top of page

Benim Hayalim, 1000 Liechtenstein’dan Oluşan Bir Avrupa’dır.

Güncelleme tarihi: 18 Eyl

Hoppe vs EU

[Editör Notu: Bu ayın başlarında Dr. Hans-Hermann Hoppe, SERVUS TV’de “Devlet, Savaş, Avrupa, Desentralizasyon ve Tarafsızlık Üzerine” başlıklı bir söyleşiye katıldı. Söyleşinin İngilizce çevirisi, Almanya’dan hukuk öğrencisi Leonhard Paul tarafından hazırlandı.]

Röportaj Muhabiri: Şimdi stüdyomuzdaki ikinci konuğumuza hoş geldiniz demek istiyorum. Karşınızda uluslararası çapta ün kazanmış filozof ve iktisatçı Hans-Hermann Hoppe. Sizi burada ağırlamak harika, Sayın Hoppe.


Birleşik Avrupa hayali ve bir imparatorluğa duyulan ebedi özlem. Siz de bu hayali kuruyor musunuz?


Hans-Hermann Hoppe: Hayır. Ben bu hayali hiç kurmuyorum. Benim hayalim, 1000 Liechtenstein’dan oluşan bir Avrupa hayali aslında. Bunu da açıklamaya çalışacağım. Öncelikle, devletler ile özel şirketler arasında bir fark olduğunu anlamak gerekir. Devletler, insanların gönüllü olarak satın almak istedikleri bir şey üreterek veya insanların gönüllü olarak talep ettikleri hizmetleri sunarak para kazanan kuruluşlar değildir. Devletler zorunlu vergiler, harçlar ve kendi paralarını basmaları yoluyla yaşarlar. Bu nedenle devletler sömürücü kurumlardır. İktisatçılar bu nedenle onlara sabit haydutlar adını vermişlerdir.


RM: Sabit haydutlar mı?


HHH: Sabit haydutlar. Tek bir yerde kalırlar. Ayrıca gezgin haydutlar da vardır, onlar da...


RM: ...yol kesen haydutlar. Deyim yerindeyse, kurumsallaşmış yol kesen haydutlar, yani devlet mi?


HHH: Doğru. Onlar kurumsallaşmışlardır. Ve elbette, haydut örgütleri olarak her devlet, ganimetlerini daha da artırmakla meşguldür. Onlar ve tüm kamu hizmeti kurumları, üretken insanların sırtından geçinirler. Ne var ki, bu sömürü çok ağır boyutlara ulaştığında, insanlar başka bölgelere göç etme eğilimi gösterirler.


Bu nedenle, devletler topraklarını genişletme eğilimindedirler. Genişlemeyi başarabilmelerinin bir yolu da savaş çıkarmaktır. Sonuçta, savaşın maliyetini halka yükleyebilirler, oysa özel bir kişi veya özel bir kuruluş bunu yapamaz; saldırı girişiminin masraflarını kendisi üstlenmek zorunda kalır. Dolayısıyla devletler, doğaları gereği özel hukuk organizasyonlarına kıyasla daha savaşçıdırlar.


RM: İzninizle, Bay Hoppe. Temelde 1000 Liechtenstein’dan oluşan bir Avrupa çağrısında bulunuyorsunuz. İsviçre de muhtemelen sizin için çok büyük kalıyor.


HHH: Çok büyük.


RM: Çok büyük bir organizma. Biz, deyim yerindeyse, bu paradigmada şu anda hayalî bir süpergüç konumundayız. Ama Avrupa’nın böylesine atomizasyonu [parçalanması], armalarında yırtıcı hayvanlar bulunan predatör devletler için bir davet teşkil etmiyor mu? Örneğin her taraftan toprak kapabilen pençelere sahip çift başlı kartal armasıyla Rusya. Avrupa’nın binlerce Liechtenstein’a bölünmesi, tarihte ne yazık ki her zaman varlık göstermiş olan diktatörler için bir davet değil mi?


HHH: Bu sorunun cevabı şu olurdu: Bu büyük devletlere karşı kendimizi savunabilmemiz için, bizim de büyük bir devlet olmamız gerekir.


RM: Aynen öyle.


HHH: Ama o zaman da savaşlar gerçekten büyük savaşlar hâline gelir. Küçük devletler olsa en fazla küçük, nispeten zararsız savaşlar yaparlar. Savaşlardan ortaya çıkan büyük devletler ise bugün gördüğümüz gibi savaşlar yaparlar.


RM: Siz ABD’de yaşamış birisiniz. Şimdi de Türkiye’de yaşıyorsunuz. Büyük devletleri tanıyorsunuz; büyük devletlerin mantığını da biliyorsunuz. Dürüst olalım: Büyük devletler, küçük ülkeleri fethetmek için her zaman bir bahane uydurmuşlardır. Hiç yoktan metafizik ya da ideolojik birtakım düzenekler bile uydurdular. Öyleyse mevcut durumda en tehlikeli şey tam da bu parçalanma, Avrupa’nın bu bölünmüşlüğü değil midir?


