Hans-Hermann Hoppe ”A Theory of Socialism and Capitalism”
Part 10: Capitalist Production and the Problem of Public Good
Sosyalizmi hem ekonomik hem de ahlaki cephelerden yıkmaya çalıştık. Onu sadece sosyo-psikolojik önemi olan bir hadiseye, yani, var olması için ne iyi bir ekonomik ne de iyi bir ahlaki sebebi olmayan bir hadiseye indirgedikten sonra, kökleri, saldırganlık ve divide et impera politikasının genel görüş üzerindeki yozlaştırıcı etkisi bazında açıklanmıştı. Son bölümde, sosyalizmin ekonomik açıdan üstün rakibi olan kapitalist sosyal düzenin uygulanmaya her zaman hazır bir şekilde nasıl işleyeceğini yapıcı olarak açıklama işine girişerek, sosyalizme son darbeyi vurmak amacıyla yine ekonomiye dönülmüştü. Tüketici değerlendirmeleri açısından kapitalizmin, üretim faktörlerinin tahsisatı, üretilen mamülün kalitesi ve sermayenin ihtiva ettiği değerlerin zaman içerisinde korunması ile alakalı olarak daha üstün olduğu gösterilmişti. Güya saf piyasa sistemi ile bağlantılı olan sözde tekel probleminin aslında özel bir problem teşkil etmediği kanıtlanmıştı. Bilakis, kapitalizmin normalde daha verimli işlemesi hakkına söylenen her şey, tüketicilerin gönüllü alımları ya da alımlardan gönüllü olarak imtina etmeleri kontrolüne maruz kaldıkları sürece, aynı zamanda tekeleci üreticiler için de geçerlidir.
Bu son bölüm, bir özel sorun olarak daha da sık bahsedilen ve kapitalizmin ekonomik üstünlük tezi hususunda sözde gerekli olacak yeterlilik kazandırıcı iyileştirmeleri analiz edecektir: sözde kamu mallarının üretimi sorunu. Özellikle de güvenlik üretimi konusu dikkate alınacaktır.
Eğer piyasa ekonomisinin işleyişiyle ilgili daha önceki bölümlerde belirtilenler doğruysa, ve tüketicilerin boykot etme ve kendilerinin rekabetçi üreticiler olarak piyasaya serbestçe girme hakları saklı kaldığı sürece tekeller tüketicilere tamamen zararsızsa, o zaman gerek ekonomik gerekse ahlaki sebeplerden ötürü, tüm mal ve hizmet üretiminin özel ellere bırakılması gerektiği sonucuna varılmak zorundadır. Ve özellikle de, kanun ve düzen, adalet ve barış üretiminin – Bölüm 8 de açıklanan sebeplerden dolayı devlet tarafından sağlanması gereken mallara en muhtemel adaylar olarak düşünülen şeylerin – bile rekabetçi bir piyasada özel olarak sağlanması gerektiği sonucu çıkar. Bu, bilhassa, ünlü Belçika’lı iktisatçı G. De Molinari’nin daha 1849’da – klasik liberalizmin halen baskın ideolojik güç olduğu ve “ekonomist” ile “sosyalist” kavramlarının genelde (ve haklı olarak) zıt anlamlarda algılandığı bir devirde – formulize ettiği sonuçtur.
Eğer politik ekonomide yerleşik bir doğru varsa oda şudur: Her durumda, tüketicinin maddi ve manevi ihtiyaçlarını karşılamaya hizmet eden tüm emtialar bakımından tüketicinin en menfaatine olan şey, işgücü ve ticaretin serbest olmasıdır, çünkü serbest işgücü ve ticaretin muhakkak ve daimi sonucu fiyatlardaki maksimum düşüştür. Ve şudur: ne olursa olsun herhangi bir emtianın tüketicisinin menfaatleri, her zaman üreticinin menfaatlerine galip gelir. O zaman, bu prensiplerin takip edilmesiyle şu kesin sonuca varılır: Güvenlik üretimi de, manevi olan bu emtianın tüketicilerinin menfaatleri açısından, serbest rekabet kanunlarına maruz bırakılmalıdır. Bu sebeple: Hiçbir hükümetin, başka bir hükümeti, kendisiyle rekabete girmesini engelleme veya güvenlik tüketicilerden, bu emtia için sadece ve sadece kendisine gelmelerini isteme hakkı yoktur.
Ve kendisi, bu argüman hakkında şöyle bir yorumda bulunmuştur: “Ya bu mantıklı ve doğrudur, ya da ekonomi biliminin dayandığı prensipler geçersizdir.”
Görünüşe göre bu nahoş (tüm sosyalistler için tabi ki) sonuçtan kaçmanın tek bir yolu vardır: belirli bazı mallar için, birtakım özel nedenlerden dolayı yukardaki ekonomik muhakemenin uygulanamayacağını iddia etmek. Sözde kamu malı teorisyenlerinin ispatlamaya azmettikleri şey işte budur.3 Lakin biz, gerçekte bu tip özel malların ve özel sebeplerin var olmadığını gösterecek, ve bilhassa güvenlik üretiminin, ister ev, ister peynir isterse sigorta olsun herhangi başka bir mal veya hizmet üretiminde olduğundan farklı bir problem arz etmeyeceğini göstereceğiz. Pek çok taraftarı olmasına rağmen, kamu malı teorisinin tamamı hatalıdır, muhakemesi göz boyayıcıdır , dahili tutarsızlıklar ve alakasız laflarla doludur, halkın önyargılarıyla oynar ve farz edilen inançlarına hitap eder ancak herhangi bir bilimsel faziletten yoksundur.
O zaman, sosyalist iktisatçıların Molinari’nin sonucuna varmaktan kaçınmak için buldukları “kaçış yolu” ne gibi bir şeydir? Molinari’nin zamanından beri, farklı tipte bir ekonomik analizin uygulanabileceği bazı mallar olup olmadığı sorusuna olumlu cevap vermek gitgide daha çok rastlanır hale gelmiştir. Aslına bakılırsa, günümüzde, kapitalist üretim düzeninin ekonomik üstünlüğü gerçeğinin genellikle itiraf edildiği özel mallar ile, bunun genellikle reddedildiği kamu malları arasındaki ayrımın hayati önemine vurgu yapmayan tek bir ekonomi ders kitabı bulmak neredeyse imkansızdır.5 Güvenliğin de içinde bulunduğu, belirli mal ve hizmetlerdeki tasarruf hakkının, bunların üretimini gerçekte finanse eden insanlarla sınırlandırılamayacak kadar özel bir karakteristiğinin olduğu söylenmektedir. Bilakis, finansmanına katılmayan insanlar da bunlardan fayda sağlayabilirler. Bu tür mallar kamu malı ve hizmeti olarak adlandırılır (sadece gerçekte ödeme yapmış insanlara fayda sağlayan özel mal ve hizmetlerin aksine). Ve kamu mallarına has bu özellikten ötürü, piyasanın bunları ya hiç ya da en azından yeterli miktar ve kalitede üretemeyeceği ve dolayısıyla telafi edici devlet müdahalesinin gerekeceği iddia edilmektedir.6 Sözde kamu malları için farklı yazarlarca verilen örnekler oldukça çeşitlidir.
