top of page

Müdahale

Per L. Bylund - 17.08.2022

Per Bylund, Primer Kitabı, Kısım 3 Kapağı

Sekizinci Bölüm: Parasal Müdahale

Ani Yükseliş ve Çöküş Döngüsü [Boom-Bust]

Ekonominin sürekli akışı rastgele bir değişim değil, değer yaratma peşindeki üretim aygıtında yapılan ayarlamalardır. Değer hareketli bir hedeftir çünkü tüketiciler zaman içinde değişim, inovasyonlar ve yeni fırsatlar ister. Sürekli ayarlamalar, piyasanın en iyi şekilde bir süreç olarak anlaşılması anlamına gelir.


Bu konuda iki temel eğilim vardır. Birincisi, çabaları, beklenen tüketici değeriyle uyumlu tutmak amacıyla mevcut üretimde yapılan ayarlamalardır. Bunlar olmadan, üretim tüketicilerin istedikleriyle daha çok uyumsuz hâle gelecektir. Sonuç olarak yaşam standartlarının düştüğünü görmüş oluruz.


İkincisi, girişimciler tüketiciler için yeni değer yaratacağını düşündükleri inovasyonları denerler. Bunlar başarılı olduğunda, hâlihazırda var olan üretimi altüst eder ve değiştirirler. Üretimde bu şekilde devrim yapıldığında ekonomi büyür ve yaşam standartlarımız yükselir.


Tüm bu süreç, ekonomideki eylemcilere, değişikliklere rasyonel bir şekilde yanıt vermeleri için ihtiyaç duydukları bilgiyi sağlayan sürekli işler vaziyette bir fiyat sistemine bağlıdır (bu mekanizmanın nasıl işlediğini yedinci bölümde görmüştük). Ancak fiyatlar manipüle edilir ve yanlış bilgi verirse, girişimciler bu hatalı bilgilere dayanarak karar vereceklerdir. Bu, girişimcilerin teşebbüslerinde başarısız olma ihtimalinin daha yüksek olduğu anlamına gelir, ancak aynı zamanda girişimcilerin eylemlerinin üretim aygıtına hatalar getirdiği anlamına da gelir. Sonuç olarak ekonomi çarpık bir hâl alır.


Boom-bust döngüsü olarak da adlandırılan ani yükseliş ve çöküş döngüsü, manipüle edilmiş fiyat göstergelerinin yanlış yatırımlara yol açtığı, yapay ve sürdürülemez bir ani yükselişin ardından üretimdeki hataların ortaya çıkmasıyla bir çöküşün yaşandığı belirli bir çarpıklık türüdür.


Getiri Oranı ve Sermaye Yatırımları

Herhangi bir yatırım için, beklenen getiriyi bir miktardan ziyade bir oran olarak düşünmek önemlidir. Neden mi? Çünkü yatırımın ne kadar iyi olduğunu belirleyen göreceli sonuçtur. Milyar dolarlık bir yatırımdan elde edilen 1 milyon dolarlık kâr çok fazla değildir. Ancak orijinal yatırım 100.000 dolar ise 1 milyon dolar muazzam bir getiridir. Dolar üzerinden kâr yine dolardır, ancak sonra gelen miktar öncekinin on bin katıdır.¹


Kârı getiri oranları açısından düşünmek, farklı projeleri kıyaslamayı kolaylaştırır. Bu, bir girişimcinin -ve girişimcinin işine yatırım yapanların- her yönden farklı olan alternatifleri kıyaslayabileceği anlamına gelir. Örneğin, yeni bir havayolu şirketi uçakları satın almak, mürettebatı işe almak ve havaalanlarına erişim sağlamak için büyük bir sermaye yatırımı gerektirirken, yeni bir çim bakım hizmetleri çok daha küçük bir başlangıç yatırımı gerektirir. Ancak, daha büyük yatırımın yine de çok daha yüksek bir getiri oranı sağlaması bekleniyor olabilir, bu da çok daha fazla sermaye gerektirmesine rağmen daha mantıklı bir yatırım olduğu anlamına gelir.


Daha önce de tartıştığımız gibi, piyasa kârları tüketici değeri ile ilişkilidir. Bir yatırım, tüketiciler nezdinde daha değerli olduğu için daha yüksek bir getiri sağlar. Bu, yapılan yatırımların mümkün olduğunca yüksek getiri sağlaması hâlinde hepimizin daha iyi durumda olacağı anlamına gelir.


Daha yüksek bir getiri oranı aynı zamanda bir girişimcinin daha kolay yatırım sermayesi kredisi alabileceği anlamına gelir. Sonuç olarak, (bir havayolu şirketi gibi) çok yoğun sermaye gerektiren projeler başlangıçta çok pahalı olsalar bile gerekli finansmanı elde edebilirler. Girişimci de sermaye maliyetinin buna değip değmeyeceğini kolayca hesaplayabilir. Örneğin, bir projenin getirisi %7 olacaksa ve bankadan %5 faizle kredi alınabiliyorsa, beklenen net kazanç %2’dir. Bu, girişimcinin bu net %2’lik kazancı, örneğin (çim bakım hizmetleri gibi) çok daha az sermaye gerektiren bir yatırımdan elde edeceği kazançla da -üstelik bu durumda dış finansmana ihtiyaç duymayacak olsa bile- kıyaslayabileceği anlamına gelir. Eğer çim bakım hizmetlerinin net %4 getiri sağlaması bekleniyorsa, girişimci, bir havayolu şirketi kurmayı tercih etmeyecektir. Bu şirketin getiri oranı, çim bakım hizmetlerinden elde edebileceğinin sadece yarısı kadardır (yani %4 yerine %2’dir).


Ama faiz oranının sadece %1 olduğunu düşünün. Şimdi havayolu şirketinin getirisi, başka hiçbir şey değişmemiş olsa bile, çim bakım hizmetlerinin getirisinden %50 daha yüksek olacaktır.² Bu durumda, girişimcilerin çim bakım hizmetleri yerine havayolu şirketi kurmalarını bekleriz çünkü yatırım için kredi almalarına rağmen daha fazla para kazanacakları iş alanı budur. Bir havayolu şirketi kurmak için daha fazla üretken sermaye gerekir, ancak düşük faiz oranında bu bir sorun teşkil etmez.


