23/03/2018 - Saifedean Ammous

⏪ Önceki Bölüm - Sonraki Bölüm ⏩
Sağlam paranın dünyasında mallar ve sermaye, aralarında karşılıklı çıkara dayalı takas için üzerinde anlaştıkları şekilde ve yasal sahiplerinin arzuları doğrultusunda, neredeyse aynı ülke içindeki farklı bölgelere aktığı gibi farklı ülkeler arasında akar, Julius Caesar’ın aureus’u, Bank of Amsterdam’in 17. yüzyıldaki altın standardı veya 19. yüzyıldaki altın standardında, bir malı fiziksel olarak bir yerden bir yere hareket ettirmek, ticaretin önündeki en büyük engeldi. Gümrük tarifeleri ve ticaret engelleri yok denecek kadar azdı ve var olanlar da limanların ve sınır kapılarının idarî ve bakım masraflarını karşılayan cüzi harçlardan fazlası değildi.
Avrupa’nın feodalizme ya da günümüzün iktisadî milliyetçiliğine inişindeki gibi ucuz para çağında, ticaret yalnızca işlem yapanların imtiyazı olmaktan çıkarak, ticaret yapan bireyler üzerinde egemenlik iddia eden derebeylerinin veya hükümetlerin gözetiminde ulusal bir önem kazanır. Ticaretin doğasının bu dönüşümü o kadar saçma bir şekilde bütündür ki 20. yüzyılda serbest ticaret terimi, sınırlar arasında kendi anlaşma hükümlerine göre değil, kendi hükümetlerinin anlaşma hükümleri doğrultusunda ticaret yapan iki birey arasında gerçekleşen ticaret anlamına gelmeye başlamıştır!
Çoğu hükümetin kâğıt para karşılığında altın alınmasını askıya alması ve sınırlandırmasıyla, 1914’te altın standardı terk edildi ve Hayek’in "iktisadî milliyetçilik" olarak adlandırdığı dönem başladı. Paranın değeri en yüksek stok-akış oranına, dolayısıyla en düşük fiyat esnekliğine sahip, değeri öngörülebilir ve görece istikrarlı olan altının sabit bir birimine sabitlenmekten çıkmıştı. Bunun yerine, paranın değeri mali politikaların aşırılıkları ve uluslararası ticaret ile birlikte dalgalanıyordu. Daha düşük faiz oranları ya da arttırılmış para arzı, tıpkı merkez bankası tarafından hükümete verilen kredilerle finanse edilen hükümet harcamaları gibi paranın değerini düşürüyordu. Bu iki faktör, kendilerini en azından faiz oranlarını ve para arzını kontrol edip istikrarı sağlayabileceklerini düşünerek avutabilen hükümetler tarafından nominal olarak kontrol altındayken, üçüncü faktör tüm vatandaşların ve çoğu yabancının eylemlerinin karmaşık nevzuhur sonuçlarıydı. Bir ülkenin ihracatı ithalatını aştığında (dış ticaret fazlası), para birimi uluslararası döviz piyasalarında değer kazanır, bunun tam tersi olarak ithalatı ihracatını aştığında (dış ticaret açığı) para birimi değer kaybeder. Siyasetçiler, bunu paranın değerini kurcalamayı bırakmaları gerektiğine yönelik bir işaret olarak algılamak ve insanları en az volatil para birimiyle ticaret yapmakta serbest bırakmak yerine, küresel ticaretin en ufak ayrıntılarına kadar müdahale etmek için kendilerine bir davetiye olarak gördüler.
