Eğer cümleyi kutsaldır diye tamamlıyorduysanız, aynı cümleyi liberteryen bir bakış açısıyla tanımlamanız için alternatifini anlatacağım. ‘’Vergilendirme hırsızlıktır’’ liberteryenlerin ve anarşistlerin devletin meşruiyetine saldırdığı temel dayanaklardan biridir. Öyle ki bir insanın mülkiyeti hakkı tamamen kendisine aittir ve başkasının mülkiyetine zorla el koymak hırsızlıktır. Bireysel olarak yapılan hırsızlığın ‘’hırsızlık’’ olarak adlandırılmasında hemen hemen hiçbir tartışma yoktur. Fakat aynı eylem devlet tarafından gerçekleştirildiğinde aynı eylemin adı birden ‘’medeni bir toplumda yaşamak için ödediğimiz bedel’’ olarak değişiveriyor. Hırsızlık herhangi biri, bir grup veya devlet adı altında kolektif bir organizma tarafından gerçekleştirilebilir. Fakat sonuç yine de değişmez. Kimin/kimlerin veya niçin mülkiyet hakkının ihlal edildiğine bakılmaksızın bir insanın malına rızası dışında el konulması hırsızlıktır. Amerikalı bireyci anarşist Lysander Spooner bu durumu şöyle açıklamaktadır: ‘’Eğer rızası dışında vergi almak suç değilse, o halde hırsızların soygunlarını yasallaştırmak için yapmaları gereken tek şey, kendilerine devlet adını vermeleridir. Böylelikle yapacakları her hırsızlık yasallaşır.’’ O halde buradan şunu çıkartabiliriz ki devlet, vergi toplamak için cebir kullandığı zaman hırsızlık yapmış olmaktadır. Yazının devamında, vergilendirmenin hırsızlık olmadığına karşı ileri sürülen argümanlara cevap vermeye çalışacağım.
1) Mülkiyet Hakkı Hırsızlıktır
Dünyadaki her toprak ve sahipsiz her şey, bütün toplumundur. Bu sebeple eğer biri herhangi bir bölgeyi veya şeyi özel mülkiyetine almak isterse, bunu diğer insanlardan çalmış olacaktır. O halde devlet bu malları alıp tekrar dağıttığında hırsızlık yapmış olmaz.
Bu argümana göre mülkiyet hakkının bizzat kendisinin hırsızlıktır ve her insanın dünyadaki her bir karış üstünde eşit hakkı vardır. Buna karşı olarak mülkiyet haklarına ilişkin 2 öncüllü bir adalet teorisini savunabiliriz. Bu teorinin ilk basamağını öz sahiplik oluştururken, diğer basamağını kullanılmamış bir şeye/araziye kendi emeğini harcayan kişi o şey/arazi üzerinde mülkiyet hakkına sahip olması oluşturur.
İlk prensip, yani öz sahipliği ele alalım. Her insan kendi bedeni üzerinde hakimiyete sahiptir. Bir insanın eli, kolu, bacakları kendisine aittir. Yani, insanın kendi bedeni üstünde mutlak bir mülkiyet hakkı vardır. Bu hak, insanın kendi kendisini gerçekleştirme ve hayatını şekillendirmesinde tek söz sahibinin kendisinin olduğuna açıkça kanıtıdır. O halde her insan başkasının bedenine zarar vermeyecek şekilde dilediği gibi hareket edebilir.
İkinci prensip kullanılmayan bir şey/arazi üzerinde emek harcayan kişi, emek harcadığı şeyin sahibidir. Bir insanın bedeni kendisine ait olduğu gibi yine kendi emeği de kendisine aittir. O halde emeğini kattığı şey yani beden mülkiyetinin bir parçası olan emeği, sahipsiz bir şeye/araziye katan kişi onun mülkiyetine katmış olur. Bu sebeple, dünya üzerindeki araziler/şeyler bir insan onların üstünde hakimiyet kurana sahipsizdir.