Getiri oranları arasındaki fark yeterince yüksekse, girişimcilerin çim bakım hizmetleri şirketini sattıklarını ya da faaliyetlerini durdurduklarını, bunun yerine havayolu şirketi ve diğer daha fazla sermaye-yoğun [sermayeyi daha çok gerektiren] işletmeler kurduklarını da görebiliriz. Havayolu endüstrisi tüketicilere daha fazla beklenen değer sağladığı için (ki bunun yansıması daha yüksek getiri oranıdır) bu, yatırımın daha tasarruflu bir şekilde yer değiştirmesine neden olacaktır. Mevcut sermaye, tüketicilerin hizmetinde en verimli şekilde kullanılabileceği yere yatırılacaktır.


Daha yüksek bir getiri oranı sadece daha düşük maliyetlerden kaynaklanmaz. Aynı zamanda daha yüksek değer yaratımının bir sonucu da olabilir. Daha düşük maliyetler ve daha yüksek değer yaratımı hem oranı artırabilir hem de tam tersi olabilir. Yatırım kararları alınırken önemli olan, ihtiyaç duyulan yatırıma kıyasla beklenen kârlılık oranıdır.


Ancak, projelerin beklenen net getiri oranları aynı olsa bile, ekonomik durumları aynı olmayabilir. Bu, piyasanın çıtayı düşürerek ekonomideki eylemcileri nasıl güçlendirdiğinin bir başka örneğidir: Bir girişimcinin yatırım yapmak için getiri oranının neden yüksek olduğunu bilmesine gerek yoktur. Ancak ekonomiyi anlamaya çalıştığımızda bu bir fark yaratır. Örneğin, faiz oranı %5 olduğunda, hava taşımacılığı gibi yüksek düzeyde sermaye-yoğun yatırımlardan beklenen %11’lik getiri, bu yatırımların net getirisini çim bakım hizmetlerinden elde edilen %4’lük getiriden %50 daha yüksek yapar.


Ancak ekonomi farklıdır. %11 getiri ve %5 faiz oranı durumunda, yüksek getiri oranı yüksek beklenen değer yaratımından kaynaklanmaktadır. Yüksek faiz oranı sermayenin kıt olduğunu gösterir, bu yüzden bankalar yüksek faiz oranı uygulayabilir. Yatırımları ve dolayısıyla sermayeyi çekmek için havayolu şirketinin daha fazla değer yaratması beklenir. Bunu yukarıda gördük: Havayolu şirketinin getiri oranı sadece %7 iken, çim bakım hizmetleri daha yüksek bir net getiri oranı elde etti. Havayolu şirketinin getiri oranı %11’e yükseldiğinde ise çim bakım hizmetleri havayolu şirketine kıyasla daha düşük bir net getiri oranı elde etti. Bunun üzerine yatırımcılar paralarını çim bakım hizmetlerinden ve diğer yatırımlardan çekip daha yüksek kâr elde etmek için havayolu şirketlerine yatırmaya teşvik edildi. Bu faaliyet, hâlihazırda kullanımda olan sermayeyi daha iyi (daha fazla değer yaratan) kullanımlara doğru kaydırır: Aynı kaynaklar kullanılarak daha fazla değer üretildiği için tüketiciler kazançlı çıkar.


%7 getiri ve %1 faiz oranı durumunda, yatırımlar için daha fazla sermaye mevcut olduğu için faiz oranı daha düşüktür. Daha fazla sermaye mevcuttur çünkü insanlar daha az tüketmeyi ve bunun yerine gelecek için daha fazla tasarruf etmeyi seçmişlerdir. Dolayısıyla tüketim malları üretimi de düşer. Bu nedenle ekonomi, hâlihazırda devam edenlere ek olarak daha fazla yatırımı destekleyebilir. Tüketiciler, (gelecekte mevcut olacak) malların üretimine daha fazla sermaye yatırıldığı için kazançlı çıkar. Düşük faiz oranı, kullanılmayan sermayenin kullanılmasına izin verir, ancak bu diğer üretim alanlarına kaymayı engellemez. İlave yatırımlar ekonominin toplam çıktısını artırır.


Getiri oranı basitçe bir yatırımın katma değerinin bir göstergesidir. Bu oranın (düşük faiz oranları şeklinde) maliyetteki ya da (daha yüksek beklenen bilet satışları şeklinde) değerdeki dalgalanmalara bağlı olarak değişip değişmediği önemli değildir. Girişimci için önemli olan, ekonomiye eklenen göreceli değere yaklaşan beklenen getiri oranıdır. Daha yüksek değerli üretim ve daha düşük üretim maliyetlerinin her ikisi de tüketicilere fayda sağlar.


Yapay Ani Yükselişin Nedeni ve Doğası

Faiz oranının önceki bölümde olduğu gibi %5’ten %1’e düştüğünü ancak yatırım yapmak için daha fazla sermaye bulunmadığını düşünün. Bu nasıl olabilir? Eğer bankalar piyasaya yeni para sürüp bunu kredi olarak verirlerse, o zaman uyguladıkları faiz oranları rekabetçi bir şekilde aşağı çekilecek ve piyasa faiz oranı normalde olması gereken seviyenin altına düşecektir (örneğin %5 yerine %1). Ancak bu farklı ekonomik koşullar meselesi değildir zira girişimcilerin üretim projelerini başlatmak ve bitirmek amacıyla ihtiyaç duydukları kaynakları satın almak için daha fazla sermaye mevcut değildir, sadece kredi şeklinde daha fazla para vardır. Dolayısıyla, girişimcilerin ekonomik hesaplama için güvendikleri faiz oranı göstergesi yapay olarak düşüktür. Böylece karar ve eylemleri bu hatalı göstergeye dayanacaktır.


Yukarıda da belirtildiği gibi, düşük faiz oranı daha fazla yatırım anlamına gelmektedir. Örneğimizde, girişimciler yeni havayolu şirketi kuracak (ve mevcut havayolu şirketlerinin faaliyetlerini genişletecektir), çünkü bu sektör göreceli olarak daha kârlı gözükmektedir. Borç alınmış satın alma gücüne, yani yeni paraya sahip girişimciler piyasaya girip yeni üretim yapmaya çalıştıkça, sermaye talebini artırır ve fiyatları yükseltirler. Bu yatırımlar öncelikle sermaye-yoğun havayolu sektöründe gerçekleştiğinden, özellikle uçaklar, mürettebat ve bu sektörde kullanılan diğer kaynaklar için talep artar. Böylece, uçakların fiyat etiketleri daha yüksek olur ve havayolu çalışanları, pilotlar ve uçuş ekipleri daha yüksek maaşlar kazanır.