HHH: Büyük devletler bile gerçekleştirecekleri her savaş için kendi halkları içinde destek bulacaklarından emin olmak zorundadır. Saldırının nedenini bir şekilde kendi halkınıza net bir şekilde izah edebilmeniz gerekir. Mesela Putin için en büyük sorunun muhtemelen anlık gelişen askerî hadiseler değil de Rusya’nın çocuk sayısının az olmasından kaynaklandığı tesadüfen vurgulanmadı. Şu anda savaşta çocuklarını kaybeden anneler, ülkelerine olan desteğin azalmaya devam etmesini sağlayacaktır.


RM: Sizin görüşünüz de Putin’in hiçbir şey söyleyemediği, hatta bu savaşa savaş demeyi yasaklamak zorunda kaldığı, çünkü içeride desteğini kaybetmekten korktuğu argümanını destekliyor.


HHH: İşte bu nedenle, küçük devletlere katı bir tarafsızlık politikası izlemelerini tavsiye etmek zorundayız. Elbette silahlanmalıdırlar. Onlara saldırmanın bir maliyeti olmak zorundadır. Bununla birlikte, yabancı bir güce karşı savaşı kazanma şansınızın hiç olmadığını biliyorsanız, teslim olmayı düşünmelisiniz, çünkü sadece bir yozlaşmış çetenin başka bir yozlaşmış çeteyle değiş tokuş edildiğini göreceksinizdir. Örneğin Ukrayna Savaşı: Ukrayna’nın örnek bir demokratik Batı devleti olması söz konusu değildir. Ukrayna yolsuzluk endekslerinde Rusya’dan daha betterdir. Ukrayna’da kişi başına düşen ekonomik verimlilik Rusya’da kişi başına düşen ekonomik verimlilikten daha düşük seviyededir. Ukrayna’daki liderler dibine kadar yolsuzluğa batmış durumdadır.


RM: Evet. Size şu prensibe göre katılabilirim: Güç yozlaştırır. Mutlak güç mutlaka yozlaştırır. Ve güç ne kadar büyükse, yozlaşma da o kadar büyük olur. Burada “küçük güzeldir” ilkesi söz konusudur, dolayısıyla belki de daha küçük bir ülkeyi yönetmek daha kolaydır. Ama şu anda savunma konusundaki bu isteklilikle kaldığımız yerden devam edelim. Büyük, güç sarhoşu, ideoloji sarhoşu bir devlet aniden belli bölgelerin üzerinde tepinebileceği kanısına kapıldığında küçükler kendilerini bundan nasıl koruyacaklar? Kendilerini nasıl savunacaklar?


HHH: Bu soruya verilecek cevaplardan biri de büyük bir devlet kurmamız gerektiğidir. Ancak büyük bir devlet kendi iç nüfusunu da yoğun bir şekilde sömürür. Peki başka bir büyük devletin olası saldırısına karşı cevap olarak bunu mu tercih edersiniz? Diğer seçenek ise küçük devletlerin bir düşmana karşı birlikte hareket etme olasılığı doğrultusunda bir dizi ittifaka girmesidir. Bir veto hakkı elzem olacaktır, çünkü NATO’da küçük devletlerin - diyelim ki Baltık devletlerinin - kendilerini güvende hissettikleri için ...


RM: ... özgüvenleri aşırı derecede artıyor.


HHH: ... özellikle de küstah ve fütursuz bir şekilde davranıyorlar. Ve sonuç olarak, deyim yerindeyse, tüm Batı’yı savaşa sürükleyebiliyorlar.


RM: Şimdi tamamen farklı bir meseleyi ele alalım: Ortada bir de iklim değişikliği ve mülteciler tartışması var. Eğer sizi doğru anladıysam, aslında hükümetler arası iş birliğine dayalı bir modeli savunuyorsunuz. Bu durumda iklim değişikliğiyle belki de daha küçük devletlerden oluşan bir ittifak aracılığıyla mücadele etmeye çalışmak gerekecek. Bu tür diğer sözde küresel sorunlar bağlamında küçük devlet modelini nasıl değerlendiriyorsunuz?


