top of page

Silahsız ve Tamamen Bağımlı

Joyce Lee Malcolm’ın Guns and Violence: The English Experience Kitabının İncelemesi


ree

Profesör Joyce Lee Malcolm’ın bilimsel çalışması, silah kontrolü hakkındaki görüşlerimi değiştirdi. Kitabı okumaya başlamadan önce, kontrolü şu şekilde görmek eğilimindeydim: Bireysel haklarla ilgili soruları bir kenara bırakırsak, insanların silah sahibi olmasını destekleyen net bir argüman vardır. Suçlular, kurbanlarının silahlı olabileceğini bilirse, saldırma ihtimalleri daha az olasıdır, yani silahlar, şiddet suçlarını caydırırlar. Modern devlet bu temel gerçeği kabul etmeyi reddeder: İnsanlarda silah olursa, bu onlara devlete direnebilme olanağı sağlar ve hâliyle buna hiçbir koşulda izin verilemez. Devletin kendi güvenliğini sağlama ihtiyacı, suçu durdurma arzusuna karşı ağır basar.

 

İşte bu noktada Malcolm’un kitabı bana radikal bir şekilde silah kontrolü tehlikesini hafife aldığımı gösterdi. Konu hakkındaki İngiliz mevzuatına dair bu detaylı çalışması, silahsızlandırma taraftarlarının gerçek amacını göstermektedir. Onlar silahlı savunma hakkını tamamen ortadan kaldırmak istemektelerdir. Daha önce düşündüğüm gibi esas amaç sadece devlete silahlı direnişi engellemek değil, buna ek olarak, herkesin korunması için devlete topyekûn bir bağımlılık yaratmaktır.

 

Malcolm’un bazı örnekleri gerçekten dehşet vericidir. İngiltere’de “yaşlı bir bayanın keşfettiği gibi yalnızca nefsi müdafaa için dahi tehditte bulunmak yasadışı olabilmektedir. Bir haydut grubunu oyuncak tabancadan attığı boş mermi ile korkutmayı başarmış ancak bu, sahte tabanca ile insanları korkutmak suçundan tutuklanmasına engel olamamıştır.” (s. 184)

 

Kendi hayatınız tehlikede dahi olsa yasal olarak silah kullanamazsınız. Başka bir olayda, iki adam Eric Butler’a metroda saldırmış, onun başını ezip boğazına çökmüşlerdir. “Çaresizlik içinde bastonundaki kılıcı kınından çıkarıp bu kişilerden birini ikiye yarmıştır... Tabii saldırganlar kanunsuz yaralama ile suçlanmış ancak Butler da bir saldırı silahı taşımaktan hüküm giymiştir.” (s. 185)

 

Birisinin kendini savunmak için gerçek bir silah kullanması durumunda kişinin karşılaşacağı yasal durumu hayal edebilirsiniz. İngiliz yasalarının şu anki hâliyle, kendi evinizde kendinizi savunmak için dahi hırsızlara karşı silah kullanmanız mümkün değildir. 1999 yılında gerçekleşen bir olayda, Tony Martin, evi soyulurken, hiç beklemedikleri bir anda profesyonel hırsıza ve suç ortağına ateş açarak birini öldürmüştür.

 

Devlet, hırsızlarla yüzleşme cesareti gösteren Martin’e hakkını teslim etmiş midir? Tam aksine, kendisi cinayetten suçlu bulunmuştur. “Böylece yalnız yaşayan bir İngiliz çiftçi, gece evine giren profesyonel hırsızı öldürmekten ömür boyu ve buna ilaveten diğerini yaralamaktan 10 yıl hapse mahkûm edildi.” (s. 216) Neyse ki, hikâyemizin “mutlu” bir sonu var: Temyiz mahkemesi “kapasitenin azalması” gerekçesiyle cezasını beş yıla indirmiştir.