Yazarlar çoğunlukla aynı mal ve hizmeti farklı sınıflandırarak, neredeyse hiçbir malın sınıflandırılması hususunu ihtilafsız şekilde bırakmamışlardır.7 Bu, tüm ayrımın hayali karakterinin açık bir belirtisidir. Yine de, kamu malı olarak özel bir popüler statüye sahip bazı örnekler, finansmanına hiçbir katkıda bulunmamış olmasına rağmen, komşumun, evini yanmaktan koruyup bu şekilde benim itfaiye teşkilatımdan faydalanmasını sağlayan bir itfaiye; veya devriyelerin finanse edilmesine yardımcı olmamasına rağmen, etrafta dolaşarak olası hırsızları korkutup, komşumun mülkiyetinden uzak tutan polis teşkilatı; veya yapımı ya da bakımına bir kuruş bile katkıda bulunmayan gemilerin yollarını bulmasına yardımcı olan ve ekonomistlerin özellikle en sevdikleri örnek olan, deniz feneri.
Kamu malları teorisinin tanıtımına ve kritik incelemesine devam etmeden önce, özel mallarla kamu malı arasındaki ayrımın, neyin özel olarak neyin devlet tarafından veya devlet yardımıyla üretilmesi gerektiğine karar verilmesinde ne kadar faydalı olduğunu araştıralım. En yüzeysel analiz bile, akla yatkın bir çözüm yerine, bu sözde kriteri kullanmanın, insanın başını belaya sokabileceğine işaret etmektedir. En azından ilk bakışta devlet tarafından sağlanan bazı mal ve hizmetler sahiden de kamu olarak nitelendirilebilir gibi görünürken, gerçekte devlet tarafından üretilen bu mal ve hizmetlerden kaç tanesinin kamu malı başlığı altında toplanabileceği kesinlikle bariz değildir. Demir yolları, posta hizmetleri, telefon, yollar ve benzerlerinin kullanımı, bunları gerçekte finanse eden kişilerle sınırlandırılabilir mallar gibi görünmekte ve dolayısıyla özel mallar gibi ortaya çıkmaktadır. Ve aynı durum çok boyutlu olan “güvenlik” malının pek çok yönü hususunda da geçerli gibi görünmektedir: sigorta ettirilebilen her şey özel mal olarak nitelendirilmek zorundadır. Lakin bu yeterli değildir. Aynen devlet tarafından üretilen malların özel mallarmış gibi görünmesi gibi, pek çok özel olarak üretilen mallar da kamu malı kategorisine uyuyormuş gibi görünebilir. Komşularım benim bakımlı gül bahçemden açık bir şekilde faydalanırlar – bahçe işine hiç yardım etmeden görüntüsünden haz alabilirler. Aynı şey, benim mülkiyetim üzerinde yaptığım ama aynı zamanda komşu mülkiyetin değerini de artıracak her türlü iyileştirme için geçerlidir. Benimle aynı otobüste seyahat eden diğer yolcular, almamda bana yardımcı olmasalar da benim deodorantımdan faydalanırlar. Şapkasına para atmayanlar bile sokak çalgıcısının performansından faydalanabilirler. Ve benimle temasa geçen herkes, finansal bir katkıda bulunmadan, giriştiğim en sevimli insana dönüşme çabalarımdan faydalanabilir. Şimdi tüm bu mallar – gül bahçesi, mülkiyet iyileştirme, sokak müziği, deodorant, kişilik geliştirme – açıkça kamu malı karakteristiklerine sahipmiş gibi görünmesinden dolayı devlet tarafından veya devlet yardımıyla mı üretilmesi gerekir?
Özel üretilen kamu malı şeklindeki bu son örneklerin işaret ettiği gibi, kamu malı teorisyenlerinin bu malların özel olarak üretilemeyip devlet müdahalesi gerektirdiği teziyle ilgili bir yerlerde çok ciddi bir hata vardır. Bunlar açık bir şekilde piyasa tarafından sağlanabilir. Ayrıca, tarihi kanıtlar bize, devletin şu anda sunmakta olduğu tüm bu sözde kamu mallarının geçmiş zamanlarda sahiden de özel girişimciler tarafından sağlandığını ya da günümüzde bazı ülkelerde halen sağlanmakta olduğunu göstermektedir. Örneğin posta hizmetleri bir zamanlar hemen her yerde özeldi; yollar özel olarak finanse edilmiştir ve bazen halen de edilmektedir; çok sevilen deniz fenerleri bile aslen özel girişimin eserleridir; özel polis güçleri, dedektifler ve hakemler halen mevcuttur; ve hastalara, fakirlere, yaşlılara, yetimlere ve dullara yardım, özel hayır kurumlarının geleneksel sahası olmuştur. Bu tür şeylerin saf piyasa sitemi tarafından üretilemeyeceği söylemi tecrübeyle yüzlerce kez yanlışlanmıştır.
Bunun dışında, neyin piyasaya bırakılıp neyin bırakılamayacağı hususunda karar vermek için, mallarda kamu-özel ayrımı yapmak başka zorluklar doğurur. Peki, örneğin, sözde kamu mallarının üretimi, başka insanlar için pozitif değil de negatif sonuçlar doğurursa veya bazıları için pozitif bazıları için negatif sonuç ortaya çıkarırsa ne olur? Ya evi benim itfaiye teşkilatım tarafından yanmaktan kurtarılan komşum (belki de fazladan sigorta yaptırdığı için) evinin yanmış olmasını dilemişse, veya komşum güllerden nefret ediyorsa, veya benimle yolculuk edenler, deodorantımın kokusunu iğrenç buluyorlarsa ne olacak? Bunlara ek olarak, teknolojik değişiklikler mevcut malların karakterini değiştirebilir. Örneğin, kablolu televizyonun geliştirilmesiyle birlikte, daha önce (görünüşte) kamu malı olan bir şey özel hale gelebilir. Ve mülkiyet kanunlarında – mülkiyet tahsisatıyla ilgili – yapılan değişiklikler de, bir malın kamu-özel karakterinin değişmesi konusunda aynı etkiyi gösterebilir. Deniz feneri örneğin, ancak denizler kamuya ait (özele değil) kaldığı sürece kamu malıdır. Aynen saf kapitalist bir sosyal düzende olacağı üzere, okyanus parçalarının özel mülkiyet olarak edinilmesine izin verilseydi, o zaman, deniz feneri sadece belli bir alanı aydınlatabildiği için, ödemeyenleri hizmetlerden mahrum bırakmak açıkça mümkün hale gelirdi.
Biraz kabataslak seviyede yürütülen bu tartışmayı bırakıp kamu malı ile özel mal arasındaki ayrıma daha derinlemesine bakıldığında, bunun tamamen hayali bir ayrım olduğu ortaya çıkacaktır. Özel mallarla kamu malı arasında var olan kesin hatlı bir ikiye ayrılma yoktur ve mevcut malların nasıl sınıflandırılacağı hususunda bu kadar çok anlaşmazlık olabilmesinin esas nedeni de budur. Tüm mallar az veya çok kamu malıdır ve insanların değişen değerleri ve değerlendirmeleri ve nüfus bileşimindeki değişimler ile birlikte özele/kamuya açık olma dereceleri bakımından değişebilir – ve sürekli olarak değişmektedir de. Hiçbirisi, hiçbir zaman, kesin olarak bu kategorilerden birine girmez. Bunun idrak edilebilmesi için, bir eşyayı mal yapan şeyin ne olduğunu tekrar hatırlamak yeterlidir. Bir şeyin mal sayılabilmesi için, o şeyin birisi tarafından kıt olarak algılanıp o şekilde muamele görmesi gerekir. Başka bir deyişle, bir şey kendi başına mal sayılmayıp, o şey sadece algılayanın gözünde maldır. En azından bir şahsın subjektif olarak mal şeklinde değerlendirmediği hiçbir şey mal değildir. O zaman, mallar hiçbir zaman kendi başlarına – zira bir şeyi ekonomik bir mal olarak tanımlayabilecek fiziki-kimyasal bir analiz yoktur – mal sayılmadıkları için, malları ya özel ya da kamu malı olarak sınıflandıracak sabit ve objektif bir kriter olamayacağı açıktır.
