Wendy McElroy - 29.05.2023
“Sivil toplum”, ortak çıkarlar ve faaliyetlerle birbirine bağlı bireylerden oluşan bir topluluktur. Ortak çıkarlar arasında sokaklarda güvenli bir şekilde yürüyebilmek (barış) ve ifade özgürlüğü (bireysel özgürlük) gibi hakları kullanabilmek yer alır. Bu ortak çıkarlar, ticaret ve çocukların eğitimi de dâhil olmak üzere ortak faaliyetlerin gelişmesini sağlar.
Sivil toplum ancak çoğu insan güven içinde yaşamak, sevdiklerini korumak ve müreffeh olmak istediği için mümkündür. Bu laissez-faire tutumu eskiden Amerikalıların karakteristik bir özelliğiydi, ancak planlanmış ve iyi finanse edilmiş bir kültürel savaş Amerika’nın meşhur hoşgörü kültürünü yok etmektedir. Toplumun ortak çıkarları yıkılır, barış ve özgürlük yerini şiddet ve imtiyaza bırakırsa, serbest piyasa ticareti ve eğitim gibi ortak faaliyetler de işleyemez.
Bir hareket, sivil topluma karşı yürütülen bu kültür savaşının en çirkin tahribatını gözler önüne seriyor: “Trans hakları!” talebi Amerika’nın dört bir yanında bangır bangır yankılanıyor. Öte yandan, trans aktivist Dylan Mulvaney’i markasının yeni “kadın” elçisi olarak kullanması üzerine Bud Light birasının boykot edilmesiyle somutlaşan sert bir tepki de gelişiyor.
Medya bu tepkiyi muhafazakârların, Hıristiyanların ve diğer trogloditlerin (ilkellerin) trans karşıtı nefreti olarak nitelendiriyor. Ancak çok az insan komşularının cinsel yönelimlerini ya da toplumsal cinsiyetlerini önemsiyor. Trans hareketini eleştirenler biyolojinin zorla yeniden tanımlanmasına, kadın sporlarının trans sporcular tarafından yok edilmesine, çocukların eğitiminin gasp edilmesine, cinsiyet değiştiren çocukların tıbbi deneylere tâbi tutulmasına ve banyo, tuvalet, soyunma odaları, hapishaneler, sığınma evleri gibi kadınlara özel alanların penisler tarafından işgal edilmesine isyan ediyor. Eleştirmenler kimseye baskı yapmak istemiyor; barış ve bireysel hakların olduğu sivil topluma geri dönülmesini istiyorlar.
“Trans hakları” hareketinin neden bu kadar zarar verdiğini anlamak için üç soru sormak gerekiyor. “Cinsiyet değiştirmiş” (“Transgendered”) kişi nedir? “Haklar” nedir? Trans hareketinin gerçekleştirdiği eylemler sonucunda ortaya çıkan nedir?
Cinsiyet değiştirmiş kişi nedir? Daha şimdiden başımız dertte. Bugün önde gelen pek çok entelektüel daha basit bir soru olan “Kadın nedir?” sorusuna bile cevap veremiyor. Bu makalede yaygın bir tanım kullanılmaktadır: “Cinsiyet değiştirmiş kişi (transgender), cinsiyet kimliği doğumda kendisine atanan cinsiyetle uyuşmayan kişileri tanımlar.” Bu, sosyal adalet tarafından ileri sürülen birçok cinsiyet kategorisinden biridir. Seksen bir kadar farklı kategori vardır ve bunların hepsinin akışkan olduğu ya da zaman içinde inşa edildiği söylenmektedir.
Siyasî açıdan bakıldığında, transgenderizm ve diğer toplumsal cinsiyet kategorileri kimlik siyasetinin bir devamıdır. Bu, kimlik siyasetinin oldukça standart bir tanımıdır: “Toplumun tüm üyelerini ilgilendiren siyasî konulardan ziyade, belirli bir grubun çıkarlarını ve kimliğini temsil ettiğini iddia eden grup temelli hareketlerin siyaseti. Grup kimliği etnik köken, sınıf, din, toplumsal cinsiyet, cinsel yönelim veya diğer kriterlere dayalı olabilir.” Bu, toplumu, çıkarlarının çatıştığı söylendiği için birbirleriyle savaş hâlinde olan gruplara ve kategorilere ayırma girişimidir. Böyle bir savaş neye benziyor?