Tüm ekonomik faaliyetlerin ölçülüp planlanmasına yarayan hesaplama birimi olması gereken paranın değeri, piyasadaki fiyatı en az volatil olan mal olmaktan çıkıp hükümetin üç politika aracının -parasal, mali ve ticaret- toplamıyla ve en öngörülmez biçimde bireylerin bu politika araçlarına verdikleri tepkilerle belirlenmeye başlamıştır. Hükümetlerin değer ölçüsünü dikte etmeye karar vermesi, kendi topraklarında bulunan bireyler ve binaların yüksekliklerine göre yükseklik ölçüsü dikte etmeye kalkmasına benzer. Metrenin uzunluğunun merkezî ölçüm ofisinden günlük olarak ilan edilerek dalgalandığını ve bunun tüm mühendislik projelerinde yaratacağı kafa karışıklığını bir hayal edin.
Ölçüldükleri birimin değiştirilmesinden etkilenebilecek tek şey delilerin kibri olabilir. Metreyi kısaltarak, evi gerçekte 200 metrekare olan birisinin evinin 400 metrekare olduğuna inandırmak mümkündür, fakat ev sonuçta aynı ev olacaktır. Metrenin yeniden tanımlanmasının tek yapacağı şey, bir mühendisin evi doğru düzgün inşa etme ya da bakımını sağlama yeteneğini elinden almasıdır. Benzer bir şekilde, bir para biriminin devalüe edilmesi bir ülkeyi nominal olarak zenginleştirebilir ya da ihracatının nominal değerini arttırabilir, ancak ülkeyi daha müreffeh kılacak hiçbir etki yapmaz.
Modern iktisatçılar modern merkez bankacılarının vahametini “İmkânsız Üçlü” şeklinde formüle etmişlerdir: Hiçbir hükümet sabit yabancı döviz kuru, serbest sermaye akışı ve bağımsız bir para politikası şeklindeki üç amacı gerçekleştiremez. Eğer hükümet sabit döviz kuruna ve serbest sermaye akışına sahip olursa, kendi para politikası olamaz, faiz oranını değiştirmek de döviz kurunu koruyamayacak ölçüde sermaye akışının içeri veya dışarı yönlenmesine sebep olacaktır ve hepimiz modern iktisatçıların ekonomiyi “yönetmek” için bir para politikasına sahip olmaya ne kadar değer verdiklerini biliyoruz. Bağımsız bir para politikasına ve sabit döviz kuruna sahip olmak, ancak 1946-1971 yılları arasındaki yıllarda yaygın görülen biçimde sermaye akışını sınırlandırmakla mümkün olur. Ancak malların akışı döviz kurlarının dengesizliğinin giderilmeye çalışıldığındaki gibi oldu ve bu bile sürdürülebilir değildi, çünkü bazı ülkeler çok fazla ihraç ediyor ve bazıları çok fazla ithal ediyordu, böylece döviz kurları siyasî müzakereler tarafından belirlenir oldu. Uluslararası organizasyonlarda bu müzakerelerin sonucunu belirleyebilecek rasyonel bir zemin olamaz, çünkü her ülkenin hükümeti kendi özel grubunun çıkarını gözetecek ve bunu gerçekleştirmek için elinden geleni ardına koymayacaktır. 1971’den sonra, dünya ağırlıklı olarak bağımsız bir para politikası ve serbest sermaye akışına yöneldi, ancak para birimleri arasındaki dalgalı kurlar korunacaktı.
Bu düzenlemenin, Keynesyen iktisatçılara hem uluslararası finansal kuruluşları hem de sermaye sahiplerini mutlu eden, ekonomiyi “yönetmek” için en sevdikleri aracı kullanmalarına imkân verme avantajı vardır. Bu ayrıca bir günü trilyon dolarlara bedel dövizlerin ve tahvillerinin alınıp satıldığı döviz piyasası (Forex) kurmuş olan büyük finansal kuruluşlar için büyük bir lütuftur. Ancak bu anlaşma neredeyse diğer hiç kimsenin, özellikle de topluma fiilî olarak değerli mallar sunan üretken girişimlerin yararına değildir.
