23/03/2018 - Saifedean Ammous

⏪ Önceki Bölüm - Sonraki Bölüm ⏩
Değeri azalan bir para biriminin yol açtığı ana sorunlardan biri, insanların o para birimiyle tasarruf yapma niyetlerini köreltmesidir. Zaman tercihi evrensel olarak olumludur: Aynı mala bugün ya da gelecekte sahip olma arasında seçenek sunulduğunda aklı başında herkes mala bugün sahip olmayı tercih edecektir. Ancak ve ancak gelecekteki ödül daha büyük olacaksa insanlar hazzı geciktirmeyi düşünür. Sağlam para zaman içinde az da olsa değer kazanan paradır. Yani elde tutmak muhtemelen gelecekte daha yüksek bir alım gücü sağlayacaktır. Görevleri açıkça enflasyonu pozitif değerde tutmak olan merkez bankalarınca kontrol edilen ucuz para, tasarruf sahiplerinin elde tutmaları için pek de teşvik edici olmayacak, böylece insanlar parayı harcayacak ya da borç almayı tercih edecektir.
Sözkonusu yatırım olduğunda, sağlam para herhangi bir pozitif getirinin yatırımcı için tatminkâr olduğu ekonomik bir ortam yaratır. Para birimi, değerini artırmasa bile büyük ihtimalle en azından değerini koruyacağından yatırım yapmayı teşvik eder. Diğer taraftan ucuz para ile yapılacak yatırımlarda, sadece yüksek getirili fakat yüksek riskli yatırım ve harcamaları teşvik eden ve ancak para biriminin gelecekteki değer kaybından yüksek olacak getiriler gerçek anlamda pozitif olacaktır. Bunun ötesinde, para arzındaki artış düşük faiz oranı anlamına geldiğinden, yatırıma olan teşvik azalırken borçlanmaya olan teşvik artar.
Ucuz parayla 46 yıllık deneyimimiz bu yargıyı kanıtlamaktadır. Gelişmiş ülkelerdeki tasarruf oranları çok düşük seviyelere gerilerken, kişisel, kentsel ve millî borçlar geçmişte hayal bile edilemeyecek seviyelere yükselmiştir. (Bkz. Şekil 1)¹

Şekil 1: Büyük ekonomilerde ulusal tasarruf oranları (%;1970-2016).
Yalnızca, 1934 yılına kadar resmî olarak altın standardında kalan ve 1990’ların başlarına kadar para birimini altınla destekleyen İsviçre yüksek tasarruf oranlarını sürdürmüştür. Batı medeniyetindeki diğer tüm ekonomiler tek haneli ve hatta negatif tasarruf oranlarına gerilerken, İsviçre iki haneli tasarruf oranlarına sahip olan düşük zaman tercihinin son kalesi olarak dimdik ayakta durmaktadır. En büyük yedi gelişmiş ekonominin² ortalama tasarruf oranı 1970 yılında %12,66 iken, 2015 yılında bu neredeyse dörtte üç oranında düşerek %3,39’a gerilemiştir.
Batı dünyasında tasarruf oranları düşerken borçluluk artmaya devam etmektedir. Batı’daki çeşitli hükümetlerin çeşitli düzeyleri ve hanehalkları GSYH’nin birkaç katı kadar, ortalama hanehalkı da neredeyse yıllık gelirinin %100’ünden daha fazla borçlanmıştır. Bunun önemli sonuçları vardır. Keynesyen iktisatçıların vatandaşlara borçlanmanın büyüme için iyi olduğu ve tasarrufların ekonomik durgunluğa sebep olacağı yönündeki telkinleri yüzünden bu tür rakamlar artık normalleşmiştir. Keynesyen iktisadî düşünceye hâkim olan en uyduruk fantazilerden birisi de milli borcun “nasıl olsa kendimize borçlu olduğumuzdan dolayı bir ehemmiyeti olmadığı” düşüncesidir. Bu “kendimiz” dediği şeyin tek bir homojen kitle değil de birkaç nesle yayıldığını -yani gelecek nesiller pahasına bugün sorumsuzca harcamaya devam etmek olduğunu- yalnızca Keynes’in yüksek zaman tercihine sahip bir öğrencisi kavrayamayacaktır. İşleri daha da berbat hâle getiren şu duygusal şantajı da sonuna eklemekten geri kalmazlar: “Eğer geleceğimiz için yatırım yapmak amacıyla borçlanmasaydık, kendimizden çalmış olurduk.”