HHH: Ben bunun küresel bir sorun olduğundan ya da uydurulmuş bir sorun olmadığından hiç emin değilim. İklim değişikliği diye bir şey olduğunu kimse inkâr etmiyor. Asıl soru şu: İnsanların bu sorunlara katkısı nedir? Hiçbir şekilde tek bir cevap yoktur. Buna tam olarak neyin neden olduğu konusunda bilimsel bir konsensüs olduğuna inanmaya yönlendirilip itiliyoruz. Oysa bu yanlış. Bunun alternatifi şudur: Eğer havanın ısınmasına yol açacak türden sıkıntılar varsa, farklı bölgeler doğal olarak farklı şekilde yönetilecektir çünkü kriz farklı bölgelerde farklı şekilde kendini göstermektedir. Grönland küresel ısınmadan Maldivler’den farklı şekilde etkileniyor. Deyim yerindeyse, doğru tek bir küresel sıcaklık olması gerektiği fikri tamamen absürt ve saçmadır.


RM: Yani prensipte tüm bu iklim meselesinin neredeyse bir tür iktidar-ideolojik varsayım olduğunu söyleyebilirsiniz.


HHH: Her şeyi merkezîleştirmek istiyorlardı ve bu konuyu seçtiler. Her insan bu tür durumlara bireysel olarak uyum sağlar. Ya daha fazla buzdolabı alır ya da daha fazla klima alır ya da buna benzer bir şey. Ama ben eşimle yatak odasının sıcaklığı konusunda bile anlaşamıyorum. Ben daha soğuk olmasını istiyorum. O daha sıcak olmasını istiyor. Eğitim seviyeleri anaokulundan hâllice olan insanların, ortalama küresel sıcaklığın ne olması gerektiğini bildiklerine inanmaları için daha ne kadar megaloman olmaları gerekir? Bunu ekonomiye her alanda müdahale ederek nasıl başarabileceğimizi bildiklerini de varsayıyorlar. Şunu yiyemezsiniz, şunu içmek zorundasınız diyorlar. Oraya gitmenize izin yok. Ama oraya gitmek zorundasınız vesaire.


RM: Sanırım pek çok kişi (en azından ben) bu iktidar ve bürokratik aşırı genişleme ve kuşatma eleştirisinde sizi haklı bulmaktadır. Ancak yine de burada size biraz meydan okumak zorundayım Sayın Hoppe. Devletlerin kuruluşunun bir kültür başarısı olduğu su götürmez bir gerçek değil mi? Ünlü toplum ve siyaset bilimci, büyük liberal Dahrendorf şöyle demişti: Ulus devlet, bu bir bakıma daha büyük entite, hukukun üstünlüğü ve demokrasi için hâlâ tek uygun çerçevedir... Bu noktada, eski bir Habermas öğrencisi olarak siz Ralf Dahrendorf’a ne söylemek istersiniz?


HHH: Almanya savaşlarla birleşti. İtalya savaşlarla birleşti. İsviçre bile bir savaştan doğdu.


RM: Çok kısa süren bir savaştı.


HHH: Çok kısa sürse de bir savaştan, Sonderbund Savaşı’ndan sonra bir grup diğer gruba itaat etmek zorunda kaldı. Artık bize itaat edeceksiniz! Her ne kadar bu talebin kendisi tüm kantonların birleşik bir anlaşması olması gerektiği yönünde olsa da, aslında böyle bir anlaşma mevcut değildi. Öyleyse neden ulus devletlerin büyük bir yaratım olduğuna dair bir açıklama kabul edilsin ki; üstelik böyle bir şeyi yaratmak için de bir savaş gerekliyken?


RM: Ama siz de ABD’de bulundunuz ve ABD, 18. ve 19. yüzyıllarda liberal ulus devletin neredeyse liberal bir ulusal emperyal varlık olarak çok iyi işlediğini söyleyebileceğimiz nadir örneklerden biriydi.


HHH: Hayır.


RM: ABD’nin de yeniden bölünmesi gerektiğini mi söylüyorsunuz?


HHH: Amerika’da bir savaş yaşandı, hem de son derece acımasız bir savaş ki Putin’in şu anda Ukrayna’da yaptıklarına kıyasla muhtemelen daha kötüydü çünkü yok etmek istedikleri sivil nüfusu kasıtlı olarak hedef aldılar. Bugün bile Amerika’nın güneyinde (Eski Konfedere Devletler’i kapsayan bölgede) bunun kuzeyin (Birlik’in) saldırganlığının ürünü olan bir savaş olduğu kanaatine sahip geniş bir kesim var. Bu savaştan önce ABD’de, İsviçre’deki duruma benzer bir görüş hâkimdi: Tek tek her eyalet Birleşik Devletler birliğinden ayrılabilirdi. O zamandan beri bu konu karara bağlanmıştı.


RM: Pekâlâ, burada da sizin dengenizi biraz olsun dahi bozmayı başaramadım. Sohbetimizin son sorusu: Avrupa Birliği’nin geleceğini ne konumda görüyorsunuz? Bayan Guérot’nun söylediği doğrultuda şimdi nereye gideceğiz? Avrupa cumhuriyeti, daha büyük bir varlık mı, yoksa Hoppean paradigması olan daha bölük pörçük bölgeselliğe sahip bir AB’nin mi geleceği olduğuna inanıyorsunuz?