Kendi başına kamu malı veya özel mal diye bir şey olamaz. Bunların özel mal veya kamu malı olma karakteri, bunları mal olarak değerlendiren insan sayısının azlığına veya çokluğuna bağlı olmakla birlikte, bu malların özel veya kamu olma dereceleri bu değerlendirmeler değiştikçe değişir ve bir’den sonsuza kadar uzanır. Görünüşte tamamen özel eşyalar olan, evimin içi veya iç çamaşırımın rengi böylelikle başka birileri bunlarla ilgilenmeye başladığı anda kamu malı haline gelebilir. Ve kamu malı gibi görünen, evimin dışı ve iş kıyafetlerimin rengi, başka insanlar ilgilerini kestikleri anda son derece özel mallar haline dönüşebilir. Dahası, her mal karakteristiğini tekrar tekrar değiştirebilir; hatta tamamen bu önemseme veya önemsememe durumundaki değişime bağlı olarak özel mal veya kamu malından, özel habis veya kamu habisine dönüşebilir. Hal böyleyse, alınan hiçbir karar, malların kamu veya özel olarak sınıflandırmasına dayandırılamaz.
Aslında, kimin neyden fayda göreceğini ve dolayısıyla finansmanına katılması gerektiğini belirleyecek böyle bir karar, ancak her bireye her mal ile alakalı olarak, bunları pozitif veya negatif ve belki de ne ölçüde önemseyip önemsemediklerinin fiilen sorulmasıyla mümkün olabilir. (Ve bunların doğruyu söyledikleri nasıl bilinebilir?) Üstelik, bu tür değerlendirmelerdeki değişimlerin sürekli olarak gözlemlenmesi zorunlu hale gelir ve sonucunda herhangi bir şeyin üretimiyle alakalı herhangi bir kesin karar verilemez ve anlamsız bir teorinin neticesinde hepimiz çoktan ölmüş oluruz.
Fakat tüm bu zorlukları göz ardı edip kamu malı-özel mal ayrımının tutarlı olduğu kabul edilse bile, bu argüman beklenen ispatları sunamaz. Ne kamu mallarının – ayrı bir mal kategorisi olarak var olduğu kabul edilerek – esasen neden üretildiği, ne de özel girişimden ziyade devletin bunları üretmesi gerektiği hususunda kesin nedenler ortaya koyamaz. Yukarda bahsedilen kavramsal ayrım ileri sürülerek, kamu malları teorisinin özünde söylediği şey şudur: kamu mallarının, üretimine veya finansmanına katkıda bulunmamış insanlara olan pozitif etkisi, bunların arzulanan mallar olduğunun ispatıdır. Lakin bunlar, aşikar bir şekilde, serbest ve rekabetçi bir piyasada hiç ya da en azından yeterli miktar ve kalitede üretilmez, çünkü bundan faydalanan herkes aynı zamanda üretimini mümkün kılacak finansal katkıda bulunmaz. Dolayısıyla bu malların (aşikar bir şekilde arzulanıp başka türlü üretilemeyecek olan) üretilebilmesi için devlet devreye girip üretimine yardımcı olmalıdır. Neredeyse bütün ekonomi ders kitaplarında (Nobel ödüllüler de dahil) rastlanan bu tür bir muhakeme, iki ayrı açıdan, tamamen temelsizdir.
Öncelikle, başka türlü üretilmeyecek kamu mallarını, devletin sağlamak zorunda olduğu sonucuna varabilmek için, muhakeme zincirine gizlice bir normun sokulması gerekir. Aksi takdirde, bazı malların kendine has karakteristiğinden dolayı üretilemeyeceği ifadesinden, bu malların üretilmesi gerektiği sonucuna asla varılamaz. Fakat, kendi sonuçlarını haklı çıkarmak için bir norma gerek duyulmasıyla birlikte, kamu malı teorisyenleri ekonomi biliminin pozitif ve wertfrei sınırlarını bariz bir şekilde terk etmişlerdir. Bunun yerine ahlak veya etik alanına geçmişlerdir, ve dolayısıyla kendileri açısından yaptıkları şeyi meşru kılıp türetmekte oldukları sonucu haklı çıkarabilmek için idraksal bir bilim dalı olan bir etik teorisi sunmaları beklenir. Fakat, kamu malı teorisi literatürünün hiçbir yerinde bu tip bir idraksal etik teorisine en ufak şekilde bile benzeyen bir şeye rastlamak mümkün değildir.14 Dolayısıyla, kamu malı teorisyenlerinin, pozitif ekonomistler olarak var olan tüm prestijlerini, kendi yazılarında da işaret ettikleri üzere, herhangi bir otoritelerinin olmadığı mevzularda yaptıkları açıklamalarla kötüye kullandıkları daha en başından ifade edilmelidir. Ama belki de, detaylı bir ahlaki teori ile desteklemeden, kazara doğru bir şeye rastlamışlardır?. Kamu mallarının sağlanması için devletin yardım etme zorunluluğu ile alakalı yukarda bahsedilen sonuca ulaşabilmek için gerekli olan norm açıkça formülize edildiği anda bunun gerçeklerden ne kadar da uzak olduğu ortaya çıkacaktır. Yukardaki sonuca ulaşmak için gerekli norm şudur: belli bir mal veya hizmetin birilerine pozitif bir etkisi olmasına rağmen, başkaları finansmanına katılmadığı sürece, hiçbir surette veya belirli bir miktar ya da kalitede üretilemeyeceği bir şekilde ispatlandığı anda, bu insanlara karşı, devlet marifetiyle doğrudan ya da dolaylı olarak agresif şiddet kullanılmasına izin verilir, ve bu insanlar gerekli finansal külfeti paylaşmaya zorlanabilir. Bu kuralın uygulanması neticesinde kaos doğacağını göstermek için fazla bir yoruma gerek yoktur, zira bu, canı çektiği anda herkesin herkese karşı saldırabileceği anlamına gelir. Ayrıca, normatif ifadelerin haklı çıkarılması problemi tartışmasından da (Bölüm 7) yeteri kadar açık olacağı üzere, böyle bir normun hiçbir zaman hakkaniyetli bir norm olarak haklı çıkarılması mümkün değildir. Bu yönde fikir beyan etmek bu fikir lehinde mutabakat aramak için, norm ne söylerse söylesin, herkesin fiziksel bağımsız karar verme birimi olarak bütünlüğünün garanti edildiği önden varsayılmak zorundadır.
Fakat kamu malları teorisi sadece, içerisinde ima ettiği kusurlu ahlaki muhakeme yüzünden yıkılmaz. Yukardaki argümanın içerdiği faydacı ekonomik muhakeme de bariz şekilde hatalıdır.
Kamu malı teorisinin ifade ettiği gibi, gerçekten de kamu malının var olması olmamasından daha iyi olabilir, gerçi bunun ille de böyle olacağına dair apriori bir neden olmadığı (ki bu, kamu malı teorisyenlerinin muhakemesini o noktada sona erdirirdi) unutulmamalıdır. Zira devlet faaliyetlerinden iğrenen ve sözde kamu mallarının devlet tarafından sağlanmasındansa hiç olmamasını tercih eden anarşistlerin varlığının açıkça mümkün olup sahiden de mevcut oldukları bilinmektedir!15 Her durumda, bu argüman şu ana kadar kabullenilmiş olsa bile, kamu mallarının arzulanır olduğu ifadesinden bunların bu yüzden devlet tarafından sağlanması gerektiği ifadesine atlanması inandırıcı olmaktan çok uzaktır, zira bu hiçbir surette kişinin karşı karşıya kaldığı tek seçenek değildir. Para veya diğer kaynaklar, olası alternatif kullanımlardan çekilmesi gerektiği için, sözde arzulanan kamu mallarının finanse edilmesi için, konuyla alakalı ve uygun tek soru, paranın harcanabileceği bu alternatif kullanımların (yani, muhtemelen alınabilecek fakat para kamu mallarına harcandığı için artık alınamayacak olan özel mallar) kamu mallarından daha değerli – daha acil – olup olmadığıdır. Ve bu sorunun cevabı son derece açıktır.