Birçok kişi Keynes’in, harcamanın tek önemli şey olduğu, harcamaların yüksek oranlarda seyretmesiyle borçlanmanın süresiz uzayabileceği ve tasarrufların saf dışı bırakılabileceği minvalindeki parlak fikrini mucizevî bir modern buluşmuş gibi görmektedir. Gerçekte gerileme döneminde yozlaşmış Roma imparatorlarının uyguladığı bu politikada, hükümet tarafından basılan kâğıt para ile uygulanması dışında yeni bir şey yoktur. Esasında kâğıt para geçmişin madeni paralarına kıyasla biraz daha kolay yönetilebilmektedir. Fakat sonuçları aynıdır.
Yirminci yüzyılın gösteriş tüketimi cümbüşü, sağlam paranın yok edilmesinden ve tasarrufları yerip tüketimi ekonomik refahın temeli olarak ilâhlaştıran Keynesyen yüksek zaman tercihli düşüncesinden ayrık olarak anlaşılamaz. Tasarrufta azalan teşvik, kendini harcamadaki teşvik olarak yansıtacaktır. Sürekli aşağı yönlü manipüle edilen faiz oranları ve bankaların şimdiye kadarkinden çok daha fazla kredi sağlama imkânıyla birlikte borçlanma yalnızca yatırımla sınırlı olmaktan çıkarak tüketime yönelmiştir. Kredi kartları ve tüketici kredileri bireylerin gelecekte yatırım yapma bahanesi bile olmadan harcama yapmak uğruna borçlanmalarına imkân tanır. Bu Keynesyen iktisattan doğan kapitalizm, günümüz iktisadî cehaletinin ironik bir simgesidir. Kapitalizm tasarruflarla sermaye birikimi üzerine kurulu bir sistem iken sermaye birikiminin tam karşıtı olan lüks tüketimi salıvermekle suçlanmaktadır. Kapitalizm insanlar zaman tercihlerini düşürdüklerinde meydana gelen şeydir, hazzı geciktirerek geleceğe yatırım yapmaktır. Havasızlıktan boğulmak solunumun ne ölçüde normal bir parçasıysa(!) borçla beslenen kitlesel tüketim de kapitalizmin o kadar normal bir parçasıdır.
Bu durum bize ekonomide Keynesyen görüşün yanlış kavradığı en temel olgulardan birini açıklamaya yardımcı olur: Mevcut tüketimi tasarruf yapmak suretiyle ertelemenin, çalışanların işlerini kaybetmelerine sebep olarak ekonomik üretimin duraklayacağını sanırlar. Keynes zamanda herhangi bir noktadaki harcama seviyesini ekonomik durumun en önemli belirleyicisi olarak görüyordu. Çünkü hiç ekonomi öğrenimi görmediğinden sermaye teorisi ve istihdamın yalnızca nihai mallarla sınırlı kalmak zorunda olmadığı, aynı zamanda nihai mal üretiminde kullanılacak sermaye malları üretiminin de istihdam sağladığı hakkında en ufak bir fikri yoktu. Gerçek işlerde çalışmak zorunda kalmaksızın ailesinin parasını yiyerek geçirdiği ömrü boyunca Keynes, tasarruf ile sermaye birikimine ve bunların ekonomik büyümedeki temel rollerine hiç değer vermemiştir. Bu sebeple Keynes, tüketici harcamalarındaki düşüş, tasarruflarda meydana gelen artışla eş zamanlı olarak bir duraklama gözlemleyecek ve nedenselliğin artan tasarruftan azalan tüketime doğru aktığını varsayacaktı. Eğer sermaye teorisini incelemiş olsaydı, azalan tüketimin iş döngüsüne karşı doğal bir tepki olduğunu ve bunun da 6. Bölüm’de tartışılacağı üzere para arzının genişletilmesinden kaynaklandığını anlardı. Ayrıca ekonomik büyümenin tek sebebinin üretim döngüsünü büyüten ve üretim metotlarının üretkenliğini artıran ve daha iyi yaşam koşulları sağlayan, hazzı geciktirme, tasarruf ve yatırım olduğunu anlayacaktı. Zengin bir toplumda zengin bir ailede doğmuş olmasının sebebinin, atalarının hazlarını geciktirmesi olduğunun, geleceğe yatırım yapmak ve sermaye biriktirmek için yüzyıllarını harcadıklarının farkına varacaktı. Ne var ki tıpkı imparatorluklarının çöküş sürecindeki Roma imparatorları gibi sahip olduğu zenginliği meydana getirmek için yapılması gereken fedakârlıkları ve çalışmayı asla anlayamadı ve yüksek tüketimin zenginliğin sonucu değil sebebi olduğuna inandı.