Oldukça küreselleşmiş bir dünyada döviz kurları yurt içi ve yurt dışı bir sürü etkene bağımlıdır, bu da üretken bir iş yürütmeyi gereksiz bir biçimde güçleştirmektedir. Başarılı bir firma muhtemelen işinden kaynaklanan ve birden çok ülkeye giden girdi ve çıktılara sahiptir. Her bir alım ve satım karan ilgili ülkeler arasındaki döviz kurlarına bağlıdır. Bu dünyada son derece rekabetçi bir firma, kendi ülkesiyle ilgili olmasa bile yalnızca döviz kurlarındaki bir değişimle büyük kayıplara maruz kalabilir. Firmanın büyük tedarikçisinin ülkesinin para biriminin değerinde bir yükseliş olursa, firmanın girdi maliyeti firmanın kârlılığını yok edebilecek kadar artabilir. Aynı şey ihracat yaptığı ana pazar ülkedeki para birimi değer kaybettiğinde de gerçekleşebilir. Onlarca yıl rekabet avantajı elde edebilmek için didinen firmaların, bu avantajın öngörülemeyen döviz volatilitesi yüzünden 15 dakikada kaybolduğunu görmeleri mümkündür. Bu durumda genelde serbest ticaret suçlanır, iktisatçı ve siyasetçiler de bunu popüler ancak yıkıcı korumacı politikalarını devreye sokabilmek için bir kılıf olarak kullanırlar.
Dalgalı döviz kuru bataklığının sallantılı temeli üzerinde kurulan serbest sermaye akışları ve serbest ticaret sebebiyle ülkenin çok daha fazla işletmesi ve profesyonellerinin döviz hareketlerinden endişe duyması gerekir. Her işletme, üzerinde hiç kontrolü bulunmadığı aşırı derecede önemli bir konuyu araştırmak için kaynak ve işgücü tahsis etmek zorunda kalır. Giderek daha fazla insan, merkez bankaları ile millî hükümetlerin eylemlerinde ve döviz hareketlerinde spekülasyon yapmaya başlar. Merkezî planlamanın bu detaylı aparatı ve görevlilerin ritüelleri, önünde sonunda ekonomik faaliyetlerin ayağına dolanacaktır. Belki de modern dünya ekonomisi hakkındaki en şaşırtıcı gerçeklerden biri, üretken ekonomiyle kıyaslandığında döviz piyasasının büyüklüğüdür. Uluslararası Uzlaşma Bankası¹ Nisan 2016 için günlük hacmini 5.1 trilyon dolar olarak tahmin etmektedir. Bu değer yaklaşık olarak yıllık 1.86 katrilyon dolara tekabül etmektedir. Dünya Bankası tüm dünya ülkelerinin toplam GSYİH’sını 2016 yılı için 75 trilyon dolar olarak tahmin etmektedir. Yani döviz (Forex) piyasası dünyada gerçekleşen tüm ekonomik üretim faaliyetlerin toplamının yaklaşık 25 katı büyüklüğündedir.² Burada döviz takasının üretken bir süreç olmadığını hatırlamak gerekir, çünkü GSYİH istatistikleri içinde sayılmaz, bir döviz diğerine dönüştürüldüğünde ekonomik bir değer ortaya çıkmaz; bu sadece farklı ülkelerin farklı ulusal para birimlerine sahip olmasının zahmetlerinin üstesinden gelmek için katlanılması gereken bir maliyettir. İktisatçı Hans-Hermann Hoppe’nın “uluslararası sınırları aşan küresel bir kısmî trampa sistemi,”³ olarak adlandırdığı şey, küresel ticaretin insanlara fayda sağlama yeteneğini, sonuçlarını iyileştirmeye çalışmak için çok yüksek işlem maliyetleri dayatarak felce uğratmasıdır. Dünya bu bariyerleri aşmak için yalnızca büyük miktarda sermaye ve işgücü israf etmekle kalmıyor, dünyanın dört bir yanında işletmeler ve bireyler aynı zamanda döviz kuru volatilite batağından kaynaklanan ekonomik hesap hataları yüzünden sık sık önemli kayıplara maruz kalıyorlar.