Mutlak seviyesi ne kadar yüksek olursa olsun, tüketici değerlendirmeleri açısından kamu mallarının değeri, rekabet eden özel mallara göre nispeten daha düşüktür, çünkü seçim tüketiciye bırakılsaydı (ve üzerlerine bir alternatif zorlanmasaydı) paralarını bariz olarak farklı şekilde kullanırlardı (aksi takdirde bir zorlamaya gerek kalmazdı). Bu, kamu mallarının sağlanması için kullanılan kaynakların israf edildiğini şüphe götürmez bir şekilde ispatlamaktadır, zira bunlar tüketicilere en iyi ihtimalle ikincil önemde olan mal ve hizmetleri sağlamaktadır. Kısacası, özel mallardan açıkça ayırt edilebilen kamu mallarının varlığı kabul edilse ve belirli bir kamu malının faydalı olduğu varsayılsa bile, kamu malları gene de özel mallarla rekabet edecektir. Ve bunların daha acil olarak istenip istenmediği ve isteniyorsa bunun ne ölçüde olduğunu veya benzer bir yaklaşımla, bunları üretmenin, daha acil ihtiyaç duyulan özel malların üretilmemesi veya daha az üretilmesi pahasına gerçekleşip gerçekleşmeyeceği ve gerçekleşiyorsa bunun ne ölçüde olduğunu belirlemenin bir tek yolu vardır: her şeyin serbestçe rekabet eden özel girişim tarafından sağlanmasına izin vermek. Dolayısıyla mantık, kamu malı teorisyenlerinin ulaştığı sonucun aksine, insanı, tüketicinin bakış açısından, sadece saf piyasa sisteminin bir kamu malının üretimi kararındaki akılcılığı temin edebileceği sonucunu kabul etmeye zorlar. Ve ancak saf kapitalist düzen altında, bir kamu malından ne kadar üretilmesi gerektiği (sahiden de üretilmesi gerekiyorsa) kararının rasyonel olduğu garanti edilebilir.16 Farklı bir sonuca ulaşabilmek için gerçek anlamıyla Orwell’ci boyutlarda anlam bilimsel bir devrimden daha azı yeterli gelmez. Ancak, birinin “hayrının” aslında “evet” anlamına geldiğini, “bir şeyin satın alınmaması” aslında o şeyi “satın almayan insanın, satın almamak yerine yapmayı tercih ettiği şey” anlamına geldiği, “gücün” aslında “özgürlük” olduğu, “mukavele yapmamanın” aslında “mukavele yapmak” anlamına gelmesi vesaire gibi yorumlanmasına razı olunması durumunda kamu malı teorisyenlerinin ana fikri “ıspatlanabilir.”
Fakat bu durumda bir şey söyledikleri zaman kastetmeye çalıştıkları şeyi mi kastettiklerinden yoksa aslında tam tersini mi kastettiklerinden ya da belirli bir içeriği olmayıp sırf gevezelik babında hiçbir şey kastetmediklerinden nasıl emin olabiliriz? Olamayız! Dolayısıyla M. Rothbard, kamu malı ideologlarının, kamu mallarının üretilmemesi veya miktar ya da kalite bakımından “yetersiz” üretilmesinden ötürü, sözde piyasa yetersizliğinin varlığını ispatlama gayretleri hakkındaki yorumlarında tamamen haklıdır. Der ki, “…bu tür bir görüş, ekonomi biliminin serbest piyasa faaliyetlerinin her zaman optimum olduğunu ileri sürmesi hususunu tamamen yanlış anlamıştır. Bu bir ekonomistin şahsi etik görüşü açısından değil, tüm katılımcıların serbest ve gönüllü faaliyetleri ve tüketicilerin serbestçe ifade ettikleri ihtiyaçlarının karşılanması açısından optimumdur. O yüzden, hükümet müdahalesi, her zaman ve illa ki böyle bir optimumdan sapacaktır.”
Sahiden de, piyasa yetersizliğini sözde ispat eden bu argümanlar, açıkça absürt olmaktan başka bir şey değildir. Teknik jargon maskeleri çıkarıldığında tüm ispat ettikleri şey şudur: kıtlıkla damgalanmış şartlar üzerine empoze edilmiş saldırmazlık prensibi ile de karakterize edildiği üzere, piyasa mükemmel değildir, ve böylece ancak saldırganlığa müsaade edildiğinde üretilecek belirli mal ve hizmetler üretilmez. Evet doğru. Fakat hiçbir piyasa teorisyeni bunu zaten hiçbir zaman inkar etmeye kalkmaz. Lakin, ki bu belirleyicidir, piyasanın bu “kusuru” gerek iktisadi gerekse ahlaki açıdan savunulabilirken, kamu malı teorisyenlerinin propagandasını yaptıkları piyasaların sözde “mükemmeliyeti” savunulamaz.19 Devletin şu anda yürütmekte olduğu kamu mallarını sağlama faaliyetini sona erdirmesinin, mevcut sosyal yapı ve servet dağılımında bazı değişimleri ima ettiği de doğrudur. Ve böyle bir yeniden düzenleme, bazı insanlar için elbette zorluklar ima edecektir. Aslına bakılırsa, devlet fonksiyonlarının özelleştirilmesi politikasına karşı, bu politika neticesinde toplam sosyal servet uzun vadede gelişecek olmasına rağmen, geniş çaplı bir kamuoyu tepkisi olmasının asıl nedeni budur. Ancak bu gerçek, tabi ki, piyasaların yetersizliğini gösteren geçerli bir argüman olamaz. Eğer adamın birine başkalarının kafasına vurma izni verilmişken şimdi bu alışkanlığına devam etmesine müsaade edilmezse elbette ki rencide olacaktır.
Fakat bunun, eski (vurma) kurallarını sürdürmesi için geçerli bir bahane olarak kabul edilmesi zordur. O kişi zedelenmiştir, fakat onun zedelenmesi, başka tüketicilerin adilane şekilde edindikleri ve tasarrufları altında bulunan araçlarla istediklerini gönüllü olarak satın almalarına ne hususlarda izin verilmeyeceğinin belirlenmesi hakkının bazı tüketicilerin elinde olduğu bir sistemin yerine, her tüketicinin neyin ne miktarda üretileceğini belirlemede eşit hakka sahip olduğu bir sosyal düzenin konması anlamına gelir. Ve böyle bir değişiklik, gönüllü tüketiciler kapsamındaki her tüketicinin bakış açısından elbette ki tercih edilecektir.