Cinsiyet değişimi gibi tartışmalı bir örneği ele alalım. Bu, bir kişinin doğuştan gelen cinsiyetini değiştirmek için yeniden atama terapisi, hormon replasmanı ve cinsiyet değiştirme ameliyatı kullanmasıdır. Sürecin masraflarını kendileri karşılayan yetişkinlerin cinsiyet değiştirmesine karşı çıkan çok az kişi vardır. Ancak trans hareketi, genellikle masrafları vergi mükellefleri tarafından karşılanmak üzere çocukların cinsiyet değiştirmesini talep etmektedir; yani küçük bir erkek fatma, geri dönüşü olmayan ameliyatları da içeren yöntemlerle “erkek” olabilecektir.
Burada patlak veren en az iki nokta var. Birincisi, bir kişinin cinsiyet değiştirmesi gereken asgari yaş. Dünya Transseksüel Sağlığı Profesyonelleri Derneği (WPATH), hormonların on dört yaşında, bazı ameliyatların ise on beş yaşında, yani bir gencin cinsel karmaşasının zirvesinde başlayabileceğini iddia ediyor. Kısa bir süre önce, Teksas Austin’deki bir çocuk tıp merkezinde çalışan lisanslı bir sosyal hizmet uzmanının, bu tıp merkezinde sekiz yaşından küçük çocuklara cinsiyet değiştirme hizmeti verildiğini söylediği kaydedildi. 25 Nisan’da Senatör Ted Cruz ve Temsilciler Meclisi Üyesi Chip Roy, cinsiyet disforisinin nasıl teşhis edildiği, bu süreçte federal bütçenin nasıl harcandığı ve on sekiz yaşın altındaki hastalara “deneysel tıbbi prosedürler” uygulanıp uygulanmadığı konularında bilgi almak üzere söz konusu merkeze resmî bir talepte bulundu.
Buradaki grup savaşı, bir çocuğun fiziksel istismara karşı koyma hakkı ile trans aktivistlerin çocukların cinsiyet değiştirme sürecine erişim talepleri arasındadır. Patlak veren bir diğer nokta ise, cinsiyet değiştirmelerin genellikle ebeveyn izni olmadan veya ebeveynlerin itirazlarına rağmen gerçekleştirilmesidir. Buradaki haklar savaşı, trans aktivistlerin geleneksel ebeveyn haklarını gasp etmesi ve ebeveynlerin öfkelenmesi ile ilgilidir.
Bir grubun haklarının başka bir grubun haklarıyla çatıştığı fikri, insan haklarının temelini yok ettiği için sapkıncadır. İnsan hakları evrenseldir çünkü kökleri insan doğasına dayanır. Tüm insanlar aynı haklara aynı derecede sahiptir. Haklar cinsiyet gibi ikincil özelliklere dayanmaz; ortak bir insanlığa dayanır. Başka bir deyişle, bir trans birey toplumdaki diğer tüm bireylerle aynı haklara sahiptir. Ne eksik ne fazla.
Trans aktivistler tarafından talep edilen “haklar” aslında devlet tarafından sağlanacak hak ve yetki kazanımları veya grup imtiyazlarıdır. Bu durum, birçok talebi haklı göstermek için kullanılan tarihsel baskı iddiası ile açıkça ortaya konmaktadır. Gerçekte talep edilen şey, devlet tarafından sağlanacak hak ve yetki kazanımlarının temelini oluşturacak mağduriyet statüsüdür. Ancak trans aktivistlerin mağduriyet statülerini sürdürebilmeleri için, kendilerine karşı çıkanların zalimler ve sonu gelmez kindarlar olarak nitelendirilmeleri gerekmektedir. Bu niteleme, “kindarların” ortaya koyduğu, mesela hakiki insan haklarına duyulan ihtiyaç gibi herhangi bir argümanla uğraşma gerekliliğini de ortadan kaldırmaktadır.
Tekrar etmek gerekirse, bu trans tavrı bir sapkınlıktır. Eğer trans hareketi tarihsel olarak baskı gördüyse -ki ben buna karşı çıkmıyorum- o zaman hareketin bireysel haklara ortalama bir insandan daha fazla değer vermesi gerekir. Bu bireysel özgürlükler mağdur bir bireyin ayağa kalkmasını sağlar. Ancak trans aktivistler eşit bireyler olarak muamele görmek istemiyorlar; kendi çıkarları için toplumun çoğunluğuna büyük maliyetler yükleyen imtiyazlı bir grup olmak istiyorlar. Bu noktada da bireysel haklar bir engel teşkil ediyor.
