanlara kaybetmişti. Rusya’nın savaştaki başarısızlığı demoralizasyona ve ekonominin bozulmasına yol açtı. Ocak 1917’de, Petrograd (St. Petersburg) gibi şehirlere olan ulaşım bozuldu ve bu durum yakıt ve gıda kıtlığına yol açtı. Nihayetinde yağmalamalar başladı.


Rusya’da Bolşevizmin yükselişinden kısa bir süre sonra, Adolf Hitler Weimar Cumhuriyeti döneminde Nazi Partisi’ne katıldı. Savaş sonrasında Almanya memnuniyetsizliklerle dolup taştı. Nitekim, Versay Antlaşması çok sertti. Almanya’nın savaşın tüm mesuliyetini kabullenmesi, İtilaf devletlerine büyük tazminatın ödenmesi, büyük bir toprak parçası teslim etmesi, hiçbir askeri değere sahip olmaması ve İtilaf devletlerinin kontrolünde olması bekleniyordu. Savaşı ve antlaşmayı takip eden yıllarda, Alman ekonomisi hiperenflasyon dolayısıyla aşırı düzeyde zarar gördü. Almanya ödemelerinin bir kısmını ihmal edince Fransız ve Belçikalı askeri birlikler ülkenin en zengin sanayi bölgesi olan Ruhr’u işgal etti ve bu yüzden Almanya daha da fakirleşerek insanları öfkeye sürüklendi.


2. Aşama: Sahte Kurtarıcı ve İlk Devrim


Halkın memnuniyetsizliğini belirledikten ve onların alakasını cezbettikten sonra, totaliter lider kendini kurtarıcı olarak arz eder. İkinci aşamada, devrimci totaliter lider sorunları “çözmek” ve birinci aşamadaki memnuniyetsizliği gidermek için etkileyici bir değişiklik yapar.


Fransız hükümeti borç krizinin çözümü için Genel Meclis’i (États Généraux) kralın ne yapması

gerektiği konusunda tavsiye vermesi için çağırdı. Üçüncü Zümre, “Ulusal Meclis” olarak tam otorite

yetkisi talep etti. Ulusal Meclis adaletsizliklerle başa çıkmak için hükümetin doğasını değiştirecek yeni bir anayasa hazırlamak istedi. Bastille Baskını’ndan sonra, kırsal kesimde yaşayan köylüler lordlarına karşı isyan etti. Bunun üzerine, Ulusal Meclis feodalizmi feshetti ve İnsan ve Yurttaş Hakları Bildirisi’ni ilan etti. 16. Louis’nin idamıyla birlikte (21 Ocak 1793), devrimin ilk aşaması sona erdi. Kralın ölümü büyük bir iktidar boşluğu ortaya çıkardı. Çeşitli gruplar bu boşluğu doldurmak için mücadele etti, ama sonunda Jakobenler -radikaller- yeni devrimci hükümeti ele geçirdi.


Rusya Devrimi’nde Bolşevikler, 1917’nin başlarında başlayan gıda yağmalarından faydalandı. Ordu

kanun ve düzeni tesis etmek yerine, asi işçilerin yanında saf tutmaya başladığında Çar II. Nikolay her şeyin bittiğini anladı. Sonunda, Mart 1917’de tahtından feragat etti (daha sonra kurşuna dizilerek öldürüldü). Bolşeviklerin yönettiği Petrograd Sovyeti çar sonrası Rusya’nın idaresini hızlıca devraldı. Onların sloganı –Barış, Vatan ve Ekmek- çoğu korkmuş ve öfkeli insanı bir kurtarıcı olarak cezbetti ve Bolşevikler 6-7 Kasım’da, geçici hükümeti deviren bir darbe yaptılar.


Almanya’da nazizmin ilk yükselişi daha az kanlı oldu fakat benzer şekilde Mesih vaatlerine dayandı.

Nazi Partisi Versay Antlaşması’na ve 1929 Büyük Buhran’a olan öfkeden faydalanarak boyutça ve

nüfuz olarak büyüdü. Kasım 1923’te Naziler şiddetli bir darbe girişiminde bulunmuşlardı fakat

başarısız olmuşlardı. Daha sonra, yasal yollarla iktidarı kazanma yolunu seçtiler. 1930’ların başlarında Hitler’in propaganda kabiliyeti sebebiyle Nazi Partisi kazandı ve gittikçe oyunu artırdı. Nihayetinde, ülkenin en büyük ikinci siyasi partisi oldu. Bu noktada, 1933’te Cumhurbaşkanı Paul von Hindenburg’un Hitler’i şansölye olarak ataması istendi ve o da bunu kabul etti. Bu şiddetli bir devrim değildi fakat 1923 darbe girişimi Nazi Partisi’nin şiddet eğilimini göstermekteydi.


