Sosyalizmi, mülkiyet ünvanlarındaki yeniden dağıtımın kurumsallaşmış politikası olarak tanımlamıştık. Daha hassas bir ifadeyle, mülkiyet ünvanlarının, kıt araçları fiilen belli bir kullanıma sokan veya bunları daha önceden kullanıma sokmuş şahıslardan mukavele yoluyla almış olan insanlardan, söz konusu bu eşyalarla ne bir şey yapmış ne de bunları mukavele yolu ile elde etmiş insanlara aktarılmasıdır. Son derece hayali bir dünyada – Eden Bahçesinde – mülkiyet haklarının bu şekilde atandığı bir sistemin neticesinde doğacak şu sosyo-ekonomik sonuçlara işaret etmiştim: insan sermayesine yapılan yatırımda bir azalma ve üretken olmayan kişilik tiplerinin evrimleşmesi için artan içgüdü.
Artık, sosyalizme ve onun farklı ama eşit derecede tipik versiyonlarına bakmak suretiyle, sosyalizmin sosyo-ekonomik etkilerinin analizini genişletmek ve somutlaştırmak istiyorum. Bu bölümde, çoğu insanın “en üstün derecedeki sosyalizm” (eğer var olan tek tip sosyalizm bu değilse) olarak gördüğü şeyin analizine yoğunlaşırken, bu, sosyalim üzerine yapılacak herhangi bir tartışmanın muhtemelen en uygun başlangıç noktasıdır. “En üstün derecedeki sosyalizm” denen bu şey, üretim araçlarının, yani, tüketim mallarının üretimi için kullanılan kıt kaynakların “millileştirildiği” ya da “ sosyalleştirildiği” bir sosyal sistemdir.
Doğrusu, Karl Marx, ve onunla birlikte sol kanattaki çağdaş entelektüellerimizin çoğu, neredeyse sadece kapitalizmin sosyal ve ekonomik kusurlarının analizi ile alakadar olurken, ve tüm yazıları içerisinde, kapitalizmin sözde daha üstün alternatifi olan sosyalizm altındaki üretim sürecinin organizasyonunun yapısal problemleri hakkında sadece birkaç genel ve muğlak yorumda bulunurken, hiç şüphe yok ki bunun sosyalist politikanın temel taşı ve daha iyi ve daha müreffeh bir geleceğin anahtarı olduğunu düşünmüştü.1 Bu nedenle, üretim araçlarının sosyalizasyonu, ortodoks Marksist inancındaki tüm sosyalistler tarafından o zamandan beri savunulmuştur.
Bunu bize sunmak için resmi olarak raflarında tutanlar, her ne kadar iktidarı ele geçirmek amacıyla bunu söyleme konusunda gitgide daha isteksiz de davransalar, sadece batının komünist partileri ile sınırlı kalmamaktadır. Batının sosyalist ve sosyal-demokrat partilerinin hepsinde, böyle bir tasarıyı metanetle savunan ve tüm üretim araçları olmasa bile, en azından büyük endüstrilerin ve büyük işletmelerin sosyalizasyonunu öneren, belirli nüfuza sahip, kalabalık sayılabilecek, açık sözlü, iyi konuşan bir azınlık mevcuttur. En önemlisi, büyük veya küçük sektörleri millileştirilmiş endüstriler, sözde “en kapitalist” ülkelerde bile, sosyal gerçeğin bir parçası haline gelmiştir; ve tabi ki, üretim araçlarının neredeyse tamamının sosyalizasyonu önce Sovyetler Birliği’nde, daha sonra Sovyet hakimiyetindeki Doğu Avrupa ülkeleri ile birlikte tüm dünya çapındaki bazı diğer ülkelerde de denenmiştir. Böylece, izleyen analiz bize, millileştirilmiş üretim araçları ile karakterize edilen toplumlardaki ekonomik ve sosyal problemlerin anlaşılmasını sağlayacaktır. Ve bu bize, özellikle Rusya ve uydularının başına bela olan temel problemlerin anlaşılmasına yardımcı olacaktır, zira bu ülkeler sosyalizasyon politikasını o kadar ileri götürmüşlerdir ki, bunun, onların egemen yapısal özellikleri olduğunu söylemek haksızlık olmaz. İşte bu gerçekten ötürü inceleme altındaki bu sosyalizm türüne “Rus” tipi olarak adlandırılmıştır2.
Sosyalizasyon tasarılarını tahrik eden motivasyon gücü, hepsinin alenen eşitlikçi olmalarıdır. Üretim araçlarında özel mülkiyete bir kere izin verildi mi, farklılığa da izin verilmiş olur. Eğer A kaynağı bana ait ise, sana ait değildir, ve dolayısıyla bu kaynakla olan ilişkimiz farklıdır. Özel sahipliğin feshedilmesi ile birlikte herkesin üretim araçlarına karşı konumu eşitleştirilmiş olur, yada öyleymiş gibi görünür. Herkes her şeyin ortağı haline gelir, ve herkesin insan olarak eşit mevkide olduğunu yansıtır. Ve böyle bir tasarının ekonomik gerekçesi sözde daha verimli olmasıdır. Fiyatların faaliyetleri koordine edici özelliğinden haberdar olmayan eğitimsiz bir gözlemci için, üretim araçlarındaki özel sahipliğe dayanan kapitalizm tümüyle kaotik gelebilir.
Çabaların tekrar edilmesi, yıkıcı rekabet, uyumlu ve koordine faaliyetlerin yokluğu ile karakterize edilen müsrif bir sistemmiş gibi görünür. Marksistlerin küçümseyici bir şekilde ifade ettikleri gibi, bu bir “üretim anarşisi”dir. Sadece özel sahipliğin yerine toplu sahiplik konduğu zaman, ve tek, kapsamlı, koordineli bir üretim planının uygulanması ile, bu sözüm ona israfın ortadan kalkması mümkün olur.