O zaman, mantıksal muhakemenin gereği olarak, Molinari’nin yukarda bahsedilen ve tüketicilerin yararına olması için tüm mal ve hizmetlerin piyasa tarafından sağlanması gerektiğini iddia ettiği sonuç kabul edilmek zorundadır.20 Kapitalizmin ekonomik üstünlüğü genel tezi üzerinde iyileştirme yapılmasını zorunlu kılan ve bariz olarak ayırt edilebilir olan mal kategorilerinin mevcudiyeti sadece hatalı olmakla kalmaz; mevcut olsalar bile, özel mallarla mütemadiyen rekabet içerisinde olduklarından, bu sözde kendine has kamu mallarının özel girişim tarafından üretilemeyeceği ile ilgili özel bir neden yoktur. Aslında, kamu malı teorisyenlerinin tüm propagandalarına rağmen, piyasaların devlete nazaran daha verimli olduğu, giderek artan sayıdaki sözde kamu malı ile alakalı olarak fark edilmiştir. Her gün karşı karşıya kalınan tecrübeler ışığında, bu mevzularda ciddi olarak çalışan neredeyse hiç kimse günümüzde piyasaların posta servislerini, demir yollarını, elektriği, telefonu, eğitimi, parayı, yolları, vesaireyi devletten daha etkili bir biçimde, yani, tüketicilerin zevkine daha uygun şekilde üretebileceğini inkar edemez. Yine de insanlar belli bir sektörde mantığın gerektirdiği şeyi kabul etmekten genellikle çekinirler: güvenliğin sağlanması alanında. Dolayısıyla, bu bölümün kalan kısmında, kapitalist ekonominin bu hususi alandaki üstün işleyişi açıklanacaktır – mantıksal kanıtlarının halihazırda sunulmuş olup, analize bazı ampirik malzemelerin eklenmesi ve kendi çapında bir problem olarak irdelenmesiyle birlikte daha ikna edici hale getirilecek bir üstünlük.
Peki, tekelci olmayan rekabetçi bir güvenlik sağlama sistemi nasıl çalışır?. Daha en başından açıkça belirtilmelidir ki, bu soruyu cevaplarken saf mantıksal analiz sahası terkedilecek ve dolayısıyla cevaplar kesinlikten ve kamu malları teorisinin geçerliliği hakkındaki açıklamalarda bulunan müsellem karakterden yoksun olacaktır. Karşı karşıya kalınan problem, piyasanın hamburger üretimi problemini nasıl çözeceği sorusunu sormakla birebir benzeşir, özellikle de hamburger üretimi bugüne kadar münhasıran devlet tarafından sağlanmışsa. Dolayısıyla hiç kimsenin geçmiş tecrübelerden faydalanma şansı yoktur. Sadece farazi cevaplar formülize edilebilir. Hiç kimsenin hamburger endüstrisinin kesin yapısını bilmesine imkan yoktur – rekabet eden kaç şirket meydana gelir, bu endüstrinin diğerleri ile karşılaştırıldığında önemi nedir, hamburgerler neye benzer, piyasada farklı kaç tip hamburger ortaya çıkar ve belki de talep eksikliğinden tekrar kaybolur vesaire gibi. Hiç kimse, zaman içerisinde meydana gelecek ve aynı hambuger endüstrisinin yapısını etkileyecek şartların ve değişimlerin tamamını bilemez – çeşitli tüketici gruplarındaki talep değişimi, teknolojideki değişim, endüstriyi doğrudan veya dolaylı etkileyen çeşitli mallardaki fiyat değişimi gibi. Tüm bunların, güvenliğin özel üretimi sorusuna gelindiğinde de farklı olmayacağı vurgulanmalıdır. Fakat bu, hiçbir şekilde, bu mevzuda kesin hiç bir şey söylenemeyeceğini ima etmez. Dünyaya şu anki haliyle bakıldığında az çok gerçekçi olduğu bilinen ve bazı genel şartlar dahilinde güvenlik hizmetlerine mevcut bir talebin var olduğunu farz edersek söylenebilecek ve söylenecek şeyler, farklı sosyal düzenler altında, içerisinde çalışmak zorunda oldukları farklı yapısal kısıtlamalarla karakterize edilecek olan güvenlik üretiminin, ne şekilde farklı tepkiler vereceğidir.22 İlk önce devlet tarafından tekelci şekilde yürütülen güvenlik sağlama işinin detaylarını analiz edelim, zira bu durumda en azından, ulaşılan sonuçların geçerliliğiyle alakalı olarak mevcut olan bol kanıtlardan faydalanıp, daha sonra da bunları böyle bir sistemin tekelci olmayan bir sistemle yer değiştirmesi durumunda beklenebilecek şeylerle karşılaştırılmasına dönülebilir.
Güvenlik bir kamu malı olarak düşünülse bile, kıt kaynakların tahsisinde başka mallarla rekabet etmek zorundadır. Güvenliğe harcanan şey artık tüketici memnuniyetini artırabilecek başka mallara harcanamayacaktır. Dahası, güvenlik homojen tek bir mal olmayıp, daha ziyade pek çok hal ve ögeden oluşur. Sadece engelleme, tespit ve zorlama unsurları yoktur, aynı zamanda hırsızlardan, tecavüzcülerden, çevreyi kirletenlerden, doğal felaketlerden vesaire korunma hususları vardır. Ayrıca, güvenlik “tek parça” halinde üretilmeyip, marjinal birimler halinde de sağlanabilir. Bunlara ek olarak, farklı insanlar, şahsi karakterlerine, farklı güvensizlik faktörleriyle ilgili geçmiş tecrübelerine ve yaşamakta oldukları yer ve zamana bağlı olarak güvenliğe hem bir bütün olarak hem de bu bütünün faklı unsurları bakımından farklı değerler yüklerler.23 Peki, ki burada artık kıt kaynakların rakip kullanımlara tahsis edilmesi temel ekonomik problemine dönüyoruz, devlet – sadece gönüllü katkılar ve ürünlerinin satışından değil de, daha ziyade kısmen ve hatta tamamen vergilerle finanse edilen bir organizasyon – ne kadar güvenlik üreteceğine, sayısız boyutlarının her birinden kime ve nerede, neyi ne miktarda sağlayacağına nasıl karar verir? Bunun cevabı, bu sorulara karar verecek rasyonel bir yolunun olmadığıdır. Tüketicilerin bakış açısından, devletin güvenlik taleplerine vereceği karşılığın, dolayısıyla, keyfi olduğu şeklinde değerlendirilmek zorundadır. Bir polis ve bir hakime mi ihtiyacımız var, yoksa her birinden 100,000’er adet mi? Aylık ücretleri 100 Dolar mı olsun 10,000 Dolar mı? Sayıları ne olursa olsun, var olan polisler yollarda devriye gezmek için mi, hırsızları yakalamak için mi, çalınan malları geri almak için mi yoksa fahişelik, uyuşturucu kullanımı, kaçakçılık gibi kurbansız suçlara casusluk yapmak için mi daha çok zaman harcamaları gerekir? Ve hakimler, boşanma davalarına mı, trafik ihlallerine mi, dükkan hırsızlığına mı, cinayete mi yoksa kartelleşmeyi engelleme davalarına mı daha çok zaman ve enerji harcamalıdırlar? Açıkçası, tüm bu sorular bir şekilde cevaplanmak zorundadır, çünkü kıtlık var olduğu ve Aden Bahçesi’nde yaşamadığımız sürece bir şeye harcanan zaman ve para başka bir şeye harcanamaz.
Devlet de bu soruları cevaplamak zorundadır, ama ne yaparsa yapsın, bunu kar ve zarar kriterine maruz kalmadan yapar. Bu yüzden faaliyetleri keyfidir, ve dolayısıyla tüketiciler açısından illa ki sayısız müsrif tahsisat hataları içerecektir. Devlette çalışan ve tüketici isteklerinden büyük ölçüde bağımsız olan güvenlik sağlayıcıları bunun yerine, herkesin bildiği, gibi kendi istediklerini yaparlar. Herhangi bir şey yapmaktansa amaçsızca ortalıkta dolaşırlar, ve çalıştıklarında da en basit olanı yapmayı veya tüketiciye hizmet etmek yerine güç kullanabilecekleri yerlerde çalışmayı tercih ederler. Polis memurları çoğunlukla arabalarla dolaşır, önemsiz trafik ihlalleri hususunda zorluk çıkarır, pek çok insanın (yani, katılımcı olmayanların) sevmediği, fakat doğrudan etkilenmedikleri için mücadelesine para harcamayı da istemeyeceği kurbansız suçların araştırılması için büyük paralar harcarlar. Ama tüketicinin en acil olarak isteyeceği şeylerle ilgili – sert suçların (yani, kurban yaratan suçlar) engellenmesi, sert suçluların tespit edilip etkin şekilde cezalandırılması, çalıntı malların yerine konması, suç mağdurunun saldırgan tarafından tazmin edilmesinin temin edilmesi gibi – hususlarda, bütçeden gitgide daha çok pay almalarına rağmen, herkesin bildiği gibi etkisizdirler.