3. Aşama: Sansür, Zulüm, Propaganda ve Muhalefetin Ölümü


Üçüncü aşamada, ikinci aşamanın ilk ayaklanması geçti. Eski düzen temel olarak değişti ve şimdi

farklı güçler etkin olmaya başladı. Totaliter iktidarın yükselişi birçok düşmanla karşılaştı ve sıklıkla

“karşı-devrimciler” ya da “aşırılıkçılar” olarak adlandırıldı. Emekleme döneminde yeni düzen daha

fazla güç kazanmak için mücadele etmek ve kazanımlarını sürdürmek zorundadır. Bu yüzden, sansür ve zulüm aracılığıyla düşmanlarıyla savaşmaya başlar.


Ülkeleri üzerinde hakimiyet kurar kurmaz totaliterlerin yaptığı ilk eylem tıpkı Hitler ve Lenin gibi

muhalefeti susturmak ve propaganda yapmak oldu. Bu totaliter liderlerin her biri ayrıca eğitimin

kontrolünü ele geçirdi ve düşman olarak saptanan herhangi birini gözetlemek hatta onu öldürmek

için gizli polis güçlerine sahip oldu. Bu totaliterlerin bir başka stratejisi ise, vatandaşların devlet

propagandasıyla beyinlerini yıkamak ve erken yaşlarda insanları ailelerinden ya da dinlerinden

koparmak maksadıyla gençlik örgütleri kurmaktı. Bu rejimler iktidar olduktan sonra neredeyse

evrensel olarak dine zulmedildi.


Sonunda, Hitler ve Lenin iktidar olduktan sonra kendileri haricindeki tüm siyasi partileri ve görüşleri yasadışı ilan etti (ya “de jure” ya da “de facto” oldular). Totaliterler tekil demokrasi cephesini koruyan bir tek parti sistemi kurarlar.


4. Aşama: Kriz


Dördüncü aşama, totaliterlerin kendi idaresi altındakiler üzerinde tam hakimiyet elde etme yolunu

hazırlar. Bu durum, ya gerçek bir tehditten ya da ulusu tehdit ettiği iddia edilen sahte bir mihrak

krizinden oluşur.


1793’le birlikte, Fransız Devrimi bir kriz noktasına geldi. Eski düzen taraftarları yeni düzeni

mahvetmek için her taraftan ayağa kalktı. Vendéean köylüleri devrimci hükümete ve orduya karşı

ayaklanırken, Avusturya ve Prusya ordusu Fransa’yı kuşattı. Bu yüzden, hükümet “kamu güvenliği”

adına devrim düşmanlarına karşı sert tedbirler almaya karar verdi. Dolayısıyla, elbette, onların daha fazla kontrole ihtiyacı vardı. Bu Kamu Güvenliği Komitesi’nin göreviydi ve hükümet bu davranışından dolayı vicdan azabı çekmedi.


Ağustos 1918’de Lenin bir fabrikada yaptığı konuşmadan sonra vuruldu. Hastanede tedavisi devam

ederken bir astına “Gizlice ve acilen terörü hazırlamak gerekiyor” yazmıştı. Bu durum, toplu katliam

seferberliğini ve hükümet tarafından tutuklama dönemini başlattı ki, bu dönem “Kızıl Terör” olarak

bilinir. Her zamanki gibi, bu eylemlerin gerekçesi suikastin işaret ettiği “tehlike” idi. “Radikaller” ve

“Karşı-Devrimciler” güya “kapıdaydı” ve bu eli kulağındaki “tehdit” ile başa çıkmak için aşırı tedbirler

alınması gerekiyordu. Bu yüzden bu retorik devam etti ve bu tip retorikler her zaman devam eder.


Hitler de tedbirini meşrulaştırmak için bir “olağanüstü hal” kullandı. 27 Şubat 1933’te Reichtag alevler içinde kaldı. Buna cevap olarak, İçişleri Bakanı Hermann Göring kamu binalarına saldırı komplosu olduğu iddiasıyla bir isyan delili bulmak için komünistlerin genel merkezine baskın yapılmasını emretti. Bu, Hitler’in düşüncesinde hakimiyeti tamamen ele almanın işaretiydi. 28 Şubat’ta kabine; konuşma hürriyetini, meclisi, özel hayatın gizliliğini ve basın hürriyetini kaldırdı. Yaklaşık 4 bin kişi o gece tutuklandı. Güvenlik ve karşı tehditler hakkında olağan bir dil kullanan bu “kriz” Almanya’da totalitarizme yol açtı.


