top of page

Hükümet Para Arzını Yönetmeli mi?

23/03/2018 - Saifedean Ammous
Önceki Bölüm - Sonraki Bölüm

Çağımızın en temel kandırmacası, hükümetin para arzını yönetmesi gerektiği fikridir. Bu, tüm ana akım ekonomik düşünce ekollerinin ve siyasî partilerin tartışmasız bir başlangıç varsayımıdır. İleri sürülen bu iddiayı destekleyecek gerçek dünyaya ait bir kanıtın kırıntısı bile yoktur ve para arzını kontrol etme teşebbüslerinin tamamı felaketle sonuçlanmıştır. Çözüm kılığında kendini arz eden problem -para arzı yönetimi- makul gerekçelere karşı umudun zaferi ve keriz seçmenlere dağıtılan bedava köftenin kaynağıdır. Para arzının manipülasyonu kristal meth (metamfetamin) ya da şekermişçesine son derece bağımlılık yaratan ve yıkıcı bir ilaç gibi işlev görür: Başlangıçta iyi “kafa” yapar, kurbanlarına kendini yenilmez hissettirir, ancak etkisi geçmeye başladığında çok daha harap edicidir ve kurban daha fazlası için yalvarmaya başlar. İşte bu o zor seçimin yapıldığı andır: Ya bağımlılığı sonlandırmanın getirdiği etkilere katlanılacak ya da bir doz daha alarak, hesaplaşmayı bir gün daha erteleyecek ve uzun vadeli daha ciddi hasara katlanılacaktır.


Keynesyen ve Marksist iktisatçılar ve devletin para teorisinin diğer savunucuları için para, devletin para olduğunu söylediği şeydir ve hükümet bununla istediğini yapmak konusunda imtiyazlıdır, yani hükümet amaçlarına ulaşmak için kaçınılmaz olarak para basacaktır. İşte o zaman iktisadî araştırma, para arzını en iyi nasıl ve ne kadar genişletileceğine karar vermekten ibaret olur. Ancak altının hükümetlerin kurulmasından önce binlerce yıldır para olarak kullanıldığı gerçeği bile tek başına bu teoriyi çürütmeye yeterlidir. Merkez bankalarının hiçbir hükümetin bu talimatı vermemesine rağmen hâlâ büyük miktarlarda altın rezervleri bulundurması ve hâlâ daha fazlasını biriktiriyor olması, altının kalıcı parasal niteliğini ispatlamaktadır. Bu gerçeklerle birlikte, paranın devlet teorisinin yandaşları hangi tarihî laf ebeliklerine sahip olurlarsa olsunlar, teorileri, gözlerimizin önünde, son on yılda herhangi bir otoritenin para olarak kullanılmasını dikte etmemesine rağmen safi sahip olduğu güvenilir satılabilirliği sayesinde, parasal bir statü kazanıp dolaşımdaki pek çok hükümet destekli para biriminin değerini aşan Bitcoin’in başarısı ve büyümesi karşısında geçersiz kalmıştır.¹


Bugün hükümet onaylı yalnız iki ekonomik düşünce ekolü vardır: Keynesyenler ve monetaristler. Bu iki ekol birbirleriyle kıyaslanamayacak metodolojiler ve analitik çerçeveye sahipken, ilave olarak fakirlere, çocuklara, çevreye, eşitsizliklere modern klişe du jour’a (güncel sorunlara) yeterince önem vermedikleri konusunda birbirlerini suçlayan amansız akademik çatışmalara girmişken iki tartışılmaz gerçek üzerinde hemfikirdirler: Birincisi, hükümet para arzını genişletmelidir. İkincisi, her iki ekol de ilk sonuca ulaşabilmek için daha yaratıcı yollar bulabilmek adına, gerçekten önemli Büyük Sorular’ı daha derin bir şekilde araştırabilmek için daha fazla hükümet finansmanı hak ederler.


Eşit derecede hatalı olup da aynı fikre ulaşabildiklerini anlayabilmek için her iki düşünce ekolünün de farklı temellerini anlamak önem arz eder. Keynes, başarısız bir yatırımcı ve İngiltere’yi yöneten sınıfla iltisakı olan, hiç iktisat eğitimi almamış bir istatistikçiydi. Bu bağlantıları sebebiyle kaleme aldığı utanç verici ünlü kitabı İstihdam, Faiz ve Paranın Genel Teorisi derhâl makroekonominin temel gerçekleri makamına yüceltildi. Teorisi ekonominin durumunu belirlemedeki en önemli ölçütün toplumun toplam harcamaları olduğu (tamamen boş ve mesnetsiz) varsayımıyla başlar. Toplum kolektif olarak çok fazla harcama yaptığında, harcamalar üreticilerin daha fazla ürün üretmesini, böylece daha fazla işçi çalıştırmasını ve tam istihdam dengesine ulaşmasını teşvik eder. Harcama çok fazla yükselirse, üreticilerin kapasitelerinin artacağı ölçüde, enflasyonda ve genel fiyat seviyesinde bir artışa yol açacaktır. Öte yandan, toplum çok az harcadığı zaman, üreticiler üretimlerini azaltacak, işçileri kovacak ve işsizliği artıracak, bu da bir resesyona sebep olacaktır.