 

Sanıyorum ki silah kontrolü ve silahsızlanma destekçilerinde, bu olaylar karşısında bir değişiklik olmayacaktır. “Her ne kadar nefsi müdafaa hakkını kullanan birini cezalandırmak adil olmasa da başka şansımız yok” diyecek ve şöyle devam edecekler: “Toplumda şiddeti azaltmalıyız. Devlet herkesi koruyamaz ve nefsi müdafaa hakkının kısıtlanması masum insanların acı çekmesine sebep olacaktır.” Peki o hâlde nasıl olmalıdır? Bir zamanların önde gelen rejimlerinin sloganı bize toplumun iyiliğinin, bireylerin iyiliğinin önünde olması gerektiği şeklinde değil miydi? Eğer kişisel hakların ve sorumlulukların köhneleşmiş (tarihi geçmiş) fikirlerinde ısrarcı olursak, pek çok silahın bulunduğu ve suçların arttığı Birleşik Devletler’deki gibi bir Vahşi Batı toplumu hâline geliriz. Bu “korku hikâyeleri” İngiltere’de gerçekleşmiştir, herkesin bildiği gibi şahsi silahlara sahip olunmasının frenlenmesi sayesinde şiddet suçu Amerika’ya oranla oldukça düşüktür. Kahrolsun meşru müdafaa hakkı!

 

Malcolm’un olağanüstü kitabı, az önce taslağı çizilen silah kontrolü gerekçesini tamamen yerle bir etmektedir. Orta Çağ’dan günümüze kadar İngiltere’deki şiddet suçları üzerine derinlemesine ve uzmanca bir çalışma ile ilerlemektedir. Onun araştırmasında, bir tema sürekli olarak karşımıza çıkmaktadır. Silahlar daha yaygın hâle geldikçe, şiddet suçu azalmaktadır. 19. yüzyıldaki bu eğilim, silahlar son derece yaygınken nadiren cinayete bağlı ölüm gerçekleşmesi ile sonuçlanmaktadır. 20. yüzyılda silahlara el koyulması neticesinde şiddet suçlarında belirgin bir artış görülmüştür. Günümüzde bazı şiddet suçları İngiltere’de, Amerika’ya oranla daha sık görülür. Her zaman olduğu gibi, devletçiler de tam tersi gerekçeleri öne sürmektedir.

 

Genellikle insanlar Orta Çağ İngiliz yaşantısının nispeten sakin ve huzurlu olduğunu düşünmektedir, ancak Malcolm’un çalışmasına göre bu bir şehir efsanesidir. “Orta Çağ İngilteresi mahkeme kayıtlarının ortaya çıkardığından çok daha fırtınalı ve şiddet doluydu... Bu yüksek cinayet ve şiddet suçu oranı, sanılanın aksine, çok az sayıda ateşli silahın kullanımda olduğu bir dönemde mevcuttu.” (s. 33)

 

Malcolm’un ilgi alanı, Orta Çağ’da silah ve şiddet arasındaki ilişki teması ile sınırlı değildir. Kitabında kendisini endişelendiren başka bir temayı da sunmaktadır: Nefsi müdafaa hakkı (meşru müdafaa veya özsavunma hakkı da diyebiliriz). Bu dönemde, bireylerin kendilerine yönelen şiddete karşı koyabilmeleri için gerekli örf ve gelenekler ile hukuk kuralları oluşturulmuş, bireysel haklar geliştirilmiştir. Bazı durumlarda, kendisine saldıran kişiyi öldüren kişinin, herhangi bir cezai suçtan muaf bile tutulduğu görülmüştür. Yazarımız bu eserinde her zaman inandırıcı savunmalarını sürdürmektedir ancak beni şaşırtan şey, Aziz Thomas Aquinas’tan, nefsi müdafaa ve limitleri hakkında alıntıda bulunmaması olmuştur. Tabii Aquinas’ın çalışmalarının Orta Çağ durumlarını tam olarak desteklemediğini söylemek yeterli olacaktır.

 

Malcolm’ın detaylı anlatısından birkaç vurgu daha yapabilmek için yerimiz vardır diye düşünüyorum. Mesela, “ateşli silahların günlük yaşamda ve sivil milisler tarafından ilk kez yaygın olarak kullanılmaya başlandığı ... her İngilizin ‘özsavunma için silah bulundurma’ hakkının ilan edildiği Tudor ve Stuart dönemleri de şiddet içeren cinayetlerde keskin bir düşüşe tanıklık etmiştir.” (ss. 62-63)

 

18. yüzyıldaki gelişmeler de artık sürpriz olarak algılanmamalıdır. “Bu dönemde şahısların bireysel silahlanma hakkı geliştirilmiş, ateşli tabancalar eski tip silahların yerini almaya başlamış, cinayet oranlarındaki keskin düşüş devam etmiştir.” (ss. 88-89)