Müşterilerinin artan ödeme istekliliği, uçak üreticilerine üretimlerini artırma sinyali verir. Üreticiler alüminyum ve diğer malzemeler için sipariş verdikçe ve daha fazla mühendis istihdam etmeye başladıkça, bu kaynaklar için verdikleri teklifler de kendi fiyatlarını artırır. Bu durum yatırımlarda bir ani yükselişe neden olur ve fiyatlar da sırasıyla havayolu şirketleri, uçak üreticileri, alüminyum üreticileri ve madenciler olmak üzere üretimin tüm aşamalarında yükselir. Her aşamada talep artar, bu da üreticilerin daha yüksek fiyatlar talep edebilecekleri ve daha yüksek kârlar elde edebilecekleri anlamına gelir, bu da onları faaliyetlerini daha da genişletmek için motive eder. Bu koşullar diğer girişimcileri de kârın bir kısmını elde etmek için bu sektörlere yatırım yapmaya motive eder. Bu artan yatırımların hepsi, fiyatların yükseldiği, arzın yetersiz kaldığı ve üreticilerin talebi düşük tahmin ettiği yönündeki sinyaller göz önünde bulundurulduğunda uygundur.


Daha istekli ve ödeme gücü yüksek olan yeni ve genişleyen havayolu şirketleri, bu kaynakların diğer kullanıcılarını geride bırakmaktadır. Meşrubat üreticileri gibi diğer ticari alüminyum kullanıcıları, daha yüksek fiyatlar ve daha düşük bulunabilirlikle karşı karşıya kalır ve bu da kâr marjlarına etki eder. Yüksek fiyatlar karşısında bu üreticiler alüminyum kullanımında tasarruf etme planlarını yeniden değerlendirecek ve alternatifleri göz önünde bulunduracaklardır. Sonuç olarak, meşrubat fiyatları artabilir veya meşrubatlar alüminyum kutular yerine cam veya plastik kutular içinde sunulmaya başlayabilir.


Meşrubat üreticilerinin kullanabileceği alüminyumun uçak üretimine yönlendirilmesi göründüğü kadar çılgınca olmayabilir. Piyasanın fiyat göstergelerine göre alüminyumun tüketiciler için en fazla değer yaratması gereken iş alanı burasıdır.³ Girişimciler (yedinci bölümde de gördüğümüz gibi) tüketicileri memnun etmek için rekabet ederken, uygun piyasa fiyatlarının, üretimi en fazla fayda sağlayacağı yere doğru kaydırmasını bekleriz.


Ancak bir sorun vardır: Uçak üretimindeki yüksek fiyatlar, sermayenin daha fazla erişilebilir olmasından değil, bankaların yeni para yaratması ve krediyi genişletmesiyle ortaya çıkan yapay olarak düşük faiz oranından kaynaklanmaktadır. Bu nedenle, bu üretimi desteklemek için yapılan tüm yatırımlar da dâhil olmak üzere, ekonomideki uçak üretimine doğru ve dolayısıyla nispeten daha az kârlı görünen diğer üretim dallarından uzaklaşma, yanlış yatırımı meydana getirmektedir.


Yanlış yatırım, yatırımların yapısal olarak çarpık olduğu anlamına gelir: Ekonominin bazı alanlarında aşırı yatırım yapılırken diğerlerinde eksik yatırım yapılır. Havayolu sektörüne yapılan aşırı yatırım aynı zamanda uçak imalatına, alüminyum üretimine ve madenciliğe yapılan ve yüksek talep beklentilerini karşılamaya yönelik aşırı yatırım anlamına gelmektedir. Bu yatırımlar, hava taşımacılığına yönelik (beklenen daha büyük değeri nedeniyle) beklenen daha büyük talebi karşılamak üzere üretim kapasitesini arttırmak için yapılmaktadır. Yatırımlar arttıkça ve yüksek talep beklentisiyle fiyatlar yükseldikçe, bu sektörlerde bir ani yükseliş yaşanır.


Aynı endüstriler, en azından bizim örneğimizde, üretken sermayenin daha fazla kullanılabilir olması nedeniyle faiz düştüğünde de aynı şekilde genişlemiştir. Aradaki fark, bu yeni genişlemenin hazırda bulunmayan kaynakları kullanması, bunun yerine tüketici talebinin büyük ölçüde değişmeden kaldığı diğer endüstrilerden buraya kaydırılmasıdır. Dolayısıyla burada söz konusu değişim, tüketicilerin değer verdiği şeylerde beklenen değişikliklere yanıt olarak ekonominin bir üretim kolundan diğerine geçmesi meselesi değildir. Bunun yerine, girişimciler yapay olarak düşürülen faiz oranıyla motive olarak yeni üretim alanları kurduklarından, genel olarak üretken sermaye ve işgücü için daha büyük bir talep söz konusudur.


Tüketici değeri perspektifinden bakıldığında, bu ani yükseliş, hatalı göstergeye yanıt olarak havayolu şirketlerine ve genişleyen hava taşımacılığını destekleyen daha yüksek aşamalı üretim süreçlerine aşırı yatırım yapılmasından ve dolayısıyla diğer üretim kollarına göreceli olarak daha az yatırım yapılmasından kaynaklanmaktadır. Kredi genişlemesinin neden olduğu bu gibi yapay ani yükselişler, genel olarak daha uzun üretim projelerinde meydana gelebilir. Bu tür genel yanlış yatırımlar ekonominin üretim aygıtını bozar: Çıktılar artık (girişimciler tarafından tahayyül edildiği gibi) tüketicilerin en çok istediği şeylerle uyumlu değildir.


Kırılma Anı

Ani yükseliş, ekonomi hızla büyüdüğü için değil, büyük ölçüde yanlış yatırımlardan oluştuğu için sürdürülemezdir. İş döngüsü dediğimiz şey, sürdürülemez bir ani yükselişin ardından gelen -patlayan bir balon misali- kaçınılmaz bir çöküş dizisidir. Bu, bir ekonominin sağlıklı ilerleyişinden farklıdır. Bu ikisini karşılaştırmak faydalı olacaktır.


İlk olarak sürdürülebilir büyümeye bakalım. Daha önceki bölümlerde faiz oranının üretken yatırımlar için sermaye mevcudiyetini yansıttığını görmüştük. Daha fazla sermaye sağlandığında faiz oranı düşer ve bunun tersi de doğrudur. Bu durum özellikle, tüketiciler malları şimdiki zamanda satın alıp tüketmeye daha az istekli olduklarında ve servetlerinin daha büyük bir kısmını gelecek için tasarruf etmeyi tercih ettiklerinde gerçekleşir. Zaman tercihleri daha düşüktür, yani değerlemelerinde daha uzun zaman ufuklarına sahiptirler -geleceğe geçmişten daha fazla dönüktürler. Sonuç olarak, tüketim malları üreten girişimciler düşen talep ve daha düşük kârlılıkla karşı karşıya kalırlar ve bu nedenle faaliyetlerini küçültmek ve başka fırsatlar aramak için bir teşvike sahip olurlar. Bazıları iflas edebilir. Sonuç olarak, girişimciler genellikle tüketim mallarının üretimini ve satışını azaltır.


