top of page

Postmodern Çağda Avusturya İktisat Okulu

18/07/2014 - Serkan Kiremit

“Çok mantıkçılık bir felsefe veya bir epistemolojik teori değildir, herhangi birinin bizzat kendilerinden daha makul veya daha zeki olabileceğini hayal edemeyen dar kafalı fanatiklerin sergiledikleri bir tutumdur. Çok mantıkçılık bilimsel de değildir. Daha ziyade akıl yürütme ve bilimin batıl inançlarla yer değiştirmesidir, bir kaos çağının ayırt edici zihniyetidir.”
Ludwig von Mises
Kadir-i Mutlak Devlet, s. 155

21. yüzyıl iyice fikirlerin ve disiplinlerin birbirine girdiği bir dönemle çağa giriş yapmıştır. 20. yüzyıldan devraldığımız dağınık, nazik, ılımlı, göreceli ve ağdalı bir dil kullanan bilim felsefesi en sonunda postmodern teoriyi hâkim iktisadî görüş hâline getirmiştir.


Bugün kim çıkıp da hükümetlerin herhangi bir okulun etkisi altında olduğunu söyleyebilir? Hiç kimse artık bu çağda bunu söyleyemez. Geçmiş örneklere bakarsak bir zamanlar ekonomi bilimi Doğu Bloku’nu Marksist ekol, 1933-1980 arası Batı/Avrupa dünyasını Keynesçilik, eski Büyük Britanya İmparatorluğu’nu Neo-Klasik ekol ile yönetmiştir. Bugün için herhangi bir ulus ve devlet adına, bu veya şu ekoldendir diyemeyiz. Çünkü hemen her şeye biraz ondan, biraz bundan serpintileriyle çözüm arıyoruz. Kesinlikle şunu diyebiliriz ki bu durum artık konjonktürel bir mesele değildir. Bu hemen hemen felsefî ve ideolojik bir hâldir. Yani bütün ekollerden birazcık almak veya esinlenmek ama hiçbir ekole bağlı olmamak fikri. Bu durumu anlatan mottoları bile hazır: “Ne olursa uyar, ne olursa gider.


“Ne olursa uyar” sloganı, bu çağın ruhunu -ne yazık ki- mutlak anlamda temsil ediyor. Postmodernler, postyapısalcılar, perspektivistler, kültürel yorumcular, şüpheciler, nihilistler, kaos teorisyenleri ve muhafazakâr bilgi felsefecileri bu akıntıya ve modaya kendilerini kaptırmış gidiyorlar. Uyar-gider siyasetine karşı durması beklenen pozitivistler, analitikçiler, mantıksal olgucular, eleştirel akılcılar, tarihsel maddeciler ve sosyologlar da günü kurtarmak için kesinlikler ve belirgin düşünceler ileri süremedikleri gibi varoluş biliminde fiziksel yasaları sosyal bilimlerden üstün gördüklerinden “Kuantum fizik yasasına” herhangi bir karşı duruş geliştiremiyorlar. Herkes toptan suskun, sinmiş ve kaderine boyun eğmiş durumda. İktisadî ekollerin siyasî ve felsefî fikirleri postmodern çağ tarafından “elleri yukarıda” teslim alınmış hâldeler.


“Bu çağın ruhunun canı cehenneme!” diyen kişi ve grup bulmak o kadar zor ki, artık iktisadî düşünce ekolleri bile kendilerine ek isimler takmaya başladılar bile... Böylece Keynesçiler “Post-keynesyen”, Klasik iktisatçılar “Neo-Klasik” ve Ortodoks Marksistler “Post-marksist” oluverdiler.


Bu kaygan zamanda, Avusturya İktisat Okulu adının önüne takı almadan ve ilkelerinden taviz vermeden yoluna sert adımlarla devam ediyor. Carl Menger’in “İktisadî İlkeler” kitabından beri okul çok az değişikliğe uğradı. Bunun sebebi elbette bu ekolün popüler olmaması veya fikirlerinde sabit bir biçimde takıntılı olması değil. Tam tersine ayaklarını yere sağlam basmasından kaynaklanıyor. Açıkçası bu durum tartışılmaz biçimde metodolojik bir meseleden güç alıyor.