Bu adalet teorisine göre doğada sahipsiz bir geyiği avlayan kişi, o etin sahibi olmuştur. Vahşi bir atı evcilleştiren kişi yine o atın sahibi olmuştur. Bu şekilde mülkiyet kazanımı, toprak üzerinde de geçerlidir. Boş bir araziyi eken kişi, hem arazinin hem de ektiği ürünlerin sahibidir. Mülkiyet kazanımının olmadığı, dünyadaki herkesin o toprak üstünde hakkının olduğunun iddia edilmesi ise saçmadır. Kişi emeğinin ürünlerini kendisi hak etmeyecekse, kim hak edecektir? Yeni doğan Pakistanlı bir bebeğin, Rize’deki çay bahçeleri üzerinde, toprağın bütün herkese ait olduğunu iddia ederek paylı mülkiyet talep etmesinin gerekçesini anlayabilmek zordur. Sonuç olarak şunu söyleyebiliriz ki eğer devlet, her şeyin ve toprağın herkese ait olduğuna dayanarak yeniden dağıtıma kalkarsa hırsızlık yapmış olur.
2) Toplum Sözleşmesi
Devlet toplum sözleşmesine dayanır ve bu sözleşme çerçevesinde devletin bazı şartlarını kabul etmiş olursun. Ayrıca oy vermen ve devletin verdiği hizmetlerden yararlanman bu sözleşmeyi onayladığın anlamına gelir.
Verginin hırsızlık olmadığına karşı yöneltilebilecek en zayıf ve en saçma argüman budur. Saçma diyorum çünkü toplum sözleşmesi diye bir şey yoktur ve hiçbir zaman da olmamıştır. Locke, Hobbes ve Rousseau’nun toplum sözleşmesi diye bahsettiği sözleşme tarihte izi-emaresi mevcut olmayan bir sözleşmedir. Hiçbir kazı çalışmasında veya tesadüfen ‘’ilk devlete ait toplum sözleşmesi’’ adında bir belgeye rastlanamamıştır ve rastlanması da bu sözleşmenin kurgusal olduğundan imkansızdır. İmkansız olmakla beraber kurgusu da temelsizdir. Hiçbir kimse imzalamadığı bir sözleşmenin tarafı olamazken, toplum sözleşmesine göre yaşayan herkes olmayan bir sözleşmeyi onaylamıştır. Birbirini tanımayan ve hatta birbirlerini tanıması imkansız olacak kadar fazla sayıdaki insan, nasıl olur da kendi hayatları, özgürlükleri ve mülkiyetleri üzerindeki yetkisini tanımadığı insanların oylamasına sunulmasına onay göstermiştir? Eğer devlet gerçekten bir sözleşemeye dayansaydı, bu sözleşmeyi kabul edenler olabileceği gibi aynı şekilde kabul etmeyenler de olacaktır. Fakat gerçek şu ki ‘’devlet sözleşmesi’’ denen sözleşme tek taraflı olduğu için bunu kabul etmeme şansınız yoktur. Devlet, var olduğu toprak üzerinde şiddet kullanma tekeli olduğunu hayali olarak varsayar ve yeteri kadar da şiddet kullanma gücü olduğunda bunu uygulatır ve hakimiyetini tesciller. Şu durumda ‘’devlet sözleşmesine’’ karşı gelmek mümkün değildir. Eğer ki devletin vergilendirilmesine karşı direnilirse, devlet zor kullanır ve kişi direnişte ısrar ederse muhtemelen öldürülür. Bu sebeple ortada rızaya dayalı bir sözleşme olduğu söylenemez.