Bu durum, artan tasarruflar faiz oranını aşağı çektiği için artık fizibil [uygulanabilir] ve giderek daha kârlı hâle gelen yeni yatırımlar için üretken sermayeyi serbest bırakır. Böylece girişimciler, gelecekte satışa sunulacak malları üreten üretim süreçlerine daha fazla yatırım yaparlar. Genel olarak bu durum, üretim kapasitesini şimdiki tüketim için üretimden gelecekteki tüketim için üretime kaydırır. Girişimciler fiyat göstergelerine yanıt vermekte ve gelecek için üretimde daha yüksek beklenen getiri oranlarını aramak üzere düşük kârlılığa sahip üretimden vazgeçmektedir. Bu durum tüketicilerin daha az tüketip daha fazla tasarruf etmesiyle (tüketimi ertelemeleriyle) oldukça uyumludur. Aslında üretimdeki değişim, üretimin tüketiciler için daha fazla fayda üretmesi beklenen yere doğru ayarlanması meselesidir.


Sürdürülemez ani yükseliş ise farklıdır. Burada girişimciler, yapay olarak düşürülen faiz oranına dayanarak gelecekteki tüketim için üretim yatırımlarını artırmaktadır. Başka bir deyişle, tüketici davranışında buna karşılık gelen bir değişim olmamıştır -aksine, düşük faiz oranı tüketicileri tasarruf etmeye daha az istekli kılmakta (erteledikleri tüketimden daha düşük faiz kazanmaktalardır) ve böylece şimdiki zamanda tüketimi teşvik etmektedir. Bu durum üretim yapısında, şimdiki (artmakta olan) tüketime hizmet eden üretim ile gelecekteki (artması beklenen) tüketime hizmet eden yatırımlar arasında gerilime neden olmaktadır.


Bir yandan, şimdiki tüketim için üretim yapan girişimciler talepte bir düşüş görmemektedir çünkü tüketiciler tüketimden uzaklaşmamıştır. Ne de olsa ürünlerinin kârlılığı düşmemektedir, o hâlde neden faaliyetlerini azaltsınlar ki? Dolayısıyla, bu girişimciler girdiler için rekabet etmeye ve sipariş vermeye devam etmektedir.


Diğer yandan, düşük faiz oranı gelecekteki üretim için yatırımların artmasına neden olmaktadır. Üretimin daha yüksek aşamaları, hem şu anda tüketicilere hizmet veren üretim süreçlerinden hem de gelecekte onlara hizmet etmeyi taahhüt edenlerden sipariş aldıkları için büyük ölçüde artan taleple karşılaşmaktadır. Unutmayın, tüm bunlar hatalı göstergelere dayanmaktadır. Daha fazla sermaye mevcut olmadığından ancak çok daha fazla alıcı olduğundan, fiyatlar çok yüksek seviyelere çıkar. İşte bu durum bazen varlık fiyat balonu olarak da adlandırılan süreçtir.


Yeni gelecek odaklılar ile eski şimdiki zaman odaklılar arasındaki rekabet iyi bir şey gibi görünse de hatalı gösterge ekonomiyi farklı yönlere çeker. Üretimin üst aşamalarına (örneğimizdeki uçaklar, alüminyum, madencilik gibi sektörlere) yapılan aşırı yatırımlar sonucunda üretim faktörlerinin fiyatları yükselir. Bu fiyat artışları hatalı göstergeye dayanmaktadır ve bu nedenle hava taşımacılığına yönelik gelecekte beklenen gerçek talepten kopuktur. Bu fiyat artışları, bu aşamalardaki işçilerin ücretlerini de içerir ve bu işçilerin mevcut tüketim için harcayacak daha fazla paraları olur. Yapay olarak düşürülmüş bir faiz oranı karşısında, tüketimi ertelemek için daha az teşvik olacaktır. Böylece, ani yükseliş nedeniyle artık daha yüksek olan kazanılmış ücretlerin daha büyük bir kısmı tüketim mallarına harcanır ve bu ayrıca şimdiki zamanda da mallara olan talebi artırır.


Özetle, sürdürülebilir büyüme tüketici davranışındaki bir değişimden kaynaklanır ve desteklenir: Şimdiki zamanda tüketime olan talebin azalması, sermayeyi üretimin daha yüksek aşamalarındaki yatırımlar için kullanılabilir hâle getirir. Sürdürülemez ani yükselişte ise bir değişim söz konusu değildir, aksine ilave üretken sermaye olmaksızın ilave yatırımlar söz konusudur. Dolayısıyla, üretim yapısı, tüm bu yeni üretim projelerini tamamlamak için yeterli sermaye mallarının mevcut olduğu varsayımına dayanarak hem şimdiki hem de gelecekteki tüketim mallarına yönelik daha yüksek talebi yansıtmaktadır. Bunu ifade etmenin bir başka yolu da ekonominin, yapay olarak düşük faiz oranı tarafından aldatılan ve yanıltılan girişimcilerin eylemleri yoluyla, mevcut sermayeyi hem tüketmesi hem de yatırım yapmasıdır. Bunun mümkün olmadığı açık olmalıdır. Her iki eğilimi de desteklemeye yetecek kadar üretken sermaye yoktur.


Dolayısıyla sürdürülemez ani yükseliş, var olmayan kaynakları gerektiren üretime dayanmaktadır. Bu üretim süreçlerinin birçoğu, özellikle de (tüketicilerden uzaktaki) daha yüksek üretim kademelerinde, gerekli sermaye çok kıt olduğu için tamamlanamamaktadır. Bu, fabrikaların aniden kendilerini kaynaksız buldukları anlamına gelmez, ancak kıtlıklar meydana gelebilir. Daha büyük olasılıkla, varlık fiyatları o kadar yüksek seviyelere çıkar ki birçok yatırım artık kârlı görünmez. Girişimciler daha sonra hesaplamalarında önemli hatalar yaptıklarını keşfederler ve yatırımlarını terk etmek zorunda kalırlar.