Metodolojik tutarlılık bir ekolün olmazsa olmazıdır. Bu temel olmadan hiçbir yapıcı düşünce ayakta kalamaz. Her düşünce okulunun üzerinde anlaştığı temel niteliklerden öte Avusturya İktisat Ekolü binanın harcını değil temelini oturtarak sistemini inşa etmiştir. Bu temel elbette rasyonel bir felsefenin ayırt edici özelliğidir. Böylece Avusturya İktisat Okulu sistematik düşünce olarak “her şeyin teorisi” yerine “herkesin teorisini” ortaya koymuştur. Çünkü Marksistlere göre işçi sınıfı, burjuva sınıfına göre daha üstündür. Dinlere göre imanlılar haklı, imansızlar batıldır. Faşist ve milliyetçilere göre ırk üstünlüğü kendi ülkelerinin kandaşlarındadır. Ulus-devlet sahibi olan ulus uludur. Demokratlara göre çoğunluk oylarının sahibi, mutlak iktidarın da sahibidir ve az oy alanlar her daim azınlıktır. Ve azınlıklar itilip kakılabilir.


Bir tek Avusturya İktisat Okulu ne bir arî ırkın, ne bir sınıfın, ne de bir mevkinin papağanı olmuştur. O, ayırt etmeksizin “herkesin” uzun dönemde kazanacağı bir ortamın hazırlığı içinde olan bir ekoldür. O “herkesin kazanacağı” bir teorinin peşindedir. Uluslararası serbest ticaret, sürekli barış ve hoşgörü ilkeleri hep bu planın bir parçasıdır. Asla Avusturya İktisat Okulu “oyun teorisinin” ve “sosyal darwinizmin” yıkıcı, vurdumduymaz, yok edici ve “insan insanın kurdudur” yaklaşımından haz etmez. Ve onları sağduyunun soğuk mantığında kesinliklere dayanarak ve şüpheye düşmeden alaşağı etmenin yollarını arar durur.

Avusturya İktisat Okulu ilk önce her insanda bulunan zorunlu bir öz olarak eylem ile başlar. Her insan eylemde bulunur. Eylemde bulunmak aynı zamanda tercihte bulunmaktır. Tercihte bulunmak zorunlu olarak bir şeyler için bir şeylerden feragat etmemizi sağlar. Çünkü zaman anlık, beden tektir. Bu makaleyi okumak mı? Yoksa arkadaşlarla çay bahçesinde buluşmak mı? Kazancımızla tasarruf mu yapmak, yoksa harcamak mı? Tercihimiz her ne olursa olsun uzun dönemde bilinçli bir kararın sonucunda oluşmuştur. Çünkü her insan önceki durumundan tercihte bulunmaya karar verdiği an, daha iyi, mutlu, sağlıklı, dürüst, faydalı ve huzurlu olacağını bildiği sürece, diğer tercihi gözden çıkaracaktır. Bu makaleyi okuyacak ve arkadaşlarıyla daha sonra buluşmak üzere sözleşecektir. Makaleyi okumak ona iyi gelecektir. Veyahut çok uç bir örnek olarak intihar eden birisi ölüme giderken bile bunu düşünür. İntihar eden kişi içinden kendisine şöyle sorular sorar: “Daha önceki durumumdan intihar edip kurtularak daha mı iyi olacağım?” İşte bu kendini bir önceki durumdan daha iyi hissetme hâli, sonuçları ne olursa olsun rasyoneldir. Çünkü anlık olarak bilinçli bir tercihtir.