Oy vermenin vergilendirmeyi hırsızlık olmaktan çıkardığını savunmak da aynı derecede zayıf bir argümandır. Şöyle ki devlet vergilendirmeye maruz kalacak insanlar istese de istemese de onların paralarının bir kısmına el koyacaktır. Yani oy vermeseniz de imzalamadığınız bir sözleşmeye taraf olacaksınızdır. Örneğin A, B ve C adında üç hırsızdan sadece biri sizin evinize girip hırsızlık yapacak ve hangisinin sizi soyacağı toplumca oylamaya sunulacak olsun. Bu durumda yapılacak en mantıklı şey sizi en az soyacak kişiye oy vermektir. Aksi halde başkalarının seçtiği kişi sizi soymaya kalkacaktır. Verdiğim bu örnek, siyasi anlamda oy vermeye eşittir. Oy verirseniz sizi soyacak kişi belirleme şansınız vardır. Oy vermezseniz ise başkaları sizi soyacak kişiyi belirlemiş olacaktır. ‘’Bir insanın, birkaç yılda bir yeni efendi seçmesi, onu daha az köle yapmaz. Ne de insanlar periyodik olarak yeni efendi seçmelerine izin verildiği için daha köle değildirler. Onları köle yapan şey, şu anda ve her zaman gelecekte, onlar üzerinde mutlak ve sorumsuz gücü olan insanların elinde olmalarıdır.’’(Spooner, 1870, s.24). O halde oy vermek veya vermemek ilk başta 2 farklı sonuca götüren bir yol ayrımı gibi dursa da bittikleri nokta aynıdır. Vergilendirileceksiniz!
Vergilendirme yapıldıktan sonra ise zaten parasını verdiğiniz hizmetleri kullanmanız vergilendirmenin hırsızlık olmadığı anlamına gelmediği gibi vergilendirmeyi kabul ettiğinizi de göstermez. Burada bakılması gereken tek kriter, ilk başta bir malın rızayla mı yoksa rıza dışında mı elinizden çıktığıdır. Örneğin sizin cebinizden 2TL aldığımı ve elinize ekmek tutuşturduğumu düşünün. Rızanız dışında paranızı alıp, size bir mal bıraktım. Bu ekmeği yemeniz, benim hırsız olduğumu değiştirmeyeceği gibi sizin de soyulmanıza rıza gösterdiğiniz anlamına gelmez. Hatta yine 2TL’nizi çalıp, karşılığında daha değerli bir şey, örneğin sinema bileti versem, sizin sinemaya gitmeniz benim hırsız olduğumu değiştirmeyeceği gibi sinema biletini kullanmanız da soyguna rızanız olduğu anlamına gelmeyecektir. Eğer gerçekten de hırsıza karşı pasif kalıyorsanız ve malınızın rızanız dışında sizden alınması sorun değilse, çalınan malın mülkiyeti size ait olduğu için elbette ‘’malımın çalınmasına sonradan onay verdim’’ diyebilirsiniz. Fakat başkalarının mallarının çalınmasına da onay vermezsiniz. O halde vergilendirmeyi kabul etseniz bile başkalarının vergilendirilmesine karşı bir hükümde bulunamazsınız.
3) Mülkiyet Haklarının Kaynağı Devlettir
Mülkiyet hakkı anayasada tanımlanmıştır. Eğer devlet olmasaydı mülkiyet hakkı diye bir şey olmazdı.