Borç, tasarrufun zıddıdır. Nasıl tasarruf sermaye birikimine imkân sağlıyor ve medenî ilerlemeye olanak yaratıyorsa, borç da bunu tersine çevirebilecek olan şeydir. Borç sebebiyle, nesiller boyunca birikmiş sermayenin tüketilmesiyle üretim azalır ve yaşam standardında bir düşüş meydana gelir. İster emlak borcu, ister sosyal güvenlik yükümlülükleri, ister her zamankinden daha fazla vergi ve yeniden finanse edebilmek için borçlanma gerektiren hükümet borçları olsun, mevcut nesiller, Roma İmparatorluğu’nun tarihe karışmasından (ya da en azından Sanayi Devrimi’nden) bu yana, ebeveynlerinin sahip olduğu sermayeden daha azına sahip olarak dünyaya gelen ilk nesil olabilirler. Tasarruflarının birikerek sermayelerinin büyüdüğüne tanıklık etmek yerine, şimdiki nesil borçlarının artan faizlerini ödeyebilmek için çalışmak, belki de hiç faydalanamayacakları devlet yardımlarını fonlamak için daha da çok çalışmak zorunda kalacaklar. Tüm bunları yaparken ödemek zorunda oldukları yüksek vergiler yüzünden emeklilikleri için belki de anca küçük bir birikim yapabileceklerdir.
Sağlam paradan değer kaybeden paraya olan bu geçiş, birkaç nesil boyunca biriktirilen servetin lüks harcamalarla bir iki nesil tarafından israf edilmesine, borçlanmanın büyük harcamaları finanse etmenin yeni metodu olmasına sebep olmuştur. Oysaki yüz yıl önce insanlar kendi evlerini, eğitimlerini ya da evliliklerini kendi emekleriyle ya da birikimleriyle öderken, böyle bir düşünce bugün insanlara gülünç gelmektedir. Zenginler bile kendi imkânları ile yaşamayacaklar, bunun yerine servetlerinin kendilerine imkân tanıdığı daha büyük krediler kullanarak daha büyük harcamalar yapacaklardır. Böylesi bir düzen bir süreliğine işleyebilir, ancak bu süre sürdürülebilirlikle karıştırılmamalıdır çünkü bu, toplumun sermayesinin sistematik olarak tüketilmesidir, tohumluk mahsulün yenmesidir.
Para millîleştirildiğinde, birkaç yıllık kısa vadelerde çalışan ve yeniden seçilmek için elinden geleni ardına koymayan siyasetçilerin kontrolü altına girmiştir. Böyle bir sürecin, politikacıların gelecek nesiller pahasına yeniden seçilme kampanyalarını finanse etmek için, kısa vadeli karar alma süreçlerinde parayı kötüye kullanmalarına yol açması oldukça doğaldı. H.L. Mencken’ın belirttiği gibi, “Her seçim çalınmış mallar için düzenlenen bir mezattır.”³ Paranın özgür ve sağlam olduğu bir toplumda, bireyler uzun vadede ailelerini etkileyecek sermayelerini göz önünde bulundurarak karar vermek zorundadır. Bazılarının çocuklarına zarar verecek sorumsuz kararlar alması muhtemel olsa da gerçekten sorumlu kararlar almak isteyenler bunu yapma seçeneğine sahip olacaklardır. Millîleştirilmiş para ile bu durum, vermesi oldukça zor bir karar hâline gelmiştir; para arzı üzerindeki merkezî hükümet kontrolü kaçınılmaz olarak tasarrufa olan teşviki yok ederek yerini borçlanmaya bırakır. Ne kadar ihtiyatlı olursa olsun, çocukları tasarruflarında bir değer kaybı yaşayacak ve hükümetlerinin enflasyonist ihsanını karşılayabilmek için vergiler vermek zorunda kalacaktır.
Kuşaklar arası mirasın azalmasının ailenin bir birim olarak gücünü azaltmasıyla beraber, hükümetin sonsuz yapraklı çek defteri insanların hayatlarını yönetip şekillendirmede daha fazla imkâna sahip olacak ve bireylerin yaşantılarında daha önemli roller oynamaya başlayacaktır. Ailenin bireyi finanse edebilme yeteneği devletin cömertliği tarafından gölgede bırakılmış ve aile kurmaya duyulan şevk kırılmıştır.