Cinsiyet dönüşümü, sivil toplumun yerini sivil savaşın aldığı alanlardan sadece biridir, ancak başka pek çok alan da vardır:
Sadece kadınlara tahsis edilen hapishaneler ve sığınma evleri gibi mekânlarda barındırılan trans “kadınlar”, buralardaki biyolojik kadınları cinsel saldırı riskiyle karşı karşıya bırakmaktadır. Tecavüzler ise hâlihazırda yaşanmaktadır.
Amerikan devlet okullarındaki trans müfredatı, matematik ve okuryazarlık gibi temel yaşam becerilerini öğretmek pahasına çocukların beyinlerini yıkamaktadır.
Fox News’e konuşan saygın bir doktor şu uyarıda bulundu: “Birinci sınıf tıp öğrencileri ‘cinsellik ve toplumsal cinsiyet’ dersine maruz kalıyorlar.” Bu, odağı tıbbi sorunlardan uzaklaştırmaktadır; ayrıca duyarlı (woke) ideolojiyi paylaşmayan veya imtiyazlı bir grupta yer almayan hastalarla ilişkilere de zarar verebilir. Aynı şey hukuk fakültelerinde de yaşanmaktadır.
Trans gündemi, okulları “xe” ve “hir” gibi zamirleri kullanmaya zorlamaktan konuşmacılara bağırmaya veya şiddet uygulamaya kadar, anayasal olarak güvence altına alınmış ifade özgürlüğünü sayısız şekilde ihlal etmektedir.
Gaddarca hazırlanmış nefret söylemi yasaları ciddi ve anlamlı kamusal söylemleri yok etmektedir. Örneğin İrlanda Parlamentosu’ndan geçen yeni bir yasa tasarısı, toplumsal cinsiyet de dâhil olmak üzere “himaye altındaki” sınıflara karşı nefreti körükleyebilecek iletişim veya materyal bulundurmayı yasaklıyor. Bunun cezası beş yıla kadar hapis cezasıdır.
Trans sporcuların kadın sporlarına dâhil edilmesi talebi, tüm spor dallarını tahrip etmektedir.
Cinsiyet değiştirdikleri için derin pişmanlık duyan cinsiyet değiştirmiş çocuklar genellikle susturulmakta, ilişiği kesilmekte ya da reddedilmektedir.
Cinsiyet değiştirenlerin göz ardı edilmesinin bir yolu da, çok az güven duyulabilecek araştırmalar ve istatistiklerdir. Associated Press’te yer alan bir makalede, cinsiyet değiştirme ameliyatlarıyla ilgili “27 çalışmanın gözden geçirilmesi sonucunda”, “ortalama %1’inin pişmanlık duyduğu” iddia edilmektedir. Eğer bu doğruysa, bu iyi bir haberdir. Ama doğru mu? Akademi ve yayın organları aracılığıyla sürekli olarak pompalanan ideoloji, sivil toplum için bir başka büyük külfettir. Akademisyenler, gazeteciler ve sözde uzmanlar artık halkın gözünden düşmüştür. Akademik çalışmalar ve araştırmalar, herkesin herkese karşı verdiği bu savaşta sadece bir başka cephe hâline gelmiştir.
Medya ve yetkililer halkın bu yargısını fazlasıyla hak ediyor. Şöyle bir düşünün, şiddet olaylarını nasıl ele alıyorlar? Bir trans bireye yönelik her şiddet eylemi, olması gerektiği gibi, geniş çapta haberleştirilmekte ve kınanmaktadır. Ancak biyolojik kadınlara veya diğer dış gruplara yönelik trans şiddeti görmezden gelinmekte veya mazur görülmektedir. Nashville’de dokuz yaşında üç okul çocuğunu ve üç yetişkini öldüren silahlı trans saldırgan bile, saldırganın manifestosunu yayınlamayı reddeden yetkililer tarafından korunmaktadır. Medyada çıkan haberlerde de ölen çocuklardan çok trans bireylere yönelik tepkiden duyulan endişe dile getirilmiştir. Okullarda yasal süreç ve adaleti sağlamak için çalışan bir kurum olan SAVE Services, birçok trans şiddet vakasının belgelendiği “Stop the Wave of Transgender Violence” adlı ilginç bir sayfaya sahiptir. Bu ortamda, şiddet düzeyleri hakkında neyin doğru olduğunu ve kime karşı olduğunu bilmek mümkün değildir.
Son olarak şunu sormak istiyorum: Daha genel bir şiddet -vahşice bir sivil kargaşa- acaba ne kadar uzakta olabilir? Ben şimdiden burada olduğuna inanıyorum.
Comments