Gerçi, motivasyon ve vaatlerden daha önemli olan üretim araçlarının sosyalizasyonunun gerçekte nereye vardığıdır.3 Sosyalizasyon politikası altında kabul edilen ve Rusya gibi ülkelerin temel hukuki prensiplerini oluşturan mülkiyet kuralları, birbirini tamamlayan iki özellik ile karakterize edilir. Birincisi, hiç kimse sosyalize edilmiş üretim araçlarının sahibi değildir; onların sahipliği “toplumsaldır”, yani, daha hassas bir ifadeyle: hiçbir şahsa veya şahıslardan oluşan bir gruba ya da hepsinin bir araya gelmiş haline, bunları edinme veya satışından elde edeceği hasılatı şahsi olarak elinde tutma izni verilmez. Bunların nasıl kullanılacağına, eşyaların sahibi rolündeki insanlar değil, kayyum rolündeki insanlar karar verir. Ve ikinci olarak da, hiçbir şahsa veya şahıslardan oluşan bir gruba ya da hepsinin bir araya gelmiş haline, özel bir yeni yatırıma girme ve özel bir yeni üretim aracı yaratma izni verilmez. Verimsiz olarak kullanılan mevcut kaynakları, ne hakiki tasarruf yoluyla, ne kaynakların başka insanlarla aynı havuzda toplanması yoluyla, ne de bu tekniklerin bir karışımı vasıtasıyla verimli hale dönüştürmek suretiyle de yatırım yapamazlar.
Yatırım, ancak eşyaların kayyumları tarafından yapılabilir, asla şahsi kar amaçlı yapılmayıp her zaman yatırımdan elde edilecek olası karların paylaşılmak zorunda olduğu kayyumlar topluluğu adına yapılır.4
Bu tip bir kayyum ekonomisinin varlığı ne anlama gelir?. Doğal mülkiyet teorisi üzerine kurulu bir ekonomiden sosyalize olmuş ekonomiye geçiş, özellikle neyi ima eder? Sırası gelmişken, yukarıda bahsi geçen eşitlik ve verimlilik hususundaki sosyalist vaatlere ışık tutacak iki adet gözlem yapılması gerekir. Herkesin her şey üzerinde ortak olduğunun ilan edilmesi, sahiplik üzerindeki farklılık problemini sadece göstermelik olarak çözer. Altta yatan asıl problemi çözmez: Kontrol etme yetkisindeki farklılıklar. Özel mülkiyete dayalı bir ekonomide, üretim araçları ile ilgili ne yapılması gerektiğine mülk sahibi karar verir. Sosyalize edilmiş ekonomide böyle bir karar artık verilemez, zira ortada böyle bir sahip yoktur. Buna rağmen, üretim araçları ile ne yapılması gerektiğinin belirlenmesi ile ilgili problem halen mevcuttur ve eğer tüm insanlar arasında önceden sabitleştirilmiş ve senkronize edilmiş bir menfaat ahengi söz konusu olmayıp (ki bu durumda zaten artık ortada herhangi bir problem kalmaz) daha ziyade belli bir derecede anlaşmazlığın var olduğu durumlarda, bunun bir şekilde çözülmesi gerekir. Ne yapılması gerektiği ile ilgili aslında sadece bir görüş üstün gelebilir, ve diğerleri benzer bir yaklaşımla hariç bırakılmak zorundadır.
Fakat bu durumda insanlar arasında yine eşitsizlik olmak zorundadır: bir kişinin veya grubun fikri diğerleri üzerinde galip gelmeye mecburdur. Özel mülkiyet ekonomisi ile sosyalize edilmiş ekonomi arasındaki fark sadece, anlaşmazlık durumunda kimin iradesinin üstün geleceğinin nasıl belirleneceğidir. Kapitalizmde kontrol eden bir kişi, ve kontrol edemeyen diğerleri olmak zorundadır ve dolayısıyla insanlar arasında gerçek farklar vardır, fakat kimin fikrinin üstün geleceği problemi ilk tahsisat ve mukavele ile çözülür. Sosyalizmde de kontrol edenler ve kontrol edemeyenler arasında gerçek farklar kaçınılmaz şekilde var olmak zorundadır; sadece, sosyalizm durumu da kimin fikrinin galip geleceği mevzusu, önceki kullanım veya mukavele ile değil politik araçlarla belirlenir.5 Bu kesinlikle çok önemli bir farktır, ve tartışmamız gerek bu bölüm içerisinde ve gerekse de daha sonraki bölümlerde tekrar bu konuya dönecektir, ancak şu an için – sosyalizmin eşitlikçi vaatlerine karşın – bunun, kontrol yetkisi bakımından eşitlikçi ve eşitlikçi olmayan sistemler arasındaki bir fark olmadığını söylemek yeterlidir.
İkinci gözlem ilki ile çok yakından alakalıdır ve sosyalizmin sözde üstün koordinasyon kabiliyeti ile ilgilidir. Yine, daha yakın bir tetkik neticesinde, bu farkın, sadece anlam bilimsel açıdan yaratılan, tamamen hayali bir şey olduğu ortaya çıkar: özel sahip ekonomisinin yerini millileştirilmiş ekonomi aldı diyerek, birçok karar verme ünitesinin yerine birdenbire tek bir karar ünitesi oluştuğu izlenimini yaratılır. Aslına bakılırsa hiçbir şey değişmemiştir. Öncesiyle aynı sayıdaki ve öncesi kadar farklı menfaatlere sahip bireyler halen mevcuttur. O halde, sosyalizm de en az kapitalizmde olduğu kadar, farklı üretim araçlarının kullanımının nasıl koordine edileceğinin belirlenmesi problemine, insanlar arasında bunun nasıl başarılacağı hususunda farklı görüşleri olduğu gerçeğinin mevcudiyetinde bir çözüm bulmak zorundadır.
Kapitalizm ile sosyalizm arasındaki fark yine, koordinasyonun nasıl sağlanacağıdır, ve sosyalist anlambiliminin demeye çalıştığının aksine, kaos ile koordinasyon arasındaki fark değildir. Kapitalizm, bireylerin her istediklerini kolayca yapabilmeleri yerine, faaliyetleri, insanları önceki kullanım-sahipliklere itibar etmeye zorlamak suretiyle koordine eder. Sosyalizm ise, öte yandan, bireysel planları, insanların hoşlarına giden şeyleri yapmalarına izin vermek yerine, önceki sahiplik ve karşılıklı mübadele anlaşmalarına itibar etmeden, bir şahsın veya şahıslardan oluşan bir grubun planlarının üzerine, aynı fikirde olmayan başka bir şahıs veya grubun planlarını koyarak koordine eder.6 Bu farkın da son derece önemli olduğu üzerine herhangi bir yorum yapmaya gerek yoktur. Fakat bu, Marksist sosyalizmin bizi inandırmaya çalıştığı gibi, sosyal planlama ile hiç planlama olmaması arasındaki bir fark değildir; tam tersine sosyalizm ve kapitalizmin düzenleyici mekanizmaları açığa çıkarılıp yeniden yapılandırıldığı anda, sosyalizmin daha verimli olduğu iddiası anında inandırıcılığının çoğunu kaybeder ve karşı tez daha ikna edici olmaya başlar.