Girişimci hataları piyasada yaygındır, ancak bu hatalar genellikle ani yükseliş ve çöküş döngülerine neden olmaz. İş döngüsüne özgü olan şey, büyük bir yığın hâlinde eşzamanlı girişimci hatalarının meydana gelmesidir. Bunun nedeni, yukarıda gördüğümüz gibi, girişimcilerin üretim projeleri için mevcut sermaye varmış gibi davranmaya yönlendirilmiş olmalarıdır. Ama öyle değildir. Sermayenin mevcudiyeti yerine kredinin genişlemesi, faiz oranını yatırım için sermayenin gerçek mevcudiyetini yansıtmayan bir seviyeye düşürmüştür.


Bu durum, girişimcilerin neden kendilerini kandırmalarına izin verdikleri sorusunu gündeme getirmektedir. Faiz oranının yapay olarak düşük olduğunun farkında değiller midir? Belki de farkına varıyorlardır. Ancak bu önemli değildir çünkü hâlâ daha düşük borçlanma maliyetinden faydalanmayı beklemektelerdir. Kârlı olmasını bekledikleri projelerin peşinden neden gitmesinler ki? İş döngüsü teorisine aşina olsalar ve ekonominin bir balon içinde olduğunu bilseler bile, balon aslında oldukça kârlıdır. Balon şişerken işini büyütmemek, kârı elinin tersiyle itmeye benzemektedir. Bu kulağa çok büyük bir sorun gibi gelmeyebilir, ancak bir işletmenin yatırımcıları muhtemelen farklı düşünecektir. Ayrıca, rakiplerin de kârlarını azaltmaları beklenemez, bu nedenle eylemsizlik rakiplerin pazar paylarını genişletmelerine olanak sağlayabilir. Sonuç olarak, balon sırasında büyümemek kişinin işini riske atması anlamına gelir.


Ayrıca balon sırasında girişimci akını meselesi de vardır. Fiyatlar yükseldikçe, daha fazla insan kâr elde etmek için bir fırsat ve mevcut işlerinden ayrılmak için bir neden görür. Böylece balon, başka türlü yatırımcı olarak piyasaya giremeyecek olanları cezbeder. Bu kişilerin deneyim eksikliği, hata yapmaya ve dolayısıyla genel olarak yanlış yatırımlara katkıda bulunmaya daha yatkın olduklarını göstermektedir.


Hataları Düzeltici Çöküş

Çöküş çabuk gelir. Balonun kendisini fark etmek kolay olsa da tam olarak ne zaman patlayacağını tahmin etmek zordur. Asıl kırılma anı, belirli yanlış yatırımlara ek yük bindiren ve başarısız olmalarına neden olan, görünüşte ilgisiz olaylar tarafından tetiklenebilir. Üretim aygıtı zaten yüksek talep ve buna rağmen yüksek fiyatlar nedeniyle zorlandığından, iflas eden bir işletme, sunduğu hizmetler için artık ödeme almayı bekleyemeyen müşterilerini ve tedarikçilerini kendisiyle beraber kolayca aşağı sürükleyebilir. Bu da ekonomideki yanlış yatırımların boyutunu ortaya çıkaran bir başarısızlıklar silsilesine neden olur.


Başarısız olan yatırımların ve dolayısıyla başarısız olan işletmelerin ve kaybedilen işlerin oluşturduğu bu geniş tablo, çöküştür. Ancak çöküşün bağımsız bir olgu olmadığına dikkat edin: Çöküş zaten yatırımları sürdürülemez olan ani yükselişin içine gömülüdür. İşte bu nedenle ani yükseliş ve çöküş dizisine bir döngü diyoruz: Ekonominin tekrar rayına oturması için ani yükselişe neden olan yanlış yatırımların geri alınması şarttır. Ani yükselişin sağlam bir gelişme olduğu ve ani çöküşün önlenebilir olduğu söylenemez; ani yükseliş gerçek bir ekonomik büyüme değil, bir yanılsamadır. Zira tüketiciler başka bir şey beklemişlerdir. Girişimciler gerçek değer beklentileriyle değil, sermaye mevcudiyetine ilişkin bozuk bir sinyalle, yani yapay olarak düşük faiz oranıyla desteklenen yatırımlar yapmışlardır.


Çöküş, tüketicilere hizmet etmeyen süreçlere yanlış yatırılmış sermaye mallarını serbest bırakır, böylece daha fazla fayda sağlayabilecekleri yerlere yatırım yapılabilir. Başka bir deyişle, diğer girişimciler tüketici değeri peşinde koşmak için sermaye edinme şansına sahip olurlar -başarısızlıklar, yanlış yatırımların ortaya çıkması ve ardından sağlam üretken yatırımlarla yer değiştirmesi için gereklidir.


Ancak çöküşün sağlıklı üretimi yeniden tesis edebilmesi için faiz oranının da yükselmesine izin verilmelidir. Faiz oranı yapay olarak düşük tutulursa, yeni girişimciler de yanlış yönlendirileceğinden ve bu nedenle yapısal hatalar devam edeceğinden, bu sadece hataları düzeltme sürecini uzatacaktır.


Dokuzuncu Bölüm: Regülatif [Düzenleyici] Müdahale

Regülasyonlardan kastımız hükümet tarafından ekonomiye dayatılan yasaklar, lisans gereklilikleri, kalite veya güvenlik standartları, fiyat kontrolleri, kotalar ve sübvansiyonlar gibi kısıtlamalardır. Özellikleri ve belirtilen amaçları farklı olsa da, hepsi ekonomide bir değişikliğe neden olmak için uygulanır.


Eğer regülasyonlar hiçbir şeyi değiştirmiyorsa, etkisizlerdir. Bunun nedeni spesifik kısıtlamaların uygulanamaz olması ya da pratikte uygulanmamasıdır. Ancak burada önemli olan nokta, tüm regülasyonların bazı değişiklikleri dayatmaya yönelik oldukları ve ancak bunu yaptıkları takdirde ve ölçüde önem taşıdıklarıdır. Etkili regülasyonlar, amaçlanan sonucu üretmede başarılı olsun ya da olmasın, insan davranışlarını ve dolayısıyla ekonominin yapısını değiştirir.