Para için serbest bir piyasada, bireyler hangi para birimini kullanacaklarını seçer ve sonuçta seçtikleri para da güvenilir biçimde en düşük stok-akış oranına sahip olan para birimi olurdu. Bu para birimi talep ve arzdaki değişimlere göre çok küçük salınımlar yapacak ve küresel alanda aranan, tüm ekonomik hesaplamaların kendisiyle yapılmasına olanak sağlayan, zaman ve bölgeler arası ortak bir ölçü birimi, bir mübadele aracı olacaktır. Satılabilirliği ne kadar yüksek olursa, bir mal bu rol için o kadar uygun olur. Romalı aureus, Bizanslı bezant veya ABD doları her birinin çeşitli dezavantajları olsa da sınırlı bir biçimde bunun bir örneği oldular. Buna en çok yaklaşan para, uluslararası altın standardının son yıllarına doğru altının kendisiydi. Ancak o zaman bile bazı ülkeler gümüşte veya paranın daha ilkel biçimlerinde kalmaya devam ettiler.
1900 yılında bir girişimcinin küresel ekonomik plan ve hesaplamalarını herhangi bir uluslararası para birimiyle, döviz kurlarındaki dalgalanmaya herhangi bir şekilde kafa yormadan yapabiliyor olması, modern yaşamın şaşırtıcı bir gerçeğidir. Bir yüzyıl sonra, sınırlar arası bir ekonomik plan yapmaya çalışan eşdeğer girişimci, bir Salvador Dali resmine rastladığını düşünmesine sebep olacak bir dizi oldukça volatil döviz kuruyla karşılaşabilir. Bu karışıklığa bakan herhangi bir aklıselim analist en iyi çözümün parayı yeniden altına sabitleyerek bu hokkabazlıktan kurtulmak gerektiği sonucuna varacaktır, böylece para politikasının hükümet tarafından kontrol edilmesine olan ihtiyacı ortadan kaldırarak İmkânsız Üçlü sorununu çözer ve serbest sermaye hareketine ve serbest ticarete sahip olunur. Bu derhâl ekonomik istikrar sağlar ve karmaşık döviz hareketlerini tahmin etmekten ziyade değerli mal ve hizmetlerin üretilmesi için sermaye ve kaynakları elverişli hâle getirirdi.
Ancak ne yazık ki mevcut parasal sistemden sorumlu kişilerin bu sistemin devam etmesinden kazanılmış hakları olduğundan, bu yolu sürdürmenin yollarını ve her defasında altın standardını kötüleyip reddetmekte her zamankinden daha yaratıcı bahaneler bulmayı tercih etmişlerdir. Sorumluların mevcut kadrolarının kendilerini ödüllendiren bir matbaayı kontrol eden bir hükümete bağlı olduğunu düşünürsek bu tamamen anlaşılabilir bir durumdur.
Dalgalı döviz kurları ve Keynesyen ideolojinin birleşimi, dünyaya modern döviz savaşları olgusunu armağan etmiştir: Zira Keynesyen analiz der ki artan ihracat GSYİH’da bir artışa sebep olur ve GSYİH da ekonomik refahın kutsal kâsesidir, yani Keynesyenlerin aklında bu ihracatı artıran her şeyin iyi olduğu anlamına gelir. Devalüe olmuş bir para birimi ihracatı ucuzlatacağından, ekonomik yavaşlamayla karşılaşan her ülke, para birimini devalüe edip ihracatını artırarak GSYİH’sını artırabilir.
