Türkiye Cumhuriyeti, kuruluşundan bu yana çeşitli ekonomik reformlara başvurmuş olup, ardı ardına gelen başarısızlıklarla yıkıcı sonuçlar elde etmiştir. Bu başarısızlıkların en belirgin dönemi Tansu Çiller'in ekonomi politikalarıdır. Piyasa içerisinde bir otoriter figür olarak yer almak isteyen Çiller, Türk lirasının dolar karşısında %160 değer kaybına sebep oldu. Çiller, kendi yetkileri doğrultusunda imza attığı belgeler ise Türkiye'yi bir hiperenflasyon sürecine sürükledi.
1993-1996 yılları arasında Türk hükümeti piyasalarla kavgaya tutuşmuş olup, piyasa üzerindeki otoritesini büyüten reformlara başvurmuştur. Piyasalara ekonomik kararların dayatılması sürecinde Türk hükümeti kendi ayağına sıkmış olup, enflasyon gibi gitgide uzayan ve işin sonucunda tabloyu terk edecek olan okların kısa sürede daha fazla yükselmesine sebep oldu.
Bunla gelen vergi artışları, enflasyonun yükselmesi ve beklenen -hiperenflasyon- sürecinin bir tren gibi gelmesi ufuktan belli oluyordu. Türkiye Cumhuriyeti hükümeti bu trenin yolunu saptırmak veya durdurmak yerine üstüne yürüdü ve ardı ardına gelen ekonomik krizlerin oluşumuna olanak sağladı. Bunla birlikte gelen iktisadi ve sosyal itibarsızlık bütün sektörlerde bir çöküş yarattı. Bu krizden faydalanan muhalif politikacılar ise mevcut hükümeti damgalayarak halkı kendi sınırları içerisine çektiler.
Bu krizler apaçık ortada gözükse de ülke sınırları içerisinde ve dışarısında ordu mensupları, örgüt yapılandırmalarına karşı mücadelesini sürdürüyor idi. Kriz içerisinde bir diğer vergi yükselimini sağlayan şey ise ordunun maliyetleri oldu. Kısacası ateşe kömürle yaklaşıldı ve iflas oranları büyük yüzdelere ulaştı. Hükümete yakın şirketlerin iflası ise hükümet tarafından engellendi. Bunla gelen yeni krizler ile Türkiye tam bir kaos ortamına dönüştü.
2002 seçimleri sonrasında yeni gelen hükümet dünyadaki liberaller tarafından desteklendi. Bu büyük desteği alan yeni hükümet, Kemal Derviş reformlarını göz önünde tutarak piyasaya uygun reform kararları aldı. Bu süreçle çok fazla yatırımcı Türkiye Cumhuriyeti'ne yöneldi ve bunla birlikte mevcut enflasyon ve ağır vergi politikaları desantrilize edildi. Mevcut hükümet için işler kolaydı çünkü devletin otoritesinin olup olmaması tek bir imzaya bakmaktadır.
Erdoğan ve ekonomi grubu bu yeni dünya düzenine ayak uydurarak devletin kontrolünü piyasa içerisinde zayıflattılar ve güven sağladılar. Türkiye'ye Eurozone(Avrupa) dan akan paralar ile mevcut hükümetin sağladığı ekonomik standartlar halktan tam destek almasına sebebiyet verdi. Yatırımcılar için bir küresel sermaye gözüyle bakılan Türkiye, sonrasında her hükümette olduğu gibi piyasaya otorite kurma planlamalarını oluşturmaya başladı.
Bu planlamaların ilk örneği 2008-2012 Küresel Ekonomik Krizi esnasında Türk hükümetinin başvurduğu yollar oldu. Türkiye Cumhuriyeti bu krizden kısa süreli kaçınmak istedi. Bunun temel sebebi ise seçimler oldu. Bütün ülkeler bu krizin etkisini geçmesini beklerken Türkiye bu krizi halka hissettirmemek adına para basma politikaları ve daha nice müdahale girişimlerinde bulundu.
Sonrasında ülkeler bu krizin verdiği zarardan kurtulmuşken, Türkiye bu krizin etkisini daha uzun süreli ve daha sarsıcı bir şekilde hissetmeye başladı. Türkiye'nin politikaları sadece kısa süreli koruma(!) sağladı. ABD bu kriz esnasında para basmaktan geri durmadı fakat piyasa içerisinde dönen milyar dolar para göz önüne alındığında bu kendilerine ileri ki dönemlerde aynı etkenle kısa süreli sarsılma olarak geri döndü. Fakat Türkiye'nin piyasa içerisinde dönen ne milyar dolar parası ne de düşük haneli enflasyon grafiği vardı...
Bununla birlikte gelen krizlere müdahale edilmeden önce Erdoğan kendi ekonomi danışmanlarını seçmek istedi ve tamamen radikal fikirlerle donatılmış bireyleri ekonomi danışmanı olarak atadı. Erdoğan'ın ilk dönemindeki ekonomi grubunun artık söz sahibi olamaması durumuyla çoğu görevini terk etme durumunda kaldı.
Bu krizlere yine her hükümetin yaptığı hata olan ''yangına kömürle gitme stratejisi'' uygulandı ve bunla gelen uluslararası ticareti vergilendirme yasaları, ''sosyal'' devlet anlayışı, enflasyon hanelerinin oynanması gibi mantık dışı kararlar uygulamanın yerini aldı. Asgari ücrete zam yapılması kişi başı gelirine büyük ölçüde zarar vermekle kalmadı, artan fiyat artışlarına artı enflasyon rakamları etki etti. Asgari ücretin arttırılması sadece sayıların oynanması demektir ki bu alım gücünü bir hayli düşüren problemler getirir.
Tabi bu Erdoğanomics stratejisi daha fazla krizin oluşmasına ön ayak oldu. Bu yaşanan müdahaleler tekrar Türkiye Cumhuriyetini Çiller dönemine sürükledi ve sürüklemeye devam ediyor. Yatırımcıların artık Erdoğan'ın merkez bankasını kendi otoritesi altına alma korkusunu yaşamalarına gerek kalmadı. Erdoğan merkez bankasını kendi otoritesi altına alarak ''tüketiciyi koruma'' adı altında piyasaya bir otoriter figür olarak kendini lanse etti. ''Yerli ve milli'' ekonomi sözleriyle gelen para akışını durdurarak hem üreticiyi zor duruma düşürdü ve artı olarak tüketicinin alım gücünü zayıflaştırdı.
Bu sadece mevcut hükümetle süregelen bir başarısızlık örneği değil. Ana muhalefet partisi ise kendi sahip olduğu şehirlerde asgari ücret düzeyini mevcut kararların üstüne çıkartarak bir popülist eylemde bulundu. Bunu yaparak muhalefet partisi Erdoğan kadar Türkiye Cumhuriyeti'ne çok büyük zararlar verdi. Mevcut hükümetle birlikte muhalefetin aldığı kararlar, Türk vatandaşlarının refahına yıllar boyu sürecek yeni krizler getireceği artık kesin ve hiçbir şey bu krizin önlenmesinde ana faktör olamaz.
Türkiye ekonomisinin ölümü (e)ngellenebilir. Fakat bunu ne muhalefet engeller ne de mevcut Erdoğan hükümeti...
Bu ise bizi Türkiye Ekonomisinin Ölümü Engellenemez sonucuna sürüklüyor. Bunla gelecek sosyal ve iktisadi krizler Türk vatandaşlarının geleceğinde büyük bir rol oynayacak.
Yazar - Zorbey Uyanık