Bazı regülasyonlar üreticilere dayatılırken, bazıları da tüketici davranışlarını hedef alır. İlki, bazı üreticilere ek maliyetler veya yasaklar getirebilir veya diğerlerinin maliyetlerini yapay olarak düşürebilir. Amaç, üstlenilen üretim projelerinin türlerini ve dolayısıyla tüketicilere sunulan malları değiştirmektir. İkincisi ise tüketicilerin davranışlarını değiştirmeye çalışır ve bu da üreticileri etkiler çünkü üreticiler talebin değişen doğasına ve yapısına karşılık vermek ve uyum sağlamak zorundadır. Dolayısıyla her iki durumda da sonuç ekonominin üretim yapısında bir değişikliktir.


Üretim yapısının, tüketici isteklerini karşılayarak kâr elde etmek isteyen girişimciler tarafından belirlendiğini biliyoruz (bakınız: beşinci bölüm). Dolayısıyla, regülasyonların etkili olabilmesi için girişimcilerin davranışlarına tesir etmesi ve hangi üretim projelerini üstlenmeyi seçeceklerini değiştirmesi gerekir. Gözlemlenebilir sonuç (görünen), sonuç olarak gerçekleşmeyen (karşı olgusal veya görünmeyen) ve daha uzun vadeli etkiler (henüz gerçekleşmemiş olan) regülasyonların etkisini anlamak için kilit öneme sahiptir.


Görünen

Gözlemlenebilir dünya, bir regülasyonun etkilerini analiz etmek için bariz bir başlangıç noktasıdır ancak aynı zamanda yanıltıcı da olabilir. Barizdir çünkü görebildiğimiz ve ölçebildiğimiz şey odur. Ancak bunu incelemek de hatalara ve erken sonuçlara yol açar çünkü gerçek ekonomi -verileri- bir regülasyonun etkileri hakkında doğrudan gerçekler sağlıyor gibi görünse de aslında sağlamaz.


Yeni yürürlüğe konan bir regülasyonun meydana gelen tek değişiklik olduğu bir dünyada, ekonominin önceki ve sonraki durumunu kolayca karşılaştırabilir ve böylece etkisini değerlendirebiliriz. Ancak, piyasa sürekli akış hâlinde olan bir süreç olduğundan, regülasyon kesinlikle tek değişiklik değildir; piyasanın devam eden gelişimine ve evrimine yönelik bir dayatmadır.


Piyasada bir fiyat tabanı öngören asgari ücret uygulamasını ele alalım. Böyle bir regülasyonun etkili olabilmesi için, öngörülen ücretin işverenlerin hâlihazırda ödediklerinden daha yüksek olması gerekir. Eğer piyasa ücreti saat başına 10 dolar ise, asgari ücret işverenlerin daha yüksek bir miktar ödemesini gerektirmelidir, yani işverenlerin öngörülen ücretten daha düşük bir ücret ödemesine ceza uygulanmalı ya da yasak getirilmelidir.


Eğer dayatılan asgari ücret uygulaması işverenlerin saat başına 14 dolar ödemesini gerektiriyorsa, o zaman açık piyasadaki ücret budur. Bunun dışındaki her şey yasa dışı olacaktır. Dolayısıyla, öncesi ve sonrası karşılaştırmaları, asgari ücretin uygulanmasından sonra insanların daha fazla para kazandığını gösterecektir. Fakat gerçekten kazanıyorlar mıdır? Bunu anlamak için, asgari ücret zorunluluğu getirilmemiş olsaydı -karşı olgusal ya da görünmeyen- durumun ne olacağını da göz önünde bulundurmalıyız.


Görünmeyen

“Görünmeyen”, hikâyenin “diğer tarafını”, yani aksi takdirde ne olurdu meselesini ifade eder. Gerçekleşmediği için onu ölçemeyiz. Ancak o, yine de herhangi bir eylem ya da tercihin maliyetidir. Akşam yemeği için biftek yemeyi tercih ettiğimde, bunun yerine yiyebileceğim diğer tüm olasılıklardan vazgeçmiş olurum. Bu olasılıkların en yüksek değeri, tercihin ekonomik maliyetidir, diğer bir deyişle buradaki ödünleşim vazgeçilen değerdir.


Bir karşı olgusal durum olmadan, sadece varsayılan faydaya bakarız ancak maliyeti dikkate almayız. Böylece analiz tek taraflı hâle gelir ve önemli bir şeyi kaçırma riskiyle karşı karşıya kalırız. Ayrıca bunun iyi ya da kötü bir seçim olup olmadığını da belirleyemeyiz. Buna değer miydi? Bu soruyu yanıtlamak için maliyeti bilmemiz gerekir.


Bu durum yukarıdaki örnekte yer alan asgari ücret gibi regülasyonlar için de geçerlidir. Asgari ücretin tipik amacı işçi ücretlerini yükseltmektir. Asgari ücret uygulandıktan sonra saatte 14 dolardan daha az kazanan kimse kalmayacağı için sadece görünen kısmı dikkate almak düzenlemeyi başarılı gösterecektir. Ancak bu erkenden varılmış bir sonuç olacaktır çünkü henüz görünmeyene bakılmamıştır.


Bu nedenle, asgari ücret uygulanmamış olsaydı ne olurdu diye sormalıyız. Asgari ücretin sihirli bir şekilde ücretleri yükseltmediğini, ancak işverenleri öngörülen ücretten daha düşük bir ücrete kimseyi çalıştırmamaya zorladığını kabul etmek büyük önem taşımaktadır. Bu, işçi ücretlerini yükseltmekle aynı şey değildir.


Asgari ücret dayatması yürürlüğe girmeden önce üç çalışanı olan bir işveren örneğini ele alalım. Bu çalışanlara saat başına sırasıyla 7, 10 ve 16 dolar ödenmektedir. Ücretlerinin farklı olmasının nedeni, işverene yaptıkları değer katkısının aynı olmamasıdır. Saat başına 7 dolar ödenen işçi staj yapmakta, mesleği öğrenmektedir ve bu da düşük ücreti açıklamaktadır. Eğitildikten sonra işveren için daha değerli hâle gelmiş olacak ve gelecekte daha yüksek bir ücret kazanmayı bekleyecektir. 16 dolar ücret alan işçi, işverenin üretim hattı için özellikle önemli olan ve katkısını daha büyük kılan benzersiz bir beceri setine sahiptir. Bu işçi daha az ücret alması hâlinde kolaylıkla başka bir yerlerde de iş bulabilir. 10 dolar kazanan işçinin iş deneyiminin ötesinde özel bir uzmanlığı yoktur ve bu nedenle üretim sürecindeki değer katkısıyla orantılı olarak normal işçiler için piyasa ücretini alır.