5. Aşama: Tasfiyeler, Soykırım ve Mutlak Hakimiyet


Dördüncü aşamadaki krizi bahane eden totaliter devlet vatandaşlarının hayatları üzerinde mutlak bir hakimiyete sahip olur. Rejim üçüncü ve dördüncü aşamadaki düşmanlarla başa çıkar. Totaliter devlet “ütopya”sını ve ideolojisini insanların üzerinde vahşice uygulamaya başlar. Bu aşamada totaliter rejime olan direniş kırıldığı için en büyük gaddarlıklar görülür. Halk savunmasız ve demoralize olmuştur artık. Rejim ile kurbanlar arasında hiçbir şey duramaz. Bu aşamada rejim, vatandaşların hayatını tamamıyla kontrol etmeye çalışırken, düşmanları tasfiye etmek amacıyla toplu katliamlar olur.


Fransız Devrimi’nin sonraki safhaları boyunca, Kamu Güvenliği Komitesi devrim hükümetine muhalif olan herkesi cezalandırmak için diktatoryal güce erişti. 1793-94 yılları esnasında, Kamu Güvenliği Komitesi, vatandaşların kamuya açık yargılanma veya adli yardım haklarını askıya alan ve jüriye beraat veya ölüm olmak üzere yalnızca iki seçenek sunan bir yasa çıkarmadan önce rakip devrimci grupları ortadan kaldırdı. Sonuç korkunçtu: Fransa genelinde, 300 bin şüpheli tutuklandı, 17 bin kişi infaz edildi ve yaklaşık 10 bin kişi hapiste ya da yargılanmadan öldü.


Ancak bu durum Kızıl Terör ve Joseph Stalin’in tasfiyesiyle kıyaslandığında hiçbir şeydi. Parti,

düşmanlarına yaptığı yoğun işkencelerin mazereti olarak Lenin’e yapılan suikast girişimini gösterdi.

Richard Pipes’ın “Rus Devrimi (The Russian Revolution)” kitabında ifade edildiği üzere on binlerce

insan kurban edildi. Ancak Lenin’in eseri, Stalin’in siyasi düşmanlarını tasfiyesinin sadece bir

habercisiydi. Tarihçiler Stalin’in kaç insanı öldürdüğü konusunda ayrışmış durumda ama tahminlere göre 60 milyon insan Stalin tarafından öldürüldü.


Hitler ve Nazi Partisi tarafından öldürülen insan sayısı tahminleri de değişiyor. ABD Holokost Anıt Müzesi’ne göre rakamlar 17 milyonu gösteriyor fakat kesin sayıları yalnızca Tanrı bilir.


Yerleşmiş totaliter rejimler, toplu katliamlar gerçekleştirmenin yanında, sansür, propaganda, silah kontrolü ve iç pasaport gibi önlemlerle günlük yaşamı kontrol etmeye çalışır.


2022’de Amerika Birleşik Devletleri


Peki, ABD totalitarizme mi gidiyor? Bu bölümde gerçeklerden spekülasyona geçiyoruz (riskli bir iş).

Cevap basit değil. Ancak abartılardan sakınmaya çalışırsak bazı faydalı kıyaslamalar yapılabilir.

  • ABD’deki herhangi bir güç ülkedeki gerçek ya da hayali sorunlardan memnuniyetsizliği ve hatta şiddeti kışkırtarak bu durumdan faydalandı mı? 2020 yılında George Floyd’un ölümü ve ilgili sistematik ırkçılık iddiaları şiddetli ve tahrip edici yağmalara sebep oldu. Neyse ki, bu durum durgunlaştı ama Sovyet Rusya öncesinde olduğu gibi, ırksal azınlıkları kuşatan devam eden gerilimler toplumsal huzursuzluğa sebep olmaya devam ediyor. Önümüzdeki aylarda ve yıllarda gıda kıtlığı ve artan enflasyon tahminleri gerçekleşirse, bu huzursuzluk yoğunlaşabilir.