Bu tezin aslında ne kadar sağlam temellere oturduğu ve sosyalizmin değil de kapitalizmin düzenleyici mekanizmalarının ekonomik bakımdan tam olarak neden üstün olduğu, kişi yüzünü görünüşteki farklardan çevirip, onun yerine gerçek farklara yoğunlaşması ve yukarda karakterize edildiği üzere, kapitalizmin kayyum ekonomisi lehine terk edilmesinde ima edilen mülkiyet haklarının ve dolayısıyla gelirin yeniden dağıtılmasına bakması ile ortaya çıkar. Kapitalizmin temeli olan doğal mülkiyet teorisi bakış açısından kayyum ekonomisinin temel prensiplerinin benimsenmesi, mülkiyet ünvanlarının üretim araçlarının gerçek üretici ve kullanıcılarından veya bu araçları daha önceki kullanıcılarından karşılıklı rıza ile elde edenlerden alınıp, her şahsın en iyi ihtimalle daha önce sahip olduğu şeyler üzerinde kayyum olarak kaldığı bir kayyumlar topluluğuna yeniden dağıtılması anlamına gelir. Ancak bu durumda bile önceki kullanıcılarla mukavele yapanların her biri yine de zarar görmüş olur, zira kendisi ne bu üretim araçlarını satıp bundan elde edilecek geliri şahsi olarak elinde tutabilir, ne de bunların şu anki kullanımından elde edilecek karı şahsi olarak tahsis edebilir ve dolayısıyla bu üretim araçlarının değeri kendisi için düşmüş olur. Benzer bir şekilde, bu üretim araçlarını daha önce kullanmamış veya bunlar üzerinde mukavele yapmamış kişiler bu araçların kayyumları seviyesine yükseltilmesi suretiyle kayırılarak daha önce ne kullandığı ne de kullanımı ile ilgili mukavele yaptığı bu kaynaklar üzerinde en azından kısmi söz hakkı elde ederek kendi kazançlarını artırmış olur.
Yeniden dağıtımcı bu tasarıya ek olarak, yeni yaratılacak özel sermayenin yasaklanmasında veya bu yeniden yaratma sürecinin artık varlığı altında gerçekleşmek zorunda olduğu engelleme derecesinde (tabi ki, ekonominin sosyalize edilmiş bölümünün büyüklüğüne bağlı olarak) ima edilen yeni bir tasarı mevcuttur: bu fonların, olası tüketiminden feragat edip onun yerine bunları daha üretken bir biçimde kullanmak maksadıyla, yani gelecekteki tüketim mallarını üretmek amacıyla biriktiren ve artık bunu yapamayacak olanlardan veya artık daha az seçeneği bulunan insanlardan alınıp, bu yeniden dağıtımcı tasarıların kabul edilmesi suretiyle, her ne kadar kısmi de olsa, tasarruf yapanların fonları üzerinde söz sahibi olan tasarruf etmeyenlere yeniden dağıtılması.
Sosyalizasyon politikasının sosyo-ekonomik sonuçları bu formülasyonlarda esas itibariyle ima edilmiştir. Fakat bunlara daha detaylı bir bakış atmadan önce, bu sosyalizasyon tasarısının belirtildiği şekilde uygulanacağı gerçek dünyanın temel özelliklerinin gözden geçirilmesi ve aydınlatılması faydalı olacaktır. Değişen bir dünya ile alakadar olduğumuzun yeniden hatırlanması gerekir; buna ek olarak, insanın, dünya ile alakalı şeyleri öğrenebildiğini ve dolayısıyla daha sonraki bir zamanda ne bileceğini bugünden ille de bilemeyeceğini; pek çok malda kıtlık olduğunu ve buna bağlı olarak insanın, hepsini aynı anda ve/veya başka ihtiyaçlarının karşılanmasından fedakarlık etmeden karşılayamayacağı pek çok ihtiyacın baskısı altında olduğunu; bundan dolayı insanın seçim yapma mecburiyeti ve ihtiyaçlarını kendisinin acillik derecesine bağlı tercih ölçeğine göre sıralama zorunluluğu; ayrıca, daha kesin bir ifadeyle, ne kıt olarak algılanan kaynakların ilk tahsisatı süreci, ne eski üretim araçlarının bakımı veya yenilerinin üretimi süreci, ne de mukavele süreci insan için maliyetsiz değildir; tüm bu faaliyetler en azından, başka yerlerde, örneğin boş zaman faaliyetleri için, harcanabilecek, zamana mal olmaktadır; ve buna ek olarak unutulmamalıdır ki insan iş bölümü ile karakterize edilen bir dünya ile karşı karşıyadır, başka bir deyişle, kendi kendine yeten üreticilerden oluşan bir dünya değil, üretimin bağımsız tüketicilerden oluşan bir pazar için yapıldığı bir dünya söz konusudur.
Bu durumda, tüm bunları da göz önünde tutarak, üretim araçlarını sosyalize etmenin etkileri nelerdir? İlk olarak, günlük konuşma dilindeki manadaki “ekonomik” sonuçlar nelerdir? Birbiriyle çok yakından alakalı üç etki sözkonusudur.7 İlki – ve bu her tip sosyalizmde hemen oluşan genel etkidir – yatırım oranlarındaki ve sermaye oluşumu oranlarındaki nisbi düşüştür. “Sosyalizasyon” üretim araçları ile ilgili kullanıcı olmayan, üretici olmayan ve mukavele yapmayanları kayırıp benzer bir yaklaşımla, kullanıcıların, üreticilerin ve mukavele yapanların maliyetlerini artırdığı için daha az sayıdaki insan ikinci sırada bahsedilen rollere bürünecektir. Kıt olduğu fark edilen doğal kaynaklarda daha az ilk tahsisat yapılır, daha az mukaveleye imza atılır ve üretim faktörlerinin yeni üretimi ile eski üretim faktörlerinin bakımında bir azalma meydana gelir. Zira tüm bu faaliyetler bir maliyet gerektirir ve bunların yürütülmesindeki maliyetler artırılmıştır, ve bu arada nisbi olarak daha az maliyetli ve dolayısıyla tüm faillere daha açık ve müsait bir hale gelen boş zaman faaliyetleri gibi alternatif hareket tarzları mevcuttur.