İşveren bu işçilerden herhangi birine değer katkılarından daha fazla ödeme yapmak istemeyecektir. Onlar yaratılan değere katkıda bulundukları için istihdam edilirler, yaratılan değerden eksiltmek için değil. Onlara başka bir ödeme yapmak üretim değil, sadaka niteliğinde bir tüketim olacaktır. İşçiler de değer katkılarından daha az kazanmazlar, çünkü öyle olsaydı, diğer işverenler onları daha yüksek bir ücretle işe alabilirdi.


Şimdi de saat başına 14 dolar asgari ücret uygulamasına geçildiğini varsayalım. Bu, işverenin artık kimseye saat başına 14 dolardan daha az ödeme yapamayacağı anlamına gelir. İşveren, stajyer işçinin ücretini iki katına çıkarıp çıkarmayacağına ve saat başına 10 dolar alan işçinin ücretini neredeyse yarı yarıya artırıp artırmayacağına karar vermelidir. Hâlihazırda saat başına 16 dolar kazanan üçüncü işçi bu durumdan doğrudan etkilenmeyecektir. İşverenin stajyer işçiyi işten çıkarması muhtemeldir, çünkü üretkenliği normal bir işçininkinden daha düşük olmasına rağmen ücreti artık normal işçiye denk olmak zorundadır.


İşveren, 10 dolarlık işçinin ücretini basitçe artırmayı göze alamaz çünkü değer katkısı 10 dolardan fazla ama 14 dolardan azdır. Ancak üretim sürecini değiştirerek, personel sosyal yardımlarını keserek ve öğle vakti kahve molaları gibi diğer avantaları kaldırarak bu işçiyi daha yüksek olan 14 dolarlık ücrette çalıştırabilir. Tabii en azından şimdilik.


Dolayısıyla, bu işverenin regülasyon yürürlüğe girmeden önce saat başına ortalama 11 dolar, regülasyondan sonra ise saat başına 15 dolar ücret ödediği görülmektedir. Apaçık bir kazanç! Regülasyon işe yaradı! İşçilerin ücretlerini sihirli bir şekilde yükseltti!


Ancak görünmeyen ise farklı bir tablo ortaya koymaktadır. Ekonomide işçi verimliliğini ya da işletmenin kârlılığını değiştirecek hiçbir şey olmamış olsaydı, saat başına toplam 33 dolara üç işçi çalışıyor olacaktı. Şimdi ise bunun yerine saat başına toplam 30 dolara çalışan iki işçi var. Ayrıca, daha düşük ücret alan çalışan artık daha yüksek ücretini hak etmek için daha fazla çalışmaktadır.


Peki, dayatılan regülasyon buna değer miydi? Ekonomi bu soruya cevap veremez çünkü bu bir değer yargısıdır. Ancak regülasyonun sonucunu tespit edebilir ve dolayısıyla regülasyonun işçi ücretlerini artırma vaadini yerine getirip getirmediğini gösterebilir (bir işçi için evet; ama bu, aynı zamanda başka bir işçinin işten çıkarılmasıyla da sonuçlanmıştır).


Hikâyenin devamı da var, çünkü görünen ve görünmeyen sadece şimdiki zamandaki etkileri dikkate alır. Ancak, artık bildiğimiz gibi, ekonomi bir süreçtir ve bugün içinde yaşadığımız dünyanın gelecek üzerinde de etkileri vardır.


Henüz Gerçekleşmemiş Olan

Piyasanın bir süreç olduğunu anlamak, regülasyonların ekonomi üzerindeki görünen ve görünmeyenden öte gerçek etkisi hakkında daha fazla fikir vermektedir. Nasıl olduğunu görmek için, asgari ücret örneğine devam edeceğiz ve regülasyonun olduğu ve olmadığı mantık üzerinden adım adım ilerleyeceğiz.


Asgari ücret uygulandıktan sonra, staj gören işçi işten çıkarılır. Biraz para kazanmak ve kariyerini ilerletmek için gerekli deneyimi kazanmak yerine, şimdi bir iş aramaktadır. Ancak, tüm işverenler saat başına 14 dolar ödemek zorunda olduğu için, iş bulma koşulları eskisinden çok daha zordur. Mesleğe yeni başlayan işçi, stajı tamamlayamadığından kâr hanesine en azından bu hâliyle katkıda bulunabileceği bir iş de bulamıyor ve verimliliğini artıracak deneyimi de elde edemediğinden işsiz kalıyor.


Bu arada işlerini koruyan işçiler de giderek daha fazla yılgınlığa kapılıyor. Zira en yüksek maaşı alan işçiler zam almadıkları için haksızlığa uğradıklarını düşünürken, daha az üretken olan meslektaşları ortada hiçbir neden yokken %40 zam almıştır. Artık performans baskısı da daha yüksek seviyededir ve üretimin sorunsuz bir şekilde yürütülmesi için daha becerikli işçinin daha az becerikli işçiye yardımcı olması beklenmektedir. Üçüncü işçi hâlâ işi öğrenmekte olan bir stajyer iken bile üç işçi varken durum daha iyiydi. Şimdi ikisi, daha önce üçünün kolayca ürettiği şeyi üretmek için epey uğraşıyor.


Vasıflı işçi ise zam hak ettiğine inanıyor ve eskiden yararlandığı bazı avantajları kaybettiği için üzülüyor. Kahve molası verebildiği, iş arkadaşlarıyla konuşabildiği, rahatlayabildiği ve stres atabildiği zamanları hatırlıyor. Artık buna ayak uydurmak daha zor ve hafta sonu yaklaştıkça kendini bitkin hissediyor. Ayrıca, işçiye, öngörülebilir gelecekte zam beklememesinin söylendiğini eklemeye gerek bile yok, çünkü üretkenliği daha yüksek bir ücret almasını gerektirmiyor.


İşte karşı karşıya kalınan bu tablo, saat başına 14 dolarlık asgari ücretin dayatılmasıyla ortaya çıkmıştır.


Asgari ücretin olmadığı karşı olgusal dünyada her üç işçi de işlerine devam ederlerdi. İlk başlarda eskisi gibi maaş almaya devam ederlerdi: Yani sırasıyla saat başına 7, 10 ve 16 dolar. Ancak eğitimdeki işçi deneyim kazandıkça üretkenliği artar ve işveren ücretini önce 8 dolara, sonra da iş piyasasındaki diğer işçiler kadar üretken olduğunda 10 dolara yükseltirdi. Peki işveren ücreti neden artırsın ki? Kademeli zamlar daha önce sözleşmeye bağlanmış olabilirdi. Ya da belki de işveren işçiye adil bir ücret ödemek istiyordur çünkü aksi takdirde işçi başka bir yerde daha kazançlı bir iş arayacak ve bulacaktır.