Dahası, ki burada tekrar düşük mamul kalitesi (mevcut tahsisatlar dahilindeki) problemine dönüyorum, devlette çalışan polis ve hakimler ne yaparlarsa yapsınlar (mecburen keyfi olarak, tabi ki) gelirleri öyle ya da böyle tüketicilerin ilgili hizmetler karşısındaki değerlendirmelerinden bağımsız olduğundan, kötü bir şekilde yapma temayülünde olacaklardır. Dolayısıyla polis keyfiyeti ve gaddarlığı ile birlikte hukuki süreçte bir yavaşlık gözlenir. Dahası, ne polisin ne de hukuk sisteminin tüketiciye, içerisinde, belli bir durumda nasıl bir sürecin harekete geçirilmesinin beklenebileceği hususundaki şartların tartışmasız bir şekilde ortaya konduğu hizmet sözleşmesini bir nebze olsun andıran bir şey sunmamaları da oldukça dikkat çekicidir. Bilakis, her ikisi de, zamanla prosedür kurallarını keyfi olarak değiştirmelerini sağlayacak akdi bir boşluk içerisinde çalışmaktadır, ki bu da, gerçekten tuhaf olan ve bir tarafta polis ve hakimler diğer tarafta ise özel vatandaşlar arasındaki ihtilafların çözümlenmesini üçüncü bağımsız bir tarafa devretmek yerine, ihtilaftaki taraflardan birinde – hükümette – çalışan başka bir polis veya hakime devredilmesi gerçeğini açıklar.
Üçüncüsü, devlet tarafından işletilen hapishaneler şöyle dursun, bir polis karakolu veya mahkeme dahi gören herkes, bize güvenlik sağlamak amacıyla kullanılan üretim faktörlerinin aşırı kullanıldığıyla, kötü bakıldığıyla ve pislik içerisinde bulunduğuyla ilgili gerçeğin ne kadar doğru olduğunu bilir. Onlar açısından, gelirlerini sağlayan tüketicilerin memnun edilmesi için bir neden yoktur. Ve eğer, istisnai olarak bunun tersinin geçerli olduğu durumlarda bile, benzer bir özel işletmeyle karşılaştırıldığında, bu ancak çok daha yüksek bir maliyetle mümkün olabilir.25
Şüphesiz ki, tekelci güvenlik üretimi sisteminin tabiatından kaynaklanan bu problemler, güvenlik hizmetleri için var olan talebin rekabetçi bir piyasa tarafından karşılandığı anda, üreticilerin tamamen farklı olacak insiyak yapısıyla birlikte, oldukça hızlı bir şekilde çözülür. Bu, güvenlik problemine “mükemmel” bir çözüm bulunur demek değildir. Hırsızlıklar ve cinayetler olmaya devam edecektir; ve ne çalınan malların tamamı geri alınacak, ne de bütün katiller yakalanacaktır. Fakat tüketici değerlendirmeleri bazında durum, insan doğasının izin verdiği ölçüde iyileşecektir. Öncelikle, ortada rekabetçi bir sistem olduğu sürece, yani, güvenlik hizmeti sağlayıcıları, pek çoğunun muhtemelen bir güvensizlik ya da saldırının gerçekte “vuku bulmasından” önce mutabık kalınan bir hizmet veya sigorta sözleşmesi şeklini alacağı gönüllü alımlara bağlı olduğu sürece, hiçbir üretici, tüketicilerce algılanan ürün ya da hizmetin kalitesini geliştirmeden gelirini artıramaz. Ayrıca, bir bütün olarak ele alındığında, tüm güvenlik sağlayıcıları, her ne sebepten olursa olsun, tüketiciler sahiden de güvenliği diğer mallardan daha yüksek olarak değerlendirip, böylelikle güvenlik sağlanmasının hiçbir zaman ve hiçbir yerde, rekabetçi bir özel mal üretimindeki örneğin peynir üretimindeki bir azalma ya da üretmeme pahasına gerçekleşmeyeceğini garanti etmedikleri sürece, hususi endüstrilerini güçlendiremezler. Buna ek olarak güvenlik hizmeti üreticileri, tekliflerini önemli ölçüde çeşitlendirmeleri gerekir, çünkü milyonlarca tüketici arasında güvenlik ürünleri açısından hayli çeşitlendirilmiş bir talep mevcuttur. Doğrudan gönüllü tüketici desteğine bağlı olduklarından, tüketicinin çeşitli isteklerine veya isteklerindeki değişimlere, uygun şekilde cevap veremedikleri anda finansal olarak zarar görürler. Dolayısıyla, her tüketicinin güvenlik piyasasında ortaya çıkan veya kaybolan ürünler üzerinde az da olsa doğrudan etkisi vardır. Devletin üretim politikası için tipik olan, herkese tek tip “güvenlik paketi” önermek yerine, piyasada pek çok hizmet paketi ortaya çıkacaktır. Bunlar, farklı insanların farklı ihtiyaçlarına göre ve farklı meslekler, risk almadaki farklı davranış tarzları, korunması ve sigortalanması gereken farklı şeylerle farklı coğrafi konumlar ile zaman tahdidi hesaba katılarak biçimlendirilir.
Fakat hepsi bununla da kalmaz. Çeşitlendirmenin yanında, ürünün içeriği ve kalitesi de gelişir. Güvenlik müesseselerinde çalışanların müşterilere karşı olan muameleri anında iyileşmekle kalmaz, mevcut polis ve adalet sisteminin “ aman boş ver” tavrı, keyfiliği ve hatta vahşeti, ihmalciliği ve yavaşlığı eninde sonunda yok olur. Bu durumda gönüllü tüketici desteğine bağımlı olacaklarından herhangi bir kötü muamele, saygısızlık veya gaf, işlerine mal olabilir. Ayriyeten yukarıda bahsedilen tuhaflık – müşteri ile hizmet sağlayıcısı arasındaki ihtilaf çözümünün her durumda hizmet sağlayıcısının hükmüne bırakılması – kayıtlardan neredeyse tamamen silinecek ve ihtilafların bağımsız taraflarca tahkimi güvenlik üreticileri tarafından önerilen standart anlaşma şartı haline gelecektir. Fakat hepsinden önemlisi, müşteri çekebilmek ve kaybetmemek için, bu tür hizmetlerin üreticileri, müşterinin ne aldığını bilmesini ve güvenlik üreticisinin gerçek performansının, mesuliyetleriyle uyuşmaması halinde kendisine, geçerli ve kişilerarası tahkik edilebilir şikayetlerde bulunabilmesini sağlayacak mukaveleler önermek zorunda olmasıdır.
Ve daha belirgin olarak, bunlar müşterilerin münhasıran kendi risklerini karşılamak üzere ödeme yaptıkları kişiselleştirilmiş hizmet sözleşmeleri olmayıp, daha ziyade, kendi risklerini başka insanlarınkiyle aynı havuzda toplamasını içeren hakiki sigorta sözleşmeleri oldukları sürece, mevcut devletçi uygulamaların aksine, bu tür kontratlar kuvvetle muhtemel, belli bir grup insanı başka bir grup pahasına kayıracak şekilde kasten yerleştirilmiş yeniden dağıtımcı planları artık içeremez. Aksi takdirde, birisi kendine önerilen mukavelenin başka insanların hususi ihtiyaç ve risklerinin – kendi durumuna uygun olarak algılamadığı muhtemel güvensizlik faktörleri – kendisi tarafından ödenmesini de içerdiğini hissederse bunu imzalamayı reddeder ya da ödemelerini keser.