Aynı şekilde, artık şahsi tasarrufların şahsi yatırımlara dönüştürmesine izin verilmediği için herkesin yatırım kapıları kapatılmıştır, veya bu kapıların açılması ekonominin sosyalize edildiği ölçü oranında sınırlandırıldığı için daha az tasarruf, daha çok tüketim, daha az çalışma daha çok boşa vakit geçirme vardır. Ne de olsa artık bir kapitalist olma şansınız kalmamıştır veya olabilme ihtimali kısıtlanmıştır ve dolayısıyla tasarruf etmek için ortadan bir sebep daha kalkmıştır! Bunun sonucunda takas edilebilir mal üretiminde bir azalma olacağı ve bu mallar bazında hayat standardında bir düşme meydana geleceğini söylemeye bile gerek yoktur. Ve düşen hayat standardı insanlara zorla kabul ettirildiği ve bu durum, aylaklık ile çalışmaları sonucunda elde edecekleri takas edilebilir mallar arasındaki nisbi değerlendirmeyi kasdi olarak değiştirebilen tüketicilerin doğal seçimleri olmadığı için, yani, bu istenmeyen bir fakirleşme olarak başlarına geldiğinden , bu kayıpları telafi etmek adına yeraltına inme, kaçak işlerde çalışma ve karaborsacılık yönünde bir temayül gelişmeye başlar.
İkinci olarak, üretim araçlarının sosyalizasyonu politikası, bu araçların müsrif bir şekilde kullanılmasına, yani, en iyi ihtimalle ikinci derece ihtiyaçların karşılanmasına, en kötü ihtimalle de hiçbir ihtiyacın karşılanmayıp sadece maliyetlerin artırılmasına sebep olur.8 Bunun nedeni değişimin mevcudiyeti ve kaçınılmaz oluşudur! Tüketici talebinde bir değişim, teknolojik bilgi seviyesinde bir değişim ve üretim sürecinin yer alacağı doğal çevrede bir değişim olabileceği – ki bütün bunlar gerçekten de sabit bir şekilde ve aralıksız olarak meydana gelmektedir – kabul edildiği anda, sosyal üretim yapısının tamamında sabit ve hiç bitmeyen bir yeniden düzenleme ve organizasyona ihtiyaç olduğu da kabul edilmek zorundadır. Eski yatırımların bazı üretim hatlarından çekilip, yenileriyle birlikte yeni üretim hatlarına aktarılması ve bu şekilde çeşitli üretken tesislerin, ekonominin çesitli dallarının ve hatta bazı sektörlerin daralması, diğerlerinin ise genişlemesi yönünde her daim bir ihtiyaç vardır. Şimdi, topluca sahip olunan üretim araçlarının özel ellere satışının ya tamamen yasak veya son derece zor olduğunu farz edelim – ki sosyalizasyon politikaları altında yapılan şey de tam olarak budur. O zaman, üretim yapısındaki bu reorganizasyon süreci – tamamen durmasa bile – en azından ciddi şekilde kösteklenmiş olur! Bunun sebebi temelde basit de olsa son derece önemlidir. Üretim araçları, ya hiç satılamadığı veya bunların satışı, satan kayyum ve alan şahıs veya her ikisi açısından çok zor bir hale getirildiğinden, üretim araçları için bir piyasa fiyatı yoktur veya bu fiyatların oluşması engellenmek suretiyle daha maliyetli bir hale gelmiş olur.
Fakat bu durumda, sosyalize edilmiş üretim araçlarının kayyum-üreticisi, kaynakların kullanımında veya üretim yapısında yapılacak bir değişiklikte söz konusu olacak gerçek parasal maliyeti artık doğru bir şekilde saptayamaz. Ne de bu maliyetleri satışlardan beklenen parasal gelir ile karşılaştırma imkanı olur. Mevcut bazı üretim araçlarında alternatif bir kullanım yolu gören diğer gerçek şahıslardan gelen teklifleri kabul etmesine izin verilmeyen veya bu teklifleri kabul etmesi sınırlandırılan kayyum neleri kaçırdığını, vazgeçilen fırsatların neler olduğunu bilemez ve kaynakları elde tutmanın parasal maliyetini doğru bir şekilde takdir edemez. Şu anki kullanılış biçimi ile bunların kullanım şeklinin değiştirilmesi arasında çıkacak sonucun parasal getiri bakımından buna değip değmeyeceğini veya meydana gelen maliyetlerin aslında getirilerden daha yüksek olup olmadığını ve bunun tüketici malları üretiminin değerinde mutlak bir düşüşe sebep olup olmadığını keşfedemez. Ne de şu anki tüketici talebine yönelik üretim şeklinin en acil tüketici ihtiyaçlarının karşılanmasındaki en verimli yol (diğer makul alternatif yollar ile karşılaştırıldığında) olup olmadığını veya daha acil ihtiyaçların karşılanmaması pahasına daha az aciliyetteki ihtiyaçları karşılayıp karşılamadığını ve bu sayede en azından üretilen malların değerinde nisbi bir düşüşe sebebiyet verip vermediğini saptayamaz.
Ekonomik hesaplama yöntemlerine sınırlamasız bir şekilde başvurabilme imkanı olmadan bunları tam olarak bilebilmenin bir yolu yoktur. Tabi ki kişi bu işe girişip elinden gelenin en iyisini yapmaya çalışabilir. Bazen bunda başarılı bile olabilir, her ne kadar bunun gerçekten de başarı olduğunu garanti edecek bir yol olmasa da. Fakat her halükarda, kişinin hizmet edeceği tüketici piyasası ne kadar büyük olursa, değişik tüketici gruplarının tercihleri, tarihi zamanların ve coğrafi mekanların özel şartları ile ilgili bilgiler ne kadar artarsa ve teknolojik imkanlar farklı bireyler arasında ne kadar çok dağılırsa, o kişinin hata yapma ihtimali de o kadar artar. Bunun ardından da, üretim araçlarındaki yanlış tahsisat ile birlikte aynı madalyonun iki yüzü şeklinde israf ve darlık gelmek zorundadır. Özel girişimcilerin kayyum elindeki üretim araçlarını teklif yoluyla almasını engellemek ve tabi ki bundan daha da kötüsü tamamen yasaklamak suretiyle sosyalize edilen bir üretim sistemi, idrak edilen en kapsamlı şekilde ele alınacak gelişim fırsatlarına da engel olur. Yine bunun da fakirleşmeye katkıda bulunacağını söylemeye bile gerek yoktur9.