Resesyonlar, Keynes’e göre toplam harcama seviyesindeki âni düşüşlerden kaynaklanır. Keynes nedensellik ve mantıksal açıklamalar konseptini kavramakta pek de iyi değildi, zira harcamaların aniden neden düşebileceği hakkında bir açıklama yapma gereği bile duymamıştı, bunun yerine kendisini bir açıklama yapma zahmetinden kurtaran meşhur beceriksiz ve tamamen anlamsız mecazî anlatımlarından birini uydurmayı tercih etmişti. Suçu zayıflayan "hayvan ruhları"na atmakla yetindi. Bugüne kadar kimse bu hayvan ruhlarının tam olarak ne olduğunu veya neden aniden zayıflayacaklarını bilmemektedir ancak tabii ki bu, ruhları açıklamaya veya gerçek dünya verileri toplamaya çalışan hükümet finanslı iktisatçıların bunu bir kariyere dönüştürmesi anlamına gelmekteydi. Bu araştırma, akademik kariyer için çok iyi olmuştur ancak iş döngülerini gerçekten anlamaya çalışan birisi için bir değeri yoktur. Dobra bir şekilde söylemek gerekirse, popüler psikoloji sermaye teorisinin yerini tutamaz.²


Resesyona bir sebep bulma zahmetinden kurtulan Keynes, artık güle oynaya sattığı çözümü tavsiye edebilecektir. Ne zaman bir resesyon ya da işsizlikte bir artış olsa, toplam harcamalar seviyesindeki düşüşü gidermek için hükümet harcamayı teşvik etmelidir; böylelikle üretim artar ve işsizlik düşer. Toplam harcamayı artırmak için üç yol vardır: para arzını, devlet harcamalarını artırmak veya vergileri azaltmak. Vergilerin azaltılması genelde Keynesyenlerde çatık kaşlara sebep olur. Bu en az etkili yöntem olarak görülür çünkü insanlar ödemek zorunda olmadıkları vergileri harcamayacak -paranın bir kısmı tasarruf edilecekti; ancak Keynes tasarruf etmekten nefret ederdi. Tasarruf demek harcamaların kısılması demekti, harcamaların kısılması da düzlüğe çıkmaya çalışan bir ekonomi için akla hayale gelebilecek en kötü şeydi. Harcamalarla ya da daha fazla para basmak suretiyle topluma yüksek zaman tercihi dayatma görevi hükümete aitti. Bir resesyon esnasında vergileri artırmanın zor olduğunu bildiğinden, hükümet harcaması nihayetinde para arzını artırma anlamına gelecekti. İşte bu Keynesyenlerin Kutsal Kâsesi oldu: Ne zaman ekonomide tam istihdama ulaşılamamışsa, para arzındaki bir artış sorunu çözecektir. Enflasyon konusunda endişelenmenin bir anlamı yoktur çünkü Keynes enflasyonun sadece harcamalar çok yüksek olduğunda gerçekleşeceğini bize “göstermiştir” (yani mesnetsizce varsaymıştır) ve işsizliğin yüksek olması harcamaların düşük olması anlamına gelir. Bunun uzun vadede sonuçları olabilir, ancak uzun vadeli sonuçlara takılmaya gerek yoktu çünkü Keynes yüksek zaman tercihini bir hovarda sorumsuzluğuyla meşhur “Uzun vadede hepimiz ölmüş olacağız”³ sözüyle savunmuştur.


Keynesyen iktisat görüşünün tabii ki gerçekle bir ilgisi yoktur. Eğer Keynes’in modelinde bir tutam gerçeklik payı olsaydı, yüksek enflasyon ve yüksek işsizlikten aynı anda muzdarip olan bir toplum örneği bulunmazdı. Fakat bu, gerçekte pek çok kez, en belirgin biçimde de 1970’lerde Amerika’da meydana geldi. Hem de Keynesyen iktisatçıların vaatlerinin aksine, Başkan Nixon’dan “serbest piyasa iktisatçısı” Milton Friedman’a kadar tüm ABD kuruluşlarına rağmen. Bu kurum ve kuruluşlar “Hepimiz artık Keynesçiyiz” nakaratını tekrarlayarak işsizlikle beraber yüksek enflasyonla mücadele ettiler, işsizlik enflasyon tırmandıkça sürdü, bu ikisi arasındaki karşılıklı ödünleşme teorisini de çöpe attı. Aklı başında herhangi bir toplumda, Keynes’in fikirleri iktisat ders kitaplarından çıkarılmalı ve akademik komedi âlemine hapsedilmelidir ancak hükümetin akademik çevreyi büyük ölçüde kontrol ettiği bir toplumda, ders kitapları daha fazla para basmayı meşrulaştıran Keynesyen sloganı öğütlemeye devam etmiştir. Para basma kabiliyetine sahip olmak, kelimenin gerek mecazî gerekse tam anlamıyla herhangi bir hükümetin gücünü artırır ve her hükümet kendisine daha çok güç veren şeyler arar.