Bu argüman sadece kötü olmakla kalmayıp, aynı zamanda felakete yol açacak kadar dehşet vericidir. Öncelikle haklar devletin insanlara bahşettiği bir dizi hediye değildir. ‘’… ferdiyet, özgürlük, mülkiyet işte insanı insan yapan şeyler. …Tanrı’nın bu üç armağanı, insanı yapısı yasalar düzeninden önce gelir ve onun üstündedir. Hayat, özgürlük ve mülkiyet insanlar yasalar yaptığı için var değildir. Aksine, ezelden beri var olan bu unsuların kendisi insanı hukuk yapmaya sevk etmiştir.’’(Bastiat, 2017, s.13). Benzer adalet anlayışını paylaşan Spooner’a göre: ‘’Bir insanın doğal hakları tüm cihana karşı kendisine aittir ve bu haklara yapılan saldırı eşit derecede suçtur. İster bir adam tarafından yapılsın isterse milyonlar tarafından. İster kendisine soyguncu diyen bir adam tarafından yapılsın, isterse kendisine hükümet diyen milyonlar tarafından.’’ (Spooner, 1870, s.8). Dahası kanunlar, otorite tarafından imzalanmış bir dizi kağıttan ibarettir. İşte tamamen yasal, fakat hiçbir şekilde onaylanmaması gereken bazı şeyler: Köle ticareti, Kızılderili soykırımları, 1.Dünya Savaşı, 2.Dünya Savaşı, Holokost, Katyn Katliamı, Hiroşima ve Nagasaki'ye atılan atom bombası, Vietnam Savaşı... Bu olayların hepsi ilgili devletlerce onaylanmış fakat tartışılmayacak kadar hukuksuz şeylerdir. Bir devletin ister sadece bürokratların kararıyla ister bütün halkın desteğiyle sebepsiz yere savaş başlatması, ölen kişilerin için ‘’ölmeleri gerekiyordu çünkü hukuka uygundu’’ diye bir savunuyu haklı kılmaz. Benzer şekilde herhangi bir yasayla vergilendirmenin tanımlanması ve isterse bütün dünyanın ona imza atması, başkasının mülkiyetini onun rızası dışında alınmasının hırsızlık olduğunu değiştirmez.
4) Vergiler İyi Amaçlar İçin Kullanılır
Vergi her ne kadar rıza dışında alınsa da o parayla hayır işleri yapılıp insanlara yardım ediliyor. Bu yüzden vergiyi hırsızlık olarak kabul edemeyiz.
Bu argüman da sadece kötü olmakla kalmayıp aynı zamanda tahripkardır da. Kötüdür, çünkü hırsızlık bir insanın malının onun rızası dışında alınmasını ifade eder. Çalınan paranın nereye harcandığının bir önemi yoktur. Tahripkardır çünkü hırsızlığı bir hayır işi olarak gösterip, yardıma muhtaç olan insanlara yardım edilmesinin en büyük yolunun hırsızlık olduğunu söyler ve bunun hukuka uygunluğunu savunur. Bastiat’a göre hukuktaki bu bozulmanın nedeni sahte bir hayırseverliktir. ‘’Aramızda hiç parası olmayan insanlar var deyip hemen hukuka yönelirsiniz. Oysa hukuk herkese memesinden süt veren sağmal bir inek değildir. Süt veren damarları besleyen toplumun kendisidir’’(Bastiat, 2017, s.37). Şu durumda söylemeliyiz ki hayırseverlik ancak gönüllü olarak yapılır. Örneğin bir hırsızın paranızı çalıp bunu ihtiyacı olanlara vermesi, sizin hayırsever bir insan olduğunuzu göstermez. Aynı şekilde hırsızın sizin evinizi soymak için diğer insanların onu yetkilendirdiğini belirtmesi, diğer bir deyişle kendini hükümet olarak adlandırmak için gereken çoğunluğu sağlayan kişilerin sizi soyması hırsızlık eylemini değiştirmediği gibi sizin iyi bir insan olduğunuzu da göstermez. Dahası hayır işi adına yapılan bu hırsızlık, bağış yapacak hayırsever insanların iyilik yapmasının da önüne geçer Bu durumda devlet sadece hırsızlık yapmakla kalmayıp, toplumun içindeki sivil dayanışmayı ve birçok kutsal inancın emrettiği yardımlaşma veya bağış olarak adlandırabileceğimiz hayırseverlik kavramını kısıtlar.
5) İtibari Para ve Bankacılık
Devletin ekonomiyi düzeltmek için müdahale etmesi kaçınılmazdır. Bu yüzden para basmak bize yarar sağladığından hırsızlık değildir.