Bu dünya görüşünde yanlış olan birçok şey vardır. Para biriminin değerinin düşürülmesi, gerçek anlamda endüstrilerin rekabetini arttırmaya yaramaz. Bunun yerine, yalnızca çıktılarına tek seferlik bir indirim yaratır, böylece yabancılara yerli müşteriden daha düşük fiyatlarla mal sağlar, yurttaşları fakirleştirir ve yabancılara sübvansiyon sağlar. Bu aynı zamanda ülkedeki varlıkları yabancılar için daha ucuz hâle getirir, indirimli bir şekilde arazi, sermaye ve kaynakları satın almalarına olanak tanır. Liberal bir ekonomik düzende, yabancıların yerli varlıkları almasında herhangi bir sıkıntı yoktur ama Keynesyen bir ekonomik düzende, yabancılar gelir ve ülkenizdeki varlıkları alırken sübvanse edilirler. Dahası, iktisat tarihi savaş sonrası dönemin en başarılı ekonomileri -örneğin Almanya, Japonya ve İsviçre- para birimleri değer kazanmaya devam ederken ihracatlarını artırdılar. İhracatlarının büyümesi için para birimlerinin sürekli olarak değer kaybetmesine ihtiyaç duymadılar, ürünlerini küresel olarak talep edilir hâle getirecek rekabet avantajı geliştirerek, para birimlerinin ticarî rakiplerininkine kıyasla değer kazanmasına sebep olarak, nüfuslarının refahını yükselttiler. Bu ülkelerden ithalat yapan, para birimlerini devalüe ederek ihracatlarını artıracağını düşünen ülkeler bundan zarar göreceklerdir. Kendi yurttaşlarının servetlerini yabancılara indirimli bir fiyata peşkeş çekmiş olurlar. Savaştan sonraki dönemde para birimleri en çok değer kaybeden ülkelerin aynı zamanda ekonomik durgunluk ve daralma yaşayan ülkeler olması tesadüf değildir.
Refaha giden yol olarak görülen devalüasyonla ilgili tüm bu sorunlar gerçek olmasaydı bile, devalüasyonun işe yaramaması için basit bir sebep vardır: Eğer devalüasyon işe yarasaydı ve tüm ülkeler bunu deneseydi, tüm ülkelerin para birimleri değer kaybeder ve hiçbirinin bir ötekine karşı avantajı kalmazdı. Bu da bizi küresel ekonomide mevcut olan ilişkiler durumuna getirir; çoğu hükümet ihracatlarını arttırabilmek için para birimlerini devalüe etmekte ve diğer ülkeleri “haksız” bir şekilde kur fiyatlarını manipüle etmekle suçlamaktan da geri kalmamaktadır. Etkili olarak her ülke ihracatçılarını desteklemek ve GSYİH’yı nominal olarak yükseltmek adına yurttaşlarını fakirleştirir ve diğerlerini aynı şeyi yapmakla suçlar. İktisadî cehalet yalnızca siyasîlerin riyakârlığı ve iktisatçıların papağanlığıyla örtüşmektedir. Para birimlerinin değerini jeopolitik bir sorun hâline getiren, dünya liderlerinin karşılıklı olarak kabul edilebilir kur devalüasyonlarını müzakere ettikleri uluslararası iktisadî zirveler düzenlenir.
Dünya, küresel bir hesap birimi ve değer ölçüsü olarak hizmet veren, dünya çapındaki üreticilerin ve tüketicilerin maliyetlerini ve gelirlerini doğru bir şekilde değerlendirmelerine olanak tanıyan ve ekonomik kârlılığı hükümet politikası olmaktan kurtaran sağlam bir küresel para sistemine dayansaydı, bunların hiçbirine gerek kalmazdı. Sağlam para hükümetlerin ve iktisatçı propagandacılarının elinden arz sorununu alarak, parasal manipülasyonla kısa yoldan köşeyi dönmeye çalışmak yerine herkesi topluma faydalı olmaya zorlardı.
Dipnotlar:
1. Uluslararası Uzlaşma Bankası (2016), Üç Yıllık Merkez Bankası Anketi. Nisan 2016’da Forex Ciroları.
2. Bunun için bkz, George Gilder, The Scandal of Money: Why Wall Street Recovers but the Economy Never Does, Washington, DC Regnery, 2016.
3. Hans-Hermann Hoppe, “How Is Fiat Money Possible?”, The Review of Austrian Economics, vol. 7, no. 2 (1994).