Geleneksel bir toplumda bireyler gelecekte kendilerine destek olacak çocuklara ihtiyaç duyacaklarının farkındadır. Bu nedenle genç ve sağlıklı olduğu yıllarını aile kurmaya ve çocuklarına sunabileceği en iyi hayatı sunabilmek için yatırım yapmaya harcarlar. Fakat eğer uzun vadeli yatırım genel olarak mahrum bırakılırsa ve tasarruf, paranın değer kaybetmesi gibi terslik yaratacaksa, bu yatırım daha az kârlı hâle gelir. Dahası, siyasetçiler insanlara darphanenin sihriyle ebedî refah ve emeklilik yardımlarının mümkün olduğu yalanını satarken, bir aileye yapılan yatırım giderek değer kaybetmektedir. Zamanla aile kurma isteği azalır ve giderek daha fazla insan yalnız yaşamaya başlar. Daha fazla evlilik, partnerlerin evliliği sürdürmek için gereken duygusal, ahlâkî ve finansal yatırımları yapma olasılığının azalmasıyla sonlanabilecek, süren evliliklerde de daha az çocuk doğacaktır. Herkesçe malum olan ailenin günümüzdeki çöküşü, ucuz paranın ailenin binlerce yıldır üstlendiği pek çok role el koyması sebebiyle aile fertlerinin uzun vadeli aile ilişkilerine yatırım yapma isteğini azalttığı fark edilmeden anlaşılamaz.
Ailenin devlet yardımlarıyla değiştirilmesi, tartışmasız bir şekilde bunu tercih eden bireyleri bu takastan zararlı çıkarmıştır. Hayattan memnun olmanın büyük oranda bir eş ve çocuklarla uzun vadeli bağlar kurmaya bağlı olduğunu gösteren bazı araştırmalar mevcuttur.⁴ Birçok araştırma da daha fazla aile yıkıldıkça, özellikle kadınlarda olmak üzere, depresyon ve psikolojik hastalıkların arttığını göstermektedir.⁵ Depresyon ve psikolojik bozukluk vakalarında aile çöküşü sıklıkla önde gelen sebeptir.
Ailenin parçalanmasının uzun vadeyle hiç alâkası olmayan bir adamın iktisadî öğretilerinin uygulanması sonucunda ortaya çıkmış olması tesadüf değildir. Nesiller boyunca önemli bir sermaye biriktirmiş zengin bir ailenin oğlu olan Keynes, Akdeniz’deki çocuk genelevlerini ziyaret etmek de dâhil olmak üzere, yetişkin hayatının büyük kısmını çocuklarla cinsel ilişkiye girerek heba eden hovarda bir hedonistti.⁶ Victoria İngilteresi güçlü bir ahlâkî anlayışa sahip düşük zaman tercihli, kişiler arası çatışmanın az ve stabil ailelerin fazla olduğu bir toplumken, Keynes bu geleneklere karşı çıkıp alaşağı edilmesi gereken baskıcı bir kurum olarak gören neslin bir parçasıydı. Keynes iktisadını anlamak, zamanla şekillendirebileceğine inandığı biçimde toplumda görmek istediği ahlâk anlayışını kavramadan mümkün değildir.
Dipnotlar:
1. Kaynak: OECD istatistikleri.
2. Bunlar ABD, Japonya, Almanya, İngiltere, Fransa, İtalya ve Kanada’dır.
3. H.L. Mencken ve Malcolm Moos (editörler), A Carnival of Buncombe, Baltimore: Johns Hopkins Press, 1956, s. 325.
4. George Vaillant, Triumphs of Experience: The Men of the Harvard Grant Study, Cambridge, MA: Harvard University Press, 2012. (“The Grant Study” Harvard Tıp Okulu tarafından Erişkin Gelişimi Çalışması’nın bir parçasıdır. Bu çalışma 1939-1944 yılları arasında seçilen fiziksel ve zihinsel olarak sağlıklı 268 Harvard ikinci sınıf öğrencisinin 75 yıl süren incelemesidir. ç.n.)
5. Betsy Stevenson ve Justin Wolfers, “The Paradox of Declining Female Happiness”, American Economic Journal: Economic Policy, cilt 1, no. 2 (2009), ss. 190-225.
6. Michael Holroyd, Lytton Strachey: The New Biography, cilt 1, s. 80, Keynes’in Bloomsbury’deki dostu Lytton Strachey’e “yatak ve oğlanın pahalı olmadığı” Tunus’u ziyaret etmesini tavsiye ettiği mektubunu içermektedir. Ayrıca bkz. David Felix, Keynes: A Critical Life, s.112, kitabında Keynes’in, “Mısır’a gidiyorum… az önce ‘yatak ve oğlanın’ hazır olduğu haberini aldım,” şeklinde bir arkadaşına yazdığı mektuptan alıntı yapılmıştır. Başka bir mektupta “Eğer çıplak oğlanların dans ettiği yere gitmek isterseniz,” diyerek Strachey’e Tunus ve Sicilya’ya gitmesini tavsiye etmiştir.