Üçüncü olarak da, üretim araçlarının sosyalizasyonu nisbi bir fakirleşmeye, yani, üretim faktörlerinin aşırı kullanımına öncülük etmek suretiyle genel hayat standardının düşmesine sebep olur. Bunun nedeni, yine, şahsi sahibin konumu ile karşılaştırıldığındaki kayyumun özel konumunun altında yatmaktadır. Üretim faktörlerini satma ve bundan elde edilecek parasal tahsilatı şahsi olarak elde tutma hakkı bulunan özel sahip, bundan dolayı, kullanılan sermayenin değerinde meydana gelecek bir düşüş pahasına oluşacak üretim artışından kaçınmaya çalışır. Amacı, üretilen ürünlerin değeri ile bunların üretiminde kullanılan kaynakların değerini toplamda maksimize etmektir, çünkü her ikisinin de sahibi kendisidir. Dolayısıyla, üretilen marjinal ürünün değeri, onu üretmek için kullanılan sermayenin amortismanından daha düşük olduğu anda üretimi durdurur. Buna bağlı olarak, örneğin, eğer üretilen ürünlerin fiyatlarında gelecekte bir yükselme bekliyorsa, üretimle alakalı amortisman maliyetlerini azaltıp, artan oranda korumacılığa yönelir, veya fiyatlarda düşüş bekliyorsa bunun tersini yapar.
Bu bakımdan, kayyumun konumu, yani, karşı karşıya kaldığı teşvik unsurları oldukça farklıdır. Üretim araçlarını satamayacağı için, üretim yapmama, ve bu sayede sermaye değerindeki aşırı düşüş pahasına, kullanılan sermayeden faydalanmama insiyakı tamamen kaybolmasa da, en azından oldukça azalır. Hakikaten de sosyalleştirilmiş bir ekonomi içerisindeki kayyum, ürünlerin satışından elde edeceği hasılatı şahsına tahsis edemeyip, bütünüyle kayyumlar topluluğuna ve onların takdirinde kullanılmak üzere, devretmek zorunda olduğu için, herhangi bir şekilde üretip bu ürünleri satma yönündeki insiyakı da oldukça zayıflatılmıştır. İşte tam da bu gerçek, sermaye oluşumundaki düşük oranı açıklar. Fakat kayyum bir şekilde çalışıp ürettiği sürece, bir gelir elde etme yönündeki menfaati, her ne kadar bunu özel sermaye oluşturmak amacıyla kullanamayıp, sadece özel tüketim ve/veya üretken şekilde kullanılamayan servet olarak kullanabilse bile, açık bir şekilde mevcuttur. Kayyumun üretim araçlarını satma konusundaki acizliği, sermaye değerinin azalması pahasına, kendi özel gelirini artırma yönündeki insiyakın artmasını ima eder.
Dolayısıyla, gelirinin üretilen ürünlerin miktarına bağlı olduğunu gördüğü ölçüde (kayyumlar topluluğunun kendisine ödediği maaş buna bağlı olabilir!), sermayenin azalması pahasına üretimi artırma yönündeki insiyakı çoğalmış olacaktır. Buna ek olarak, fiili kayyum, bakıcılar topluluğu ile özdeş olmadığı sürece hiçbir zaman tamamen ve sürekli olarak denetlenemeyeceği ve dolayısıyla üretim araçlarını özel amaçları için kullanarak gelir edinebileceği için (mesela özel olarak kullanılan, pazarlanmayan yada karaborsada pazarlanan malların üretimi), gelirini bu türdeki özel üretime bağlı gördüğü ölçüde, sermaye değeri pahasına bu tür üretimi artırmaya cesaretlendirilmiş olur. Her durumda sermaye tüketimi ve var olan sermayenin aşırı kullanımı meydana gelir; ve sermaye tüketimi bir kez daha nisbi fakirleşmeyi ima eder, zira gelecekteki takas mallarının üretimi, bunun neticesinde azalmış olur.
Üretim araçlarını sosyalize etmenin üç yönlü ekonomik sonucunun ele alındığı – ve her biri yaşam standardının düşmesine sebebiyet veren, azalan yatırım, kaynakların yanlış tahsis edilmesi ve kapasitenin aşırı kullanımı – bu analizde de ima edilmekle birlikte, Rus tipi toplumları tam olarak anlayabilmek için yukardaki analizin, üretken bir faktör olan işgücü faktörüne de uygulanabileceğini özellikle belirtmek, ilginç, ve hatta önemli olacaktır. İşgücü bakımından da sosyalizm, yine azalan yatırımı, kaynakların yanlış tahsis edilmesini ve kapasitenin aşırı kullanımını ima eder. Birincisi, işgücü faktörünün sahipleri serbest çalışan olamayacakları veya bunu yapabilme fırsatları sınırlandırıldığı için, insan sermayesine yapılan yatırım toplamda azalır.