Çok yorgun bir günün sonunda arkadaşının evini taşımak veya akşamına misafir davet etmek asla saf yardımseverlik değildir. Bu kısa zamanlı çıkar karşıtı eylem, uzun dönemde muhakkak büyük faydalar, mutluluklar, iyilikler, huzurlar ve sağlıklı ilişkiler meydana getirecektir. Arkadaşının zor ve kötü günlerinde yardım etmek, kişinin belki de hiç başına gelmeyecek kötü ve zor günleri için biriktirdiği dostlar, anılar ve anlık hoş vakitler içindir. Ya da bizzat “sırtını kaşıdım, sırtımı kaşı” içindir. Her ne için olursa olsun bu “eylem kategorisi” değişmez bir biçimde uzun dönemde rasyonel, bilinçli ve amaçlı bir eylemdir. Bu, karşılıklı yardımlaşmanın uzun dönemde diğer ahlâkî fikirler karşısındaki sürekli barışçıl zaferidir. Çünkü medeniyet ve işbirliği, “dayanışmacılığın” haricinde ne saf özgecilikle ve hediye toplumuyla ne de saf egoizm ile çıkarcılığın birlikteliğinden ortaya çıkmıştır. Mümkün olan ütopya barışçı, yapıcı, yaratıcı, artan oranlı sermayesi ile sürekli artan nüfusu doyurabilen toplumdur. Bu, tarihin her anında, ilkel toplumlardan uzay çağının toplumlarına kadar özel mülkiyet altında karşılıklı yardımlaşmaya dayanan toplumlardan başkası olmamıştır, olamazlar da. Sadece ütopyaların kısa zamanlı “asr-ı saadet” dönemleri vardır. Onlar da “biriktirilmiş sermayenin” tükenişi ile beraber esas yerlerine gideceklerdir. Yani tarihin başarısız ütopyalar çöplüğüne...


Böylece, Avusturya İktisat Okulu tarihin hangi döneminde olursa olsun mücadelesini “sahte bilim”cilere karşı koymuştur. Carl Menger, Alman Tarihçi Ekol’ün Hegelci tarih görüşüne verdiği mücadelesiyle adını Avrupa’da duyurmuştur. Alman tarihçi ekol, devlet kavramını tarihin sonundaki “mutlak tin” olarak mutlu bir son olduğunu söylemiştir. Böylelikle iktisadî düşüncenin devlete dayandığını ve iktisat biliminin devletin emrinde olması gerektiğini ortaya koymuştur. Carl Menger, Alman Tarihçi Ekol ile giriştiği entelektüel atışmalarda onları kesin bir yenilgiye uğratmıştır. Menger, paranın devlet yaratımı değil, tarihin bir döneminde bilinçli insan eylemi sonucunda keşfedildiği şeklindeydi. Bu metodolojik mücadelenin neticesinde Menger, Alman Tarihçi Ekolü ölü okullar mezarına gömmüştür. Sonra sahneye bir diğer “Avusturyalı” Eugen von Böhm-Bawerk çıktı ve Marksist düşüncenin hem metodolojik açıdan hem de kendi ilkeleriyle uyumsuz olduğunu ortaya döktü; Marksist sistemin iktisadî mantık olarak bitişini ilan etti. Birkaç on yıl sonra daha sistematik bir Avusturyalı olarak Ludwig von Mises, sosyalizmin imkânsız olduğunu bizlere gösterdi. Daha ileri giderek 20. yüzyılın Viyanasında pozitivizmin -fen bilimleri hariç- iktisadî düşünceye hiçbir katkısı olamayacağını gösterdiği praksiyoloji bilimini -insan eylemleri bilimini- ortaya koydu ve iktisadı yöntemsel olarak sosyal bilimlere bağladı. Mekaniksel ve materyalist olaylardan iktisadı kopardı. Daha yakın bir zamanda Rothbard ve Hoppe, devlete dayanan entelektüel gruplar ile ellerindeki tartışılmaz özgürlüğün etik ilkeleriyle onları insan haklarının -mülkiyet hakkının-, kişi hürriyetinin ve genel refahın düşmanı olarak suçladılar. Ortaya koydukları doktrinler daha da sertleştikçe, “Avusturyacı” görüşü daha da netleştirdiler. Menger ilkelerini “kesin” (exact laws), Mises “kendinde doğru” (apriori true propositions) olarak adlandırırken bugün Rothbard-Hoppe ikilisi görüşlerini “tartışılmaz doğru” (indisputably valid) olarak görüyorlar. Bunun nedeni çok basittir. Çünkü sistematik düşünen her rasyonalist entelektüel eninde sonunda hatalarını ufak değişikliklerle kurdukları yapıdan temizleyecektir ve sonra sistem, neredeyse hatasız ve eksiksiz çalışacaktır. Böylece gün geçtikçe aksiyomatik tümevarımsal yöntemin bozuklukları ufak değişikler ile giderilecek, bununla beraber yapının üzerine konabilecek nadir şeyler ile sistemin metodolojisi ve temelleri değişmeden kalacak, sadece bu süreç içerisinde daha da sağlamlaşacaktır. Entelektüel güç, ekolün metodolojisi ve temelleri olurken, geleceği ise sürece yapılacak kalıcı etkiler olacaktır.