Diğer iki işçi de verimliliklerini artırır ve zam alırlardı. İşveren bunu karşılayabilirdi çünkü hem bir kişinin ücretini %40 arttırmak zorunda değildi hem de işçiler daha fazla değer üretiyordu. İşçilere daha yüksek ücret ödenirdi çünkü daha fazla değer katarlar ve dolayısıyla şirketin ve genel olarak toplumun birleşik zenginliğine ve refahına katkıda bulunurlardı. Çok geçmeden, saat başına sırasıyla 10, 12 ve 17 dolar maaş almaya da başlarlardı ki bu da saat başına toplam 39 dolar, yani artan üretimle karşılanan %18’lik bir artış demek olurdu.


Ancak bu yine de hikâyenin tamamı değildir. Üç işçi tarafından kazanılan ücretler, başkalarının ürettiği malları satın almak için kullandıkları satın alma güçleridir. Arza yaptıkları katkının bir sonucu olarak işçilerin talebi, diğer işletmelerin gelirini mümkün kılar.


Artık görünen ve görünmeyen arasındaki farkın, yani regülasyonun maliyetinin sadece işsiz kalan işçi olmadığını anlayabiliriz. Bu, toplam çıktıyı azaltan ancak (en düşük üretkenliğe sahip işçiyi dışarıda bırakarak) marjinal ücreti ve çıktıyı artıran doğrudan etkidir. Bununla birlikte, kaybedilen şey aynı zamanda bu işçinin kazanacağı deneyim ve dolayısıyla zaman içinde artan üretkenliğidir. Gelecekteki iş olanakları ve belki de kariyerini kaybedecektir. Artan üretimi ve dolayısıyla bu malları satın alamayacak olan tüketiciler için yaratacağı değer de kaybedilmiş olur.


Henüz gerçekleşmemiş olan, regülasyon nedeniyle asla gerçekleşmeyecek olan tüm bu değerli fırsatlardır: Yani üretilecek olan malların değeri, stajyerin kariyeri, işçilerin mallara olan talebi vesaire. Ekonomi genel olarak daha düşük değerli bir yörüngede ilerliyor, bu da kaybın aksi takdirde elde edilebilecek tüm değer olduğu anlamına geliyor.


Bu şaşırtıcı olmamalı, çünkü mükemmel olmasa da serbest piyasa üretimi, tüketicilere hizmet ederek kâr elde etmek isteyen girişimciler tarafından yönlendirilir. Bu düzen bozulduğunda, girişimciler kıt kaynakların en yüksek değerde kullanılmasını bekledikleri şeylerin peşinden gidemezler. Bu da yarattıkları iş fırsatları, beklenen değer katkısına dayalı ücretler ve tüketiciler için en yüksek değerli mallar da dâhil olmak üzere en verimli projelerin kaybedileceği anlamına gelir. Henüz gerçekleşmemiş olan, regülasyonların gerçek maliyetidir ve etkisi görünmeyeni katbekat aşmaktadır.


Dipnotlar:

1. 1 milyar dolarlık bir yatırımdan elde edilen 1 milyon dolarlık bir kâr %0,1’lik bir getiridir, ancak 100.000 dolarlık bir yatırımdan elde edilen 1 milyon dolarlık kâr %1000’lik bir getiridir. Dolayısıyla, 1 milyar dolar %0,1’lik yerine %1000’lik bir getiriyle daha küçük projelere yatırılsaydı, toplamda 10 milyar dolar kâr elde edilirdi. Bu, başta belirtilen büyük yatırımın kârının on bin katıdır.

2. Çim bakım hizmetlerinin getirisi %4 olarak kalırken, havayolu şirketinin beklenen getiri oranı artık %1’lik sermaye maliyeti düşüldükten sonra %7’dir. Bu, çim bakım hizmetlerinden %50 daha fazladır (%6÷%4=%150).

3. Örneğimizde meşrubat üreticilerinin üretimi genişletmek için yeterli (daha yüksek) talep beklemedikleri varsayılmaktadır, ancak eğer bekleselerdi, onlar da düşük faiz oranından yararlanarak örneğin otomasyon yoluyla üretimi genişletmek için yatırım yapabilirlerdi. Bu durum hem uçak üreticileri hem de meşrubat üreticileri daha fazla alüminyum almak için teklif verdiklerinden, üretimin daha yüksek aşamalarında talebi daha da artıracaktır.


 

Dr. Per Bylund (PhD) Mises Enstitüsü’nün kıdemli bir üyesidir. Dr. Bylund aynı zamanda Girişimcilik alanında doçent doktordur ve Oklahoma Eyalet Üniversitesi Spears İşletme Okulu’nun Girişimcilik Bölümü’nde Records-Johnston Serbest Girişim profesörlüğüne ve Stockholm’deki Ratio Enstitüsü’nde doçent üyeliğe sahiptir. Daha önce Baylor Üniversitesi ve Missouri Üniversitesi’nde görev yapmıştır. Dr. Bylund’un hem girişimcilik hem de işletme yönetimi alanındaki en iyi dergilerde ve ayrıca Quarterly Journal of Austrian Economics ve Review of Austrian Economics’te araştırmaları yayınlamıştır. Özenli ve kapsamlı üç kitabın yazarıdır: The Seen, the Unseen, and the Unrealized: How Regulations Affect our Everyday Lives, The Problem of Production: A New Theory of the Firm ve How to Think about the Economy: A Primer. Agenda Publishing’de Avusturya Ekonomisi kitap serisinin ve Mises Enstitüsü tarafından yayınlanan The Next Generation of Austrian Economics: Essays In Honor of Joseph T. Salerno’nun editörlüğünü yapmıştır. Dört iş girişimi kurmuştur ve Entrepreneur için aylık bir köşe yazısı yazmaktadır. Anarchism.net’in de kurucusudur. Daha fazla bilgi için PerBylund.com’a ve Twitter’ına bakabilir ve ona e-posta gönderebilirsiniz.

Çevirmen: Fırat Kaan Aşkın

Bu yazı Mises.org sitesinde yayınlanmış olan Per Bylund’a ait How to Think about the Economy: A Primer adlı kitabın üçüncü kısmının Creative Commons Attribution NonCommercial 4.0 Uluslararası Lisansı’na uygun olarak paylaşılmış tercümesidir.
27 görüntüleme0 yorum

Son Yazılar

Hepsini Gör

Comments


Yazı: Blog2 Post
bottom of page