HHH: Elbette ki devletler Bayan Guérot’nun söylediklerine sahip olmak isteyeceklerdir.


RM: Yani ne olacak?


HHH: Avrupa Topluluğu’nun temel fikrinin ülkeler arasındaki rekabeti azaltmak olduğuna eminim. İktisadi varlıkların bir yerden başka bir yere taşınması için her türlü nedeni ortadan kaldıran ortak bir vergilendirme politikası uygulamaya geçirilmiştir. Avro ile birlikte, daha önce ülkelerin keyfî olarak para basmasını engelleyen parasal rekabet de ortadan kalkmıştır. Zira kendi para birimlerinin değerini düşürmekten korkuyorlardı. Avro ile birlikte bu korkuya artık gerek kalmadı. Avrupa Topluluğu’nun şu andaki uyumlu görüntüsü, esasen önde gelen devletlerin haydut liderlerinin, mali durumu iyi olmayan devletlerin haydut liderlerine pratikte devamlı rüşvet vermesinden kaynaklanmaktadır. Avrupa’nın iktisadi gücü, üretken insanlarını her geçen gün daha fazla cezalandırmasıyla azalmaya başladığında, bu destek ödemeleri de artık mümkün olmayacaktır. İşte o zaman Avrupa Birliği parçalanacaktır.


RM: Sarsıcı bir son söz oldu. Eğer sizi doğru anladıysam, Avrupa Birliği’nin bu kurumlarının işleyişine inanmıyorsunuz. Tartışmamızın sonuna geldik ve stüdyomuzu ziyaretiniz için size çok teşekkür ediyorum Sayın Hoppe.


HHH: Ben teşekkür ederim.


Banksy vs EU


Hans-Hermann Hoppe 2 Eylül 1949’da Batı Almanya’nın Peine kentinde doğmuş, Saarbrücken’deki Saarlandes Üniversitesi’nde, Frankfurt am Main’daki Goethe Üniversitesi’nde ve Ann Arbor’daki Michigan Üniversitesi’nde Felsefe, Sosyoloji, Tarih ve Ekonomi alanlarında eğitim görmüştür. 1974’te Felsefe alanında doktorasını ve 1981’de Sosyoloji ve Ekonomi alanlarında Habilitasyon’unu Frankfurt am Main’daki Goethe Üniversitesi’nden almıştır. Çeşitli Alman üniversitelerinin yanı sıra Bologna, İtalya’daki Johns Hopkins Üniversitesi Bologna İleri Uluslararası Çalışmalar Merkezi’nde ders vermiştir. 1986 yılında Murray Rothbard’ın yanında çalışmak üzere Almanya’dan Amerika Birleşik Devletleri’ne göç edip Rothbard’ın Ocak 1995’teki vefatına kadar yakın çalışma arkadaşı olarak kalmıştır. Avusturya Okulu’na mensup bir ekonomist ve liberteryen/anarko-kapitalist bir filozof olan Profesör Hans-Hermann Hoppe, Las Vegas Nevada Üniversitesi’nde (UNLV) Emeritus Ekonomi Profesörlüğü’nün ardından Alabama’nın Auburn kentinde bulunan Mises Enstitüsü’nde Seçkin Kıdemli Öğretim Üyeliği, Property and Freedom Society’nin (Mülkiyet ve Özgürlük Cemiyeti) kuruculuğu ve başkanlığı, 2005 ve 2009 yılları arasında The Journal of Libertarian Studies’in (Liberteryen Çalışmalar Dergisi) baş editörlüğü ve Royal Horticultural Society’nin (Kraliyet Hortikültür Cemiyeti) ömür boyu üyeliği gibi onur ve unvanlara sahiptir. Profesör Hoppe, ekonomist Dr. A. Gülçin İmre Hoppe ile evlidir ve eşiyle birlikte İstanbul’da ikamet etmektedir. Felsefe, ekonomi, tarih, politika ve sosyal bilimler üzerine hem Alman hem de İngiliz dillerinde sayısız makale ve kitabın yazarı olan Profesör Hoppe ile irtibata geçmek için HansHoppe.com’u ziyaret edebilir veya direkt e-posta adresine yazabilirsiniz.

Çevirmen: Fırat Kaan Aşkın

Bu yazı, Mises.org’da yayınlanan “Hoppe: “My Dream Is of a Europe Which Consists of 1,000 Liechtensteins.”” başlıklı röportaj transkriptinin tercümesidir. Röportajın Hoppe ile olan kısmının videosuna buradan ulaşabilirsiniz. HansHoppe.com’da yayınladığı için Stephan Kinsella’ya teşekkür ederiz.

Yorumlar


Yazı: Blog2 Post
bottom of page