Tüm bunlar söylense de, şu soru kaçınılmaz olarak ortaya çıkacaktır, “Rekabetçi bir güvenlik üretimi sistemi ister istemez yine de sürekli sosyal çatışma, kaos ve anarşiye sebep olmayacak mıdır?.” Bu sözde eleştiri karşısında verilecek birkaç cevap vardır. İlk olarak dikkat edilmelidir ki, böyle bir intiba hiçbir şekilde tarihi ve ampirik delillerle bağdaşmamaktadır. Birbiriyle rekabet eden mahkemeler sistemi, modern ulus devleti ortaya çıkmadan önceki antik İrlanda’da veya Hansa Ligi zamanındaki gibi pek çok yerde var olmuştur, ve bildiğimiz kadarıyla da güzel bir şekilde çalışmışlardır. O zamanki mevcut suç oranıyla (kişi başına düşen suç) değerlendirildiğinde, (bu arada, bazı filmlerde anlatılmaya çalışıldığı kadar vahşi olmayan) Vahşi Batı’nın özel polisi, bugünkü devlet destekli polisten nispeten daha başarılıydı.27 Çağdaş tecrübe ve örneklere dönüldüğünde ise, bugün bile milyonlarca uluslararası temas vardır – ticaret ve seyahat temasları – ve bunlarda, örneğin yurtiçi ilişkilerinden daha fazla hile, suç ve mukavele ihlali olduğunu söylemek kesinlikle abartılı olur. Ve dikkat edilmelidir ki, bu, ortada büyük bir tekelci güvenlik sağlayıcısı veya kanun koyucu olmadan böyledir. Son olarak unutulmamalıdır ki, ülkelerin pek çoğunda bugün bile devletin yanında çeşitli özel güvenlik sağlayıcıları vardır: özel dedektifler, sigorta müfettişleri, özel hakemler. Yaptıkları işle alakalı intiba, sosyal ihtilafların çözümünde, kamudaki meslektaşlarına göre daha az değil daha çok başarılı oldukları tezini doğrulayacak yöndedir.
Ancak bu tarihi kanıtlar, özellikle de bunlardan genel bir iddianın türetilip türetilemeyeceği hususu büyük tartışmalara maruz kalmıştır. Ama, yukarda ifade edilen tenkidin temelsiz olduğu hususunda sistematik sebepler de vardır. İlk anda paradoksik gibi görünse de, bunun sebebi, rekabetçi bir güvenlik üretimi sisteminin, ihtilaf çözümlenmesi problemi ile alakalı olarak mümkün olan en yüksek derecedeki mutabakatı bünyesinde barındıran bir kanun düzenini ve kanun icrasını üretecek kurumsallaşmış bir insiyak yapısının kurulup, böylelikle tekel himayesindekilere oranla daha çok değil de daha az sosyal huzursuzluk ve ihtilaf oluşturma temayülünü ima etmesidir!28 Bunun anlaşılabilmesi için, şüphecileri endişelendiren ve tekelci olarak organize edilen bir güvenlik sağlama düzeninin üstün faziletine inanmalarına yol açan, tek tipik duruma daha yakından bir göz atılması gerekir. Bu A ile B arasında bir ihtilaf çıkması, her ikisinin de farklı firmalarca sigortalanmış olması ve bu firmaların kendi müşterilerinin öne sürdüğü zıt iddiaların geçerliliğiyle alakalı olarak hemen anlaşmaya varamamaları durumudur. (Anlaşmaya varılması ya da her iki müşterinin de aynı firma tarafından sigorta edilmiş olması durumda bir problem var olmazdı – en azından bu problem devletçi tekel altında ortaya çıkacak problemlerden herhangi bir şekilde farklı olmazdı!) Böyle bir durum her zaman silahlı karşılaşmalarla sonuçlanmaz mıydı? Bu pek de muhtemel değildir. İlk olarak, şirketler arasındaki şiddet içerikli her çatışma masraflı ve riskli olacaktır, özellikle de bu şirketler öncelikle olası müşterilerine karşı etkili güvenlik garantörü olarak görünmek için önemli olacak kadar hatrı sayılır bir büyüklüğe ulaşmışlarsa. Fakat daha da önemlisi, her şirketin gönüllü müşteri ödemelerinin devamına bağımlı olduğu rekabetçi bir sistem altında, her çatışma her iki şirketin tüm müşterileri tarafından kasti olarak desteklenmek zorundadır. Söz konusu ihtilafta bir çatışmanın gerekli olduğu hususunda ikna olmadığı için ödemelerini kesen bir kişi dahi olsa, şirket üzerinde, bu ihtilafa barışçı çözümler arama yönünde anında ekonomik bir baskı oluşacaktır.29 Dolayısıyla, rekabetçi her güvenlik sağlayıcısı, ihtilafları çözümlemek için kendini şiddet içerikli önlemlere girişmeye ithaf etme konusunda son derece dikkatli olacaktır. Bunun yerine, tüketicilerin isteği gerçekten de barışçı bir ihtilaf çözümlemesi olduğu ölçüde, tüm güvenlik sağlayıcıları, müşterilerine bu tür önlemleri sağlamak ve zıt iddiaların değerlendirilmesi hususundaki bir fikir ayrılığı durumunda kendisinin ve müşterilerinin nasıl bir tahkim sürecine razı olacaklarını herkesin önceden bileceği şekilde belirlemek için büyük çabalar harcayacaklardır. Ve böyle bir tasarı, ancak farklı şirketlerin, aralarında tahkime yönelik bu tür önlemler konusunda anlaşmaları durumunda müşterilerine sahiden de çalışıyormuş gibi görünebileceği için, rekabet eden tüm güvenlik sağlayıcılarının şirketler arasındaki ilişkileri yönetecek ve müşterileri tarafından evrensel olarak kabul edilebilecek uluslararası bir hukuk sistemi, tabi olarak gelişecektir. Dahası, ihtilafların nasıl ele alınacağı hususundaki mutabakatı temsil eden kurallar oluşturma yönündeki ekonomik baskı daha da kapsamlıdır. Rekabetçi bir sistem altında, ihtilaflara barışçı çözümler bulma vazifesi emanet edilen bağımsız hakemler, yaptıkları arabuluculuk işinin sonucundan yeterince tatmin olmayan taraflardan birinin başka hakimler seçebileceğinden ve de seçeceğinden, anlaşamayan iki şirketin devam eden desteğine bağımlı olacaklardır. Dolayısıyla bu hakimler kendilerine iletilen problemlere, bu sefer kanuni usul bakımından değil de içerik bakımından, belli bir davada söz konusu firmaların tüm müşterileri tarafından hakkaniyetli ve adil bir çözüm olarak kabul görebilecek çözümler bulma hususunda baskı altında olacaklardır.30 Aksi takdirde bu şirketlerden biri ya da hepsi bazı müşterilerini kaybedebilecek ve dolayısıyla bu firmaları, gelecek sefer ihtiyaç duydukları anda, farklı bir hakeme başvurmaya sevkedecektir.31