  • Sorunlarımızın çözümünde, bireysel hakların kısıtlanmasını gerektirecek bir çözümle kendisini kurtarıcı olarak sunan bir kişi veya grup var mı? Toplanma hürriyeti, konuşma hürriyeti, yargı süreci kurtarıcı olarak sunan bir kişi veya grup var mı? Toplanma hürriyeti, konuşma hürriyeti, yargı süreci veya dini haklar saldırı altında mı? Pandemi, dünyanın dört bir yanındaki hükümetler tarafından, toplanma özgürlüğü üzerindeki kısıtlamalar, dini merkezlerin kapatılması ve resmi covid anlatısına ve diktelerine karşı çıkan bilgi veya bakış açılarının sansürü dahil olmak üzere, kişisel özgürlük üzerindeki geniş kısıtlamaları haklı çıkarmak için kullanıldı. Bu kamu görevlilerinin çoğu kendilerini, ''kamu güvenliği'' için ''gerekli'' güçlü politikaları olan ''uzmanlar'' olarak sundular. Dünya Ekonomik Forumu ve birçok küresel lider gibi kuruluşlar, kısmen covid “tehdidine” cevap olarak “Büyük Sıfırlama (Great Reset)” ihtiyacını tartışmaya devam ediyor. Bu sıfırlama, sağlık sistemlerinin ve eğitimin yeniden tasarlanmasından aşı pasaportlarının uygulanmasına kadar her şeyi içeriyor. Bu bize covid ve ırkçılık dahil diğer tehlikelerden “kurtuluşumuz” olarak sunuluyor.

  • Biz ABD’de herhangi bir sansür gördük mü peki? Medya kaynaklarımız bağımsız ve tarafsız ya da baskı altında ve kontrollü mü? Son Elon Musk Twitter fiyaskosunun vurguladığı gibi, Big Tech, son yıllarda artan bir düzenlilik ile belirli bilgileri ve görüşleri ve özellikle muhafazakar sesleri sansürleme sorumluluğunu taşıyor.

  • ABD’de tek partili sistem mi var? Bu sorunun cevabı “hayır”dır. Ancak, 2020 seçimlerinden bu yana fazlaca seçim hilekarlığı iddiaları doğruysa ve hilekarlık çözümsüz kalırsa, tek parti sisteminde yaşıyoruz, çünkü bir parti yasadışı yollarla süresiz olarak iktidarı koruyabilir.

  • Kitlesel tutuklamalar ya da kitlesel katliamlara şahitlik ediyor muyuz? Covid aşısını çevreleyen karşıt tepkilerle ilgili veriler endişe verici olmasına rağmen, şu anda açıkça yukarıda bahsedilen beşinci aşamadakine benzer toplu tutuklamalar ve cinayetler konusunda ilerleme kaydetmedik. Yine de bu veriler doğru olsa bile, bu durum yaralanmaların ve ölümlerin arkasındaki suçlunun kasıtlı ya da totaliter bir rejim olduğunu kesin olarak göstermez. Ancak, bence, bu ihtimal tamamen göz ardı edilmemelidir.

Son bir noktaya temas edilmelidir. ABD'nin gidişatı ile yukarıda özetlenen tarihsel totaliterlik örnekleri arasında rahatsız edici benzerlikler olmasına rağmen, hem alarmcı bir kaderciliğin uç noktalarından hem de hayranlıkla bakılan bir inkar durumundan kaçınmalıyız. Bir taraftan, ülkemizde son birkaç yılda yaşanan olaylar korkunç. Öte yandan, tarih bir makine gibi çalışmaz ve birçok unsur burada rol oynar. Ben geleceği bildiğimi iddia etmiyorum ve tarihsel determinizme de inanmıyorum. Sonuç olarak, ABD’nin totalitarizme gidip gitmediği büyük ölçüde bu eğilimlere direnip direnmediğimize bağlı.


Walker Larson, eşiyle birlikte yaşadığı Wisconsin'deki özel bir akademide edebiyat ve tarih dersleri vermektedir. İngiliz Edebiyatı ve Dili alanında yüksek lisans derecesine sahiptir ve yazıları The Hemingway Review, Intellectual Takeout ve Substack, https://thehazelnut.substack.com/'da yayınlanmıştır.


Çevirmen - Gökhan Kara


Bu yazı mises.org sitesinin ''The Five Stages of Totalitarianism'' adlı yazısının çevirisidir.

179 görüntüleme0 yorum

Son Yazılar

Hepsini Gör
Yazı: Blog2 Post
bottom of page