İkincisi, işgücü faktörünün sahipleri, işçilik hizmetlerini en yüksek teklifi verene satamayacakları için (zira, ekonominin sosyalize olduğu ölçüde, belirli tamamlayıcı üretim faktörleri üzerinde, işçilik için ödenmesi gereken para da buna dahil olmak üzere, bağımsız kontrole sahip bireysel teklif sahipleri ile fırsat ve riskleri kendi hesabına, bağımsız bir şekilde alan kişilerin var olmasına artık izin verilmez!), eldeki işgücü faktörünün kullanımından veya bunların tamamlayıcı faktörler ile birleştirilmesinden doğan parasal maliyet artık tespit edilemez ve bunun neticesinde de emeğin her türlü yanlış tahsisi meydana gelir. Ve üçüncüsü, sosyalize bir ekonomide işgücü faktörünün sahipleri, emeklerinden elde edecekleri kazancın en iyi ihtimalle sadece bir bölümüne sahip olabilip geriye kalanı kayyumlar topluluğuna ait olduğundan, kayyumlar açısından, kendi özel kazançlarını işçilerde mevcut olan sermaye değerindeki kayıplar pahasına katlamak yönündeki insiyak artar, ki bu da emeğin aşırı kullanımı sonucunu getirir.10
Son ama en az diğerleri kadar da önemli olarak, üretim faktörlerinin sosyalizasyonu politikası toplumun karakter yapısını değiştirir, ki bunun öneminin üzerinde ne kadar dursak azdır. Tekrar tekrar bahsedildiği üzere, doğal mülkiyet teorisine dayalı kapitalizm yerine Rus tipi sosyalizmin benimsenmesi, üretim araçlarının mülkiyet hakları ile ve bu araçların kullanımından edinilecek gelirle ilgili olarak, kullanıcı olmayan, üretici olmayan veya mukaveleci olmayanlara nisbi avantaj sağlandığını ima eder. Eğer insanlarda, gelirlerini sabitleştirme ve hatta mümkünse artırma yönünde bir menfaat mevcutsa ve kullanıcı-üretici veya mukaveleci rollerden, kullanıcı olmayan, üretici olmayan veya mukaveleci olmayan rollere kolaylıkla geçiş yapabilirlerse – ki bunlar, geçerliliklerinin reddedilmesi neredeyse imkansız varsayımlardır – o zaman sosyalizmin etki ettiği insiyak yapısındaki değişime tepki olarak, insanlar artan bir biçimde üretken olmayan ve mukaveleci olmayan faaliyetlerle meşgul olacak, ve zaman geçtikçe de kişilikleri değişecektir.
Daha önce var olan, kıtlık durumlarının algılanması ve bu durumlara karşı tedarikli olunması, üretken fırsatların ele alınması, teknolojik olanaklardan haberdar olunması, talepteki değişimlerin tahmin edilmesi, pazarlama stratejilerinin geliştirilmesi ve karşılıklı olarak avantajlı mübadele fırsatlarının fark edilmesi yeteneği, kısacası: önayak olma, çalışma ve başka insanların ihtiyaçlarını karşılama yeteneği, eğer tamamen yok olmadıysa bile azalacaktır. İnsanlar, farklı yeteneklere sahip, farklı şahsiyetler haline dönüşmüş olacaklar, ve politika aniden değişip kapitalizm tekrar yürürlüğe konması durumunda, isteseler dahi hemen eski kişiliklerine geri dönüp üretken ruhlarını canlandıramazlar. Bunun nasıl yapıldığını tamamen unutmuş olacaklar ve ağır ağır, aynen en başta üretken kabiliyetlerinin bastırılması esnasında ödedikleri bedel gibi, ruhsal olarak yüksek bir maliyete katlanarak, bunları yeniden öğrenmeleri gerekecektir.
Fakat bu, sosyalizasyon politikasının, sosyal sonuçları hususundaki resminin sadece bir yarısıdır. Bu resim, kapitalizm ve sosyalizmin aşikar farkları ile alakalı yukardaki bulguların yeniden hatırlanması ile tamamlanabilir. Bu, sosyalleştirmenin sebep olacağı kişilik değişimlerinin diğer yüzünü açığa çıkararak, az önce bahsedilen üretken kapasitedeki kaybı tamamlayacaktır. Sosyalizmin de, çeşitli üretim araçlarını kimin kontrol ve koordine edeceği problemini çözmesi gerektiği gerçeğinin tekrar hatırlanması gerekir. Kapitalizmin bu probleme sunduğu çözümünün tersine, sosyalizmde, üretim yapısındaki farklı mevkilerin farklı insanlara atanması politik bir meseledir, yani bu, önceki kullanıcı-sahiplik ile mukavele ve mutabakata dayalı bir mübadelenin mevcudiyetine bakılmaksızın, daha ziyade bir insanın iradesinin (karşı gelen) başka bir insanın iradesi üzerine konulması ile başarılan bir meseledir.
Bir kişinin üretim yapısındaki konumunun, onun gelirine, ister emtia bazında, ister ruhsal getiri bazında, isterse de statü v.s. bazında olsun, doğrudan etki ettiği açıktır. Dolayısıyla insanlar, gelirlerini artırmak ve kayyum hiyerarşisinde daha çok değer verilen mevkilere yükselmek istedikçe, artan ölçüde politik yeteneklerini kullanmak zorundadırlar. Gelir alıcıları hiyerarşisinde yükselmek için, daha verimli bir üretici veya yüklenici olmak, anlamsız veya en azından önemi azalmış bir hale gelir. Onun yerine, politikacıya mahsus yeteneklere sahip olmak gitgide daha önem kazanır, yani, kandırma, demagoji ve entrika yoluyla, vaatler, rüşvetler ve tehditler vasıtasıyla, kendi mevkisi için kamuoyu oluşturmayı başaran bir kişi. Daha yüksek gelir arzusunun şiddetine bağlı olarak, insanlar, üretken yeteneklerini geliştirmek için daha az zaman harcayıp, politik kabiliyetlerini geliştirmeye daha çok zaman ayırırlar. Ve farklı insanların, farklı derecede politik ve üretken yetenekleri olduğu için, şimdi farklı insanlar zirveye yükselir, ve bu şekilde kayyumların hiyerarşik düzeninin her yerinde politikacı sayısının arttığı gözlemlenir. En zirveye kadar olan her mevkide, yapmaları gereken iş için kifayetsiz olan insanlar mevcuttur. Üstün politik yeteneklere sahip olduğu sürece, bir kayyumun, aptal, tembel, verimsiz ve şefkatsiz oluşu kariyeri açısından bir engel teşkil etmez, ve böylece üretim araçları, her yerde, bu tipteki insanların gözetiminde bulunur.11