Eğer sadece doğrudan vergi alınsaydı, yine bir nebze hırsızlıktan kaçınma şansınız olurdu. Fakat devlet, haberiniz bile olmadan sizi soymanın kolay bir yolunu bulmuştur. Bugün dünyada kullanılan para birimlerinin çoğu devletlerin merkez bankaları tarafından üretilen kağıt paralardır. Bir para birimini dayatmak için devletin rakip para birimlerini yasaklaması gerekir. Bu da eğer resmi paradan farklı bir para kullanırsınız yapacağınız daha fazla vergi ödeyeceğiniz, yaptığınız sözleşmenin geçersiz olması veya ceza ödemeniz anlamına gelmektedir. Devlet daha fazla para bastığında ise arz ve talep yine geçerli olmakta ve para değer kaybetmektedir. Aslında burada olan durum, örneğin devlet 1TL basmış olsun, TL kullanan herkesin parasından bir miktar alınıp ortaya 1TL’lik bir para çıkmasıdır. Bu paranın içinde TL kullanan herkesin paylı mülkiyeti vardır. Yani devlet para bastığında, o para birimini kullanan herkesten vergi almaktadır. Bu da hırsızlıkla eş değerdir. Dahası para basmanın sosyal ve iktisadi hiçbir getirisi yoktur. Para basmaktaki amaç devlet tarafından manipüle edilen bankalar aracılığıyla, paraların gerçek sahiplerinden alınıp yandaşlara aktarmaktır. ‘’Devletin yönetiminin artık ultrabilimsel olduğu, uzmanların planlamasına dayandığı ilan edilmektedir… Bilimsel jargonun gitgide daha fazla kullanılması, devletin aydınlarının devletin hükümranlığı için gerçeğin üstünü örten gerekçeler uydurmalarına imkan vermiştir… Yaptığı soygunu, harcamalarıyla perakende ticareti canlandırmak suretiyle gerçekten de soygunun kurbanlarına yardım ettiğini söyleyerek haklı gösteren soyguncu, pek bir taraftar bulamazdı; ama Keynesyen denklemlerle ve ‘çoğaltan etkisi’ne yapılan etkileyici atıflarla süslenince bu teori ne yazık ki daha ikna edici hale gelmektedir.’’(Rothbard, 2019, s.98).
Sonuç
Özetlemek gerekirse, bir insanın meşru yollarla elde ettiği mala onun rızası dışında el koymak hırsızlıktır. Hayali bir sözleşmenin, sahte bir hayırseverliğin ve tek hak sahibi devlettir anlayışının arkasına saklanarak yapılan eylemlerin hırsızlık olmadığını söylemek yanlıştır. İçinde bulunduğumuz koşullardan bağımsız olarak hırsızlık, hırsızlıktır. Görebileceğimiz gibi özel kişilerin başkalarının malını onların rızası dışında alması tartışılmaz bir şekilde hırsızlıkken, devletin aynı eylemi gerçekleştirmesi halinde hırsızlığı örtmek için onlarca bahane sıralanıyor. Bu durumda devlet lehine uygulanan çifte standarda karşı durmamız ve hukuk kuralları içinde hırsızlığa yer olmadığını savunmamız gerekir. Bastiat’a göre ‘’Hukuk ve ahlak çeliştiğinde, ya yurttaşlar ahlaki değerlerini yitirmek ya da hukuka olan saygısını yitirmek gibi acımasız bir ikilemle karşılaşırlar.’’ Eğer hukuka olan saygınızı yitirmediyseniz, o halde devletin ne yaptığının farkında değilsiniz demektir.
Yazar - Can Kilercioglu
Kaynakça
Bastiat, F. (2017). Hukuk. Liberte: Ankara
https://files.libertyfund.org/files/2194/Spooner_1485_Bk.pdf
https://theanarchistlibrary.org/library/lysander-spooner-no-treason.lt.pdf
Rothbard, M. (2019). Eşitlikçilik Doğaya Karşı İsyan. Liberus: İstanbul