Ve işte bugün mücadele, Avusturya İktisat Ekolü için daha da zorlaşmıştır. Çünkü Avusturyacı düşünürler giderek sağlam kanaatlere vardıkça günlük ekonomik konuşmalardan uzaklaşmıştır. Avusturyacıların gündemi, fildişi kulesinde yaşayanlardan apayrıdır. O, sıradan halkın romantik, düşüncesiz fikirlerinden de, aceleyle zenginlik yaratıcı “saf salak” yöntemlerinden de kopuktur. Ama şüphe yok ki Avusturyacılar halkın uzun dönemli “genel refahını” artırmak fikrinin peşindedir. Lakin 21. yüzyılda rasyonalist taraf sürekli azalırken karşı tarafın nüfusu giderek artmaktadır. Ama karşı taraf ne dediği belli olmayan, sürekli fikir değiştiren, kesin bir yöntemden uzak ama slogan atmaktan hiç korku duymayanlardan oluşmaktadır.


Avusturya İktisat Ekolü’nün kazancı, 17. yüzyıldan bu yana “Aydınlanma Düşüncesinin” yolunda ilerlemesidir. Bu yol her yüzyılda daha da tenhalaşmıştır. Ama kalite giderek daha da artmıştır. Bunun sebebi çok açıktır. Rasyonalist bir düşünce “fikir mücadelesinde” şiddeti dışlar. Fikirlerin serbest rekabetine inanır. Çünkü akılcılık, özgür düşünceye ve bireysel mantığa dayanır. İzahlarını hakikatin ışığında sürekli eleştiri oklarına tâbi kılar. Onun inancı, doğruluğun gerçek ile teorinin pratiğe dökülebildiği an ortaya çıkar. Eğer sistem çalışmaz ise inancından o an, o gece hemen vazgeçer. Israrcılığı teorilerinin sağlamlığı kadardır, daha fazlası değildir. Rasyonalist illaki sakin, düşünceli ve olabilirliği yüksek şeylere kendisini meyleder. Bir rasyonalist, seyircisi, okuyucusu, meraklısı ve takipçisi değişmez biçimde kalbini kaplayan duygusal şeylere değil, mantığına yatan şeylere arzu besler ve rasyonalistten ilkel güdülerini bastıracak ama zihnini daha da açacak yenilikler ister. Ateşleyen sözler, mitler, ilâhî yalanlar ve bugünü düşünen genel refahtan kopuk çıkarlar, rasyonalistin çantasında bulunmayan araçlardır. O sadece aklın bilinçli sınırında çalışan güçlü bir mantıkçıdır, daha fazlası değildir.


21. yüzyılda rasyonalist olmak bu kadar zorken, bir genç hem kalbini tutkulu aşklara yelken açmışken hem de hayalî olarak “dünyayı değiştirmek” isterken neden romantizmi ve göreceli düşünceleri dışlayan bir ekolün peşine takılsın. Saçma değil mi? Hayır, değil...