 

Okuyucular Malcolm’un 19. yüzyılla ilgili vardığı sonuçları yine doğru tahmin etmeleri karşılığında bir ödül kazanmayacaklar. Zira bir kez daha, silah sayısı artarken şiddet suçları azalmıştır. “19. yüzyıl ateşli silahların bolca mevcut olduğu, silahlı suç oranlarının ise azaldığı ve rekor düşük seviyeye ulaştığı bir dönem olarak sona erdi.” (s. 130)

 

Şimdiye kadar, endüktif (tümevarımsal) pek çok argüman için örneğimiz mevcut. Silah kullanımının yaygınlaşmasına, şiddet suçlarında bir azalma eşlik etmektedir. Bu, son derece güçlü bir şekilde bireysel silahlanmanın suçları caydırdığını göstermez mi? Bireysel silah sahipliğinin sıkı bir kontrol dönemine girdiği 20. yüzyıl ve bilhassa ikinci yarısı bize tümevarımımızı test etme şansı sunmaktadır. Eğer bu dönemde şiddet suçlarında bir artış söz konusu ise, Hume’un da dile getirdiği gibi “Benim kıyaslamamı tamamlama gerek yok, sonuca kendiniz ulaşabilirsiniz.”

 

Ve elbette şiddet suçları artış göstermiştir. “Kriminoloji alanında çalışan akademisyenler, Orta Çağ’ın son dönemlerinden itibaren yaşanan kişiler arası şiddet olaylarındaki uzun süreli düşüşün izini sürmüşlerdir; ta ki 20. yüzyılın ortalarında ani ve şaşırtıcı bir tersine dönüş yaşanana kadar... 1995 verilerine dayanarak İngiltere ve Galler’deki suçlarla Amerika’daki suçlar arasında yapılan istatistiksel bir karşılaştırma, saldırı, hırsızlık ve soygun olmak üzere üç şiddet suçu kategorisinde İngilizlerin Amerikalılardan çok daha fazla risk altında olduğunu ortaya koymuştur.” (ss. 164-65)

 

Bu gerçeklerle yüzleşen silah kontrolü savunucuları, bir kez daha kontrolsüz bir şekilde sızlanacak, “bu korelasyon bir sebep değildir” diyeceklerdir. Gerçekten de öyle değildir, fakat aksine bu durumda çift taraflı sıkı bir korelasyon mevcuttur: Silah sayısı arttıkça, şiddet suçları düşer ve silahlar azaldığında, şiddet suçları artar. Dahası, makul nedensel bir hikâye bu korelasyonu açıklar: Silahlı direnç ihtimali, suçluları caydırır. Bu neredeyse, endüktif bir argüman kadar başarılıdır. Ancak nefsi müdafaa (özsavunma) hakkı karşıtlarının pozisyonlarını değiştireceğini düşünmüyorum. Onların amacı herkesi güçlü bir devlete tamamen bağımlı kılmaktır.



Yazar: David Gordon
Dr. David Gordon, Mises Enstitüsü’nün kıdemli üyesidir. UCLA’da eğitim görmüş ve doktorasını entelektüel tarih alanında yapmıştır. An Austro-Libertarian View (1 - 2 - 3), Resurrecting Marx: The Analytical Marxists on Exploitation, Freedom, and Justice, The Philosophical Origins of Austrian Economics ve An Introduction to Economic Reasoning kitaplarının yazarıdır. Ayrıca Secession, State, and Liberty kitabının editörüdür ve Harry Burrows Acton’ın The Morals of Markets and Other Essays kitabının Jeremy Shearmur ile birlikte ortak editörlüğünü yapmıştır. Dr. Gordon, Mises Review ve Journal of Libertarian Studies’in editörüdür ve Analysis, International Philosophic Quarterly ve Quarterly Journal of Austrian Economics gibi dergilere katkıda bulunmaktadır. Kendisine e-postasından ulaşabilirsiniz.


Editör: Fırat Kaan Aşkın

Bu yazı, Mises.org sitesinin “Guns and Violence: The English Experience, Joyce Lee Malcolm” adlı inceleme makalesinin çevirisidir.

Yorumlar


Yazı: Blog2 Post
bottom of page