Rusya ve diğer Doğu Bloku ülkeleri gibi üretim araçlarının sosyalizasyonu politikasının hatırı sayılır derecede uygulandığı yerlere bir bakış atılması, yukardaki sonuçların doğruluğunu göstermeye yardımcı olabilir. Bu ülkelerle ilgili yüzeysel bir tanışıklık bile ilk ve ana sonucun geçerliliğinin görülmesinde yeterli olacaktır. Doğu Bloku ülkelerindeki genel yaşam standartları, hiç kuşkusuz, her ne kadar ülkeden ülkeye farklılık da gösterse (ki bu da, sosyalizasyon tasarısının geçmişte ve günümüzde pratikte uygulamaya konuşundaki katılık derecesi ile açıklanabilecek bir farktır), açık bir şekilde batının sözde kapitalist ülkelerinden çok daha düşüktür. (Bu durum, sonraki bölümlerde açıklanacağı üzere, yine ülkeden ülkeye değişiklik göstermekle birlikte, batı ülkeleri dahilinde uygulanan sosyalizasyon derecesinin oldukça ileri düzeyde olmasına ve konunun haddinden fazla küçümsenmesine rağmen doğrudur). Teorinin, sosyalizasyon politikasının oluşturacağı fakirlik etkisinin şiddeti hakkında, fark edilir olacağının dışında, kesin bir tahmin yapamayacak olmasına rağmen, neredeyse tam sosyalizasyon tasarısının I. Dünya Savaşı’nın hemen sonrası Rusya’sında ilk olarak uygulamaya konulduğun zaman, bu tecrübenin abartmasız milyonlarca insanın hayatına mal olduğunu ve sadece birkaç yıl sonra, 1921’de , bu feci sonuçları tahammül edilebilir seviyelere çekecek ve özel sahipliğin bazı unsurlarını yeniden yürürlüğe koyacak, Yeni Ekonomik Politika (YEP) denilen belirgin bir politika değişikliğini gerektirdiğinden bahsetmek kesinlikle değerdir.12
Doğrusu, tekrar tekrar yapılan politika değişiklikleri Rusya’nın benzer tecrübelerden bir kereden fazla geçmesini sağlamıştır. Bu kadar ağır olmamakla birlikte, sosyalizasyon politikasından doğan benzer sonuçlar, II. Dünya Savaşı’ndan sonra, tüm Doğu Avrupa ülkelerinde de yaşanmıştır. Buralarda da, ekonominin tamamen çökmesini engellemek amacıyla, küçük tarımcılık, zanaatkarlık ve küçük işletmecilik alanlarında sınırlı özelleşmelere izin verilmek zorunda kalınmıştır.13 Bununla birlikte, sosyalist propagandanın aksine, ekonomik performansı geliştiren şeyin sosyal sahiplik değil özel sahiplik olduğunun da bu arada ispat edildiği bu tür reformlara rağmen, ve aynen teori vasıtasıyla da bekleneceği üzere, kaçak işçilik, kanunsuz üretim faaliyetleri, karaborsa ve takas ticaretinin bütün bu ülkelerin her yerinde rastlanan olgular olup bu yeraltı ekonomisinin durgunluğu biraz azalttığı ve işlerin gelişmesine yardımcı olduğunun bilinmesine rağmen, Doğu Bloku ülkelerindeki hayat standardı acınacak derecede düşüktür. Her türdeki temel tüketici malları ya tamamen eksik ya aşırı yetersiz ya da son derece düşük kalitededir.
Batı ve Doğu Almanya vakası özellikle öğreticidir. Burada tarih bize, kontrollü bir sosyal deneye, belki de olması ümit edilene mümkün olabildiğince yakın bir örnek sunmuştur. Hemen hemen aynı tarihe, kültüre, karakter yapısına ve çalışma etiğine sahip oldukça homojen bir nüfus, Hitler Almanyası’nın II. Dünya Savaşı’nda yenilmesiyle birlikte, bölünmüştür. Batı Almanya’da, kamuoyu baskısından ziyade şanslı koşullara bağlı olarak, oldukça serbest bir piyasa ekonomisi benimsenmiş, her şeyin fiyatının kontrol edildiği daha önceki sistem bir kalemde iptal edilmiş, nerdeyse tam bir hareket, ticaret ve çalışma hürriyeti yürürlüğe konmuştur. Öte yandan, Sovyet Rusya hakimiyeti altındaki Doğu Almanya’da ise, üretim araçlarının sosyalizasyonu, yani, daha önceki özel sahiplerinden alıp kamulaştırma uygulaması gerçekleştirilmiştir. Böylelikle, aynı toplum üzerine iki farklı kurumsal çerçeve ve iki farklı insiyak yapısı uygulanmıştır. Neticeler arasındaki fark oldukça etkileyicidir. Her iki ülke de kendi blokları içerisinde daha iyi durumda olmakla birlikte, Batı Almanya diğer büyük Batı Avrupa milletleri arasında en yüksek hayat standardına sahip olup Doğu Almanya Doğu Bloku içerisindeki en iyi durumdaki ülke olmakla övünmekteyse de, Batı’daki hayat standardı o kadar yükselmiş, ve bu durum zaman içerisinde o kadar artmıştır ki, hükümetlerin ve özel vatandaşların Batı’dan Doğu’ya yaptığı büyük miktarlardaki para aktarımlarına ve Batı’da artan sosyalist politikalara rağmen, Batı’dan Doğu’ya geçen bir ziyaretçi, açık bir şekilde, neredeyse tamamen farklı ve fakirleşmiş bir dünyaya girmenin şaşkınlığını yaşar. Aslına bakılırsa, Doğu Avrupa’daki bütün ülkeler, artırılmış fırsatlarıyla birlikte daha zengin kapitalist Batı’ya geçmek isteyen insanların göç problemiyle uğraşırken, ve peyderpey daha sıkı sınır kontrolleri tesis edip, böylece, bu kaçışı engellemek amacıyla, bu ülkeleri bir çeşit dev tutsak kamplarına dönüştürürken, bu durum en çarpıcı olarak Almanya’da yaşanmıştır. Göçmenler için genelde en zorlu doğal engel durumundaki lisan farklılığının yokluğunda, iki Almanya arasındaki yaşam standardı farkı o kadar büyümüş ve Doğu’dan Batı’ ya doğru göç oranı o boyutlara ulaşmıştır ki, sosyalist Doğu Alman rejimi 1961 yılında, çaresizlik içinde atılan son bir adımla, Batı ile olan tüm sınırlarını tamamen kapatmak zorunda kalmıştır. Nüfusu içeride tutabilmek amacıyla, duvarlar, dikenli teller, elektrikli çitler, mayın tarlaları, otomatik ateş eden cihazlar ve gözetim kuleleri v.s. den oluşan, yaklaşık 900 mil uzunluğunda, dünya da benzeri görülmemiş bir sistem kurmak zorunda kalmış ve bunları sadece ve sadece Rus tipi sosyalizmin sonuçlarından kaçmak isteyen, kendi insanlarını engellemek amacıyla yapmışlardır.