Çünkü 21. yüzyıl, artan teknolojik gelişmeler ışığında, “hazır ve hızlı” tüketilen bilgiler yaratmıştır. Bu da bilgiyi özümseyen ve onun hakkında ince eleyip sık dokuyan nitelikli kişi sayısını azaltmıştır. Aksiyomatik tümevarımsal metodu takip edemeyen insanlar elbette düşünmeyen kitlelere yol açar. Düşünmeyen kitleler de düşünmeyenleri takip eder. Bu döngü bugün giderek süratlenmiştir. Postmodern toplumun, medeniyete verdiği en büyük zarar sıradan insana hızı yüksek ama frekansı düşük bilgi sunmasıdır.


Oysaki Avusturya İktisat Ekolü düşünür, konuşur, yazar ve uygular. Düşünmeyen kitlelerdeki bir genç kendisini neden düşüncesizlerin arasında tutsun ki asla bir genç başkalarının ayak izlerini takip etmek istemez. Bir genç, kendisini ortalama zekâların üstünde gördükçe moda-dışı bir teorinin peşine düşebilir. O da neden Avusturya İktisat Ekolü olmasın, öyle değil mi? Nitekim, postmodern düşünce Avusturya İktisat Okulu’nu marjinal ve radikal olarak yaftalamıştı. Avusturyacı olmak tam da bir gencin istediği şekilde herkesten farklı olmasını sağlayabilir çünkü burada “dünyayı değiştirmek” var, kalbini değil ama aklını tutkuyla birleştirmek var. Zaten bugünün gençleri yarının yaşlıları oldukça daha da makulleşecek ve kalbini aklıyla değiştirecektir. Bugünün gençlerinin tek ihtiyacı aksiyomatik tümevarımsal düşünce olmalıdır. Gerisi kendiliğinden bilinçle gelecektir.


Kısacası bu günler de geçecek ve postmodern teori her yüzyılda ortaya çıkan “sahte bilimler” gibi düşünceler çöplüğüne gidecektir. Avusturya İktisat Ekolü olduğu gibi kaldıkça (metot ve sistem açısından) diğerlerinin adı değişecek ve sürekli olarak Avusturya İktisat Okulu’nu yıpratmaya çalışacaklardır. Rakiplerimiz belli fakat isimleri değişiktir. Ama unutmayalım ki demagoglar ve devlet yanlısı entelektüeller her daim düşüncelerinde samimiyetsiz ve iç dünyalarında kendi teorilerinin yanlışlığını gördükçe, Avusturya İktisat Okulu gibi dürüst ve mantıklı düşünceler karşısında fikren ve bedenen mağlup olmak zorundadırlar. Çünkü rasyonalistin ısrarcı iddiaları yapıcı ve yaratıcıdır. Hiçbir şey doğru ve gerçeğin birleştiği an kadar güçlü ve yenilmez değildir. Hiçbir şey bu teorileri bozamaz, değiştiremez ve unutturamaz. Ve kitleler uzun dönemde ne olursa olsun; ne para, ne şöhret, ne de ödüller vasıtasıyla bile olsa, yılmaz mantığa karşı sürekli bir biçimde geçici çıkarlar için tutulamazlar. Kazanan hep aklıselim olacaktır. Bu, yeter ki birkaç yetenekli kişi tarafından arzu edilsin. Gerisi entelektüel mücadelenin sonunda sıradan insana da nüfuz edecektir. Kazanan o vakit bellidir.


Ve gelecek, son 5 asırdan beri kesintilerle birlikte artan akılcılığın, barışın, refahın ve özgürlüğün zaferinin tarihi olacaktır. Bunu değiştirmek isteyenler karşılarındaki fizikî ve biyolojik dünyalar kadar, iktisadî ve yöntembilim yasalarının engelini de hatırlamalıdırlar. Ne kadar şımarık ve cahilce olurlarsa olsunlar, onlara bu yasaların olduğunu tekrar ispatlayan her zaman bir “Avusturyalı” çıkacaktır.



 

309 görüntüleme0 yorum

Son Yazılar

Hepsini Gör

Comments


Yazı: Blog2 Post
bottom of page