Fakat, rekabetçi bir sistem altında, güvenlik sağlayıcısı bir firmanın kanun dışı bir şirkete dönüşmesi muhtemel olmaz mı – yani, kendi müşterileri tarafından desteklenen bir firmanın başkalarına saldırmaya başlaması? Bunun mümkün olabileceğini inkar etmenin bir yolu kesinlikle yoktur, ancak tekrar vurgulanması gerekir ki kişi bu durumda ampirik sosyal bilim aleminde bulunur ve hiç kimse böyle bir şey olacağını da kesin bir şekilde bilemez. Ve yine de, bir güvenlik firmasının kanun dışı bir şirket haline gelmesi ihtimali yönündeki bu örtülü kinayenin, bir şekilde, saf kapitalist bir sosyal düzenin felsefesi ve ekonomisinde ciddi bir yetersizliğe işaret ettiği yanlıştır.32 Öncelikle hatırlanması gerekir ki, her sosyal sistem, devletçi-sosyalist düzenin de saf piyasa ekonomisinden aşağı kalmayacak kadar, varlığının devamı için kamuoyu fikrine bağımlıdır ve belirli bir toplumda neyin olup olamayacağını veya neyin daha muhtemel olup olmayacağı her zaman mevcut kamuoyu fikrinin durumu ile sınırlandırılmıştır. Batı Almanya’daki kamuoyu fikrinin mevcut durumu örneğin, Batı Alman halkına günümüzün Rus tipi devletçi-sosyalist sisteminin dayatılmasını uzak bir ihtimal ve hatta imkansız hale getirmektedir. Kamuoyu desteğinin olmaması, böyle bir sistemi başarısızlığa ve yıkılmaya mahkum eder. Ve Rus tipi düzeni dayatma teşebbüsünün Amerikalılar arasında başarıya ulaşmasını ummak, mevcut Amerikan kamuoyu fikri altında daha da imkansızdır. Dolayısıyla, kanun dışı şirket problemini doğru biçimde görebilmek için, yukardaki soru şu şekilde ifade edilmelidir: Belirli bir toplum ve ona has kamuoyu fikri altında böyle bir olayın gerçekleşme ihtimali nedir? Bu şekilde formülize edildiğinde, cevabın da farklı toplumlar için farklı olmak zorunda olacağı açıktır. Sosyalist fikirlerin halk içerisinde kökleşmiş olmasıyla karakterize edilen bazı toplumlarda, saldırgan şirketlerin yeniden ortaya çıkma ihtimali daha yüksekken, başka toplumlarda bunun olma ihtimali çok daha düşüktür. Peki o zaman, rekabetçi bir güvenlik üretimi sistemi, mevcut durumların her biri için, devletçi bir sistemin devamına nazaran daha mı iyi yoksa daha mı kötü olur? Örneğin günümüz Birleşik Devletler’ine bir bakalım. Devletin, bir yasama işlemi neticesinde vergi fonlarıyla güvenlik sağlama hakkını feshedip, rekabetçi bir güvenlik üretimi sisteminin takdim edildiğini farz edelim.
Kamuoyu fikrindeki mevcut durum altında kanun dışı üreticilerin ortaya çıkması ne kadar muhtemeldir ve çıkarlarsa ne olur? Açıkçası, cevap toplumun değişen bu durum karşısındaki tepkisine bağlıdır. Dolayısıyla, özel güvenlik piyasası fikrine meydan okuyanlara karşı verilecek ilk cevap şöyle olmalıdır: Sen ne yapardın? Senin tepkin ne olurdu? Kanun dışı şirketlere karşı olan korkun, başka insanlara ve onların mülkiyetlerine saldıran bir güvenlik üreticisiyle gidip ticarete gireceğin anlamına mı gelirdi ve bunu yapması durumunda onu desteklemeye devam eder miydin? Eleştirenlerin sesleri bu karşı saldırı karşısında elbette ki azaltılmış olacaktır. Fakat bundan daha önemlisi, bu şahsi karşı saldırının ima ettiği sistematik meydan okumadır. Açıkçası, tarif edilen bu durum değişikliği, kendi kararını vermek zorunda kaldığı anda herkesin yüzleşeceği maliyet-fayda yapısında meydana gelecek bir değişimi ima eder. Rekabetçi bir güvenlik üretim sisteminin takdiminden önce (devletten gelen) saldırılara katılmak ve desteklemek meşruydu. Şimdi ise böyle bir faaliyet gayrimeşru bir faaliyettir. Dolayısıyla kişinin kendi kararlarını kendisi açısından az ya da çok maliyetli hale getiren, yani, kişinin kendi doğru davranış prensipleriyle az ya da çok ahenkli olan vicdanı nazara alındığında, faaliyetlerini kasti olarak desteklemek istemeyen insanların istismar edilmesiyle uğraşan bir firmanın desteklenmesi artık öncesine göre daha maliyetli olacaktır. Bu gerçekler dikkate alındığında, paralarını artık kendini dürüst iş yapmaya adamış bir firmayı desteklemek için harcayan insanların – ki bunların arasında aksi durumda devlete seve seve destek verecekler bile bulunur – sayısının artacağı ve bu sayının bu sosyal deneyin uygulanacağı her yerde artacağı kabul edilmek zorundadır. Tersine, halen başkaları pahasına kazanarak istismar etme politikasına bağlı kalan insanların sayısı düşecektir. Bu etkinin ne kadar güçlü olacağı tabi ki kamuoyu fikrinin durumuna bağlıdır. Elimizdeki örnekte – doğal mülkiyet teorisinin son derece yaygın olduğu ve özel etik olarak kabul gördüğü, liberter felsefinin esasen ülkenin üzerine kurulduğu ideoloji olup, şu ulaştığı seviyesine çıkmasına müsaade eden Birleşik Devletler’de – yukarda bahsedilen etki doğal olarak özellikle belirgin hale gelir. Buna bağlı olarak da, liberter hukuku koruma ve uygulama felsefesine bağlı kalan güvenlik üretimi firmaları, en büyük kitledeki halk desteği ve finansal yardımı cezbedecektir. Ve aralarında özellikle de eski düzenden faydalananların bulunacağı bazı insanların saldırganlık politikasına olan desteklerini devam ettirmeleri gerçek olsa bile, bunların bu şekildeki davranışlarını devam ettirmelerine yetecek kafi sayıya ve finansal desteğe ulaşmaları pek de mümkün değildir. Muhtemel netice, daha ziyade dürüst şirketlerin gerekli gücü geliştirecekleri – yalnız veya ortak çabalar ve bu çabaların kendi gönüllü müşterileri tarafından desteklenmesiyle – ve kanun dışı üreticilerin bu şekilde ortaya çıkışını kontrol edip meydana geldikleri anda ve yerde imha edecekleri yönündedir. Ve herşeye rağmen eğer dürüst güvenlik sağlayıcıları, serbest güvenlik üretme piyasasını sürdürme mücadelesini kaybeder ve kanun dışı bir tekelci yeniden ortaya çıkarsa, meydana gelecek tek şey yeni bir devlettir.
Her durumda, özel güvenlik üreticileri ile birlikte saf kapitalist bir sosyal sistemin – seçme özgürlüğüne müsaade eden bir sistemin – hayata geçirilmesi, şu anki sistemden illa ki daha iyi olacaktır. Böyle bir sistem, çok fazla insanın halen başkalarına saldırı ve suistimal politikasına bağlı kalmaları yüzünden çökse bile, insanoğlu en azından şanlı bir ara faslı tecrübe etmiş olur. Ve bu düzen sağ kalırsa da, ki bu daha muhtemel sonuç gibi görünmektedir, bu, adalet ve bugüne kadar eşi görülmemiş bir ekonomik zenginlik sisteminin başlangıcı olacaktır.
Çeviri: Kuzey Yılmaz
Bu yazı Hans-Hermann Hoppe'un ''Sosyalizm ve Kapitalizm'' kitabından alıntıdır.

Comments