İki Almanya’nın durumu, esas noktayı misallerle açıklamanın yanında, deneye benzer karakterinden dolayı, teorik olarak türetilen diğer sonuçların da doğruluğunu aydınlatmada son derece yardımcı olur. Mukayese edilebilir sosyal mevkilere bakıldığında, Batı Almanya’nın neredeyse hiçbir yerinde, Doğu Almanya’daki meslektaşları kadar az, yavaş ve ihmalkar çalışan (doğudaki çalışma saatleri, daha fazla olmakla birlikte, tabi ki düzenlenmiştir!) insanlar bulamazsınız. Şurası kesindir ki, bunun sebebi zihniyet veya çalışma etiğindeki sözde farklılıklar değil, zira bunlar tarihsel olarak hemen hemen aynıdır, daha ziyade özel yatırım kanallarının tamamını yada çoğunu fiilen kapatan bir politika tasarısına bağlı olarak önemli ölçüde azalan çalışma şevkidir. Doğu Almanya’da verimli çalışma ortamına büyük ihtimalle yeraltı ekonomisinde rastlanır. Ve bu şevk kırıcı unsurlara, ve özellikle de “resmi” olarak kontrol edilen ekonomiye tepki olarak, Doğu Almanlar’da ayrıca, toplumsal hayattan çekilip, özelin, ailenin, akrabaların, şahsi arkadaş ve bağlantıların önemine, Batı’da görülenin çok çok üstünde, ağırlık verme yönünde bir eğilim vardır.
Tam da teorinin öncülüğünde bekleneceği üzere, yanlış tahsisatlara dair bol bol deliller vardır. Tamamlayıcı faktörlerin eksikliği yüzünden kullanılmayıp (en azından sürekli olarak), tümüyle atıl şekilde duran üretim faktörleri hadisesine, elbette ki Batı’da da rastlanmakla birlikte, bu husus Doğu’da (ve yine Alman örneğinde olduğu gibi, bu, kesinlikle örgütlenme kabiliyetindeki farklılıktan kaynaklanmaz) hayatın değişmez bir unsuru olarak her yerde gözlemlenir. Batı’da, tüketici malları üretiminde genel bir iyileşmeye neden olacak çeşitli üretim araçlarında bir değişiklik gerektiğine işaret etmek normalde çok zor olup, bu husus özel girişimcilik yetenekleri gerektirirken, Doğu Bloku ülkelerinde ise bunu yapmak oldukça kolaydır. Doğu Almanya’da çalışan hemen herkes, üretim araçlarının halihazırdaki kullanım şeklinin açık bir şekilde israfa yol açtığını, ve böylece daha fazla talep edilen mallarda yokluğa neden olduğundan haberdar olup, bunların daha acil kullanım alanlarına yönlendirecek pek çok yol bilmektedir. Ancak bunlara kumanda edemeyip tam tersine, herhangi bir değişiklik başlatmak için usandırıcı politik prosedürlerden geçmek gerektiğinden, hakikatten fazla bir şey yapılamaz.
Tecrübe, madalyonun diğer yüzü ile ilgili şu söylenenleri de doğrulamaktadır: kamuya ait üretim araçlarının aşırı kullanımı. Batı Almanya’da da bu tür kamu malları mevcuttur, ve bekleneceği üzere, bunlar da oldukça kötü bir durumdadır. Fakat, tüm üretim faktörlerinin kamuya ait olduğu, Doğu Almanya’da, ve aynı şekilde ya da aslında çok daha kötü olarak, Sovyet egemenliğindeki diğer ülkelerde, yeterince bakılmamış, çürüyen, tamir edilmemiş, paslı ve açıkça tahrip edilmiş üretim faktörleri, makinalar ve binalar oldukça yaygındır. Dahası, Doğu’daki genel ekonomik durum Batı’ya oranla çok daha az gelişmiş olmasına rağmen, ekolojik kriz – ve bütün bunlar, Almanya vakasında yeterince açık bir şekilde kanıtlandığı üzere, insanların ilgili ve dikkatli olma hususundaki “doğal” eğilimleri arasındaki farklardan kaynaklanmamaktadır – çok daha dramatik bir durumdadır.
Son olarak da, teorik bakımdan tahmin edilen sosyal ve kişilik yapısındaki değişimlerle alakalı olarak, üstlerle ilgili şikayetler, tabi ki, her yerde sıklıkla rastlanan bir hadisedir. Fakat, kayyum hiyerarşisi içerisindeki mevkilerin atanması tamamiyle politik bir mesele olan, daha doğrusu, olmak zorunda olan, Rus tipi sosyalizmin hüküm sürdüğü ülkelerde, düpedüz beceriksiz, vasıfız ve gülünç üstler hakkındaki şikayetler, daha sesli bir şekilde dile getirilemese de, daha sık, daha ağır ve en sağlam temelli şekilde yapılır ve bunun sonucunda nezih insanlar, çoğunlukla, umutsuzluk ve olumsuzluğa sürüklenir. İşgücünün bir üyesi olacak yaştaki birkaç kişi, bazen kaçak statüsünde ama daha çok kendilerine bir tür fidye ödendiği için halen Doğu Almanya’dan Batı Almanya’ya geçtiği için, sosyalize bir ekonominin uzun vadede insanların üretken kapasitelerini azalttığı yönündeki sonucu gösteren, yeterli malzeme halen mevcuttur. Batı’ya giden insanlar arasından azımsanamayacak sayıdaki bir kısmı, Doğu’da oldukça normal bir üretken hayat sürdürürken, aralarında bir lisan ve kültür engeli de olmamasına rağmen, üretken ve rekabetçi kabiliyetteki ve tabiattaki insanlara olan talebin arttığı Batı toplumlarına uyum sağlama konusunda aciz oldukları veya çok büyük zorluklar çektikleri ortadadır.
Yazar - Hans-Hermann Hoppe
Çeviri: Kuzey Yılmaz
Bu yazı A Theory of Socialism and Capitalism adlı kitabın Part: 3 Socialism Russian Style çevirisidir.
Comments