Günümüz ve çağımızda hükümetin onayladığı bir diğer ekonomik düşünce, entelektüel babalığını Milton Friedman’ın yaptığı monetarist ekoldür. Monetaristler, en iyi, Keynesyenlerin “şiddete uğramış eşleri” şeklinde anlaşılırlar: Serbest piyasanın zayıf samandan savlarını temsil edip sürekli ve kapsamlı bir şekilde çürütülerek, entelektüel meraklıların serbest piyasaları ciddi bir şekilde tartışmasını engellerler. Esasında monetarist olan ekonomistlerin sayısı Keynesyenlere kıyasla oldukça küçük bir yüzdeye sahiptir ancak iki taraf da eşitmişçesine monetaristlere fikirlerini ifade edebilmeleri için geniş alanlar tanınır. Monetaristler, Keynesyen modellerin temel varsayımları üzerinde Keynesyenler ile mutabakat içindedir ama modelin bazı sonuçlarıyla birlikte makroekonomideki hükümetin rolünün biraz azaltılmasını önermeye cesaretlendiren ayrıntılı ve sofistike matematiksel kelime oyunları bulurlar ve fakirleri umursamayan kalpsiz şeytanî kapitalistler olarak itham edilerek kapı dışarı edilirler.


Monetaristler genellikle Keynesyenlerle, işsizlikle mücadele için para harcamak konusunda fikir ayrılığındadır. Uzun vadede, para harcamanın, işsizlik üzerindeki etkileri azalırken enflasyona sebep olacağını savunurlar. Bunun yerine, monetaristler ekonomiyi canlandırmak için vergi indirimlerini tercih ederler çünkü serbest piyasanın, kaynakları devlet harcamalarından daha iyi tahsis edeceğini savunurlar. Vergi kesintileriyle harcama artırımları arasındaki tartışma sürerken, gerçekte her iki politikada da sonuçta para arzında bir artış yaratan, hükümetin parasallaşma yoluyla fonlayabileceği hükümet açıkları ile sonuçlanır. Bununla birlikte, monetarist düşüncenin temel ilkesi, tüm ekonomik problemlerin nedeni olarak gördükleri hükümetin para arzındaki çöküşleri engellemesine ve/veya fiyat seviyesindeki düşüşleri engellemesine duyulan ihtiyaçtır. Fiyat seviyesindeki bir düşüş veya monetaristler yahut Keynesyenler tarafından deflasyon olarak adlandırılan durum insanların para istiflemeleriyle ve harcamalarını azaltmalarıyla sonuçlanır, bu da işsizliği artırır ve resesyona sebep olur. Monetaristler için deflasyon, endişe verici biçimde, genelde bankacılık sektörü bilançolarında bir çöküşle birlikte gelir ve bu yüzden, monetaristler gibi sebep ve sonuç arasındaki ilişkiyi anlamaktan haz etmeyen merkez bankası, deflasyonun gerçekleşmemesi için elinden geleni ardına koymamalıdır. Monetaristlerin deflasyondan bu kadar korkmasının geleneksel bir şekilde ele alındığı 2002’deki eski FED Başkanı Ben Bernanke’nin “Deflation: Making Sure ‘It’ Doesn’t Happen Here” konuşmasına bakınız.⁴


Bu iki düşünce ekolünün katkısının toplamı, dünyanın her yerinde lisans seviyesi makroekonomi derslerinde verilmesi uzlaşılan husustur: Merkez bankası, insanları daha fazla harcamaya teşvik etmek ve böylece işsizliği yeterince düşük tutmak için kontrollü bir hızla para arzını büyütmekle meşgul olmalıdır. Eğer bir merkez bankası para arzını daraltırsa ve yeterince genişletemezse, insanların harcamaktan vazgeçmesine ve böylece istihdama zarar vererek ekonomik gerilemeye neden olan deflasyonist girdaba girmeye sebep olabilir.⁵ Bu tartışmanın niteliği şöyledir: para arzının artırılıp artırılmaması gerektiğini bir kez olsun sorgulamayan ana akım iktisatçılar ve ders kitapları, artışın bir zorunluluk olduğunu varsayar, merkez bankalarının bu artışı nasıl yönetmeleri gerektiğini ve oranları ne denli dikte etmeleri gerektiğini tartışırlar. Keynes’in bugün evrensel olarak popüler olan öğretisi, tüketim ve anlık isteklerin tatmin edilmesidir. Merkez bankalarının para politikası, para arzını sürekli artırarak tasarrufu ve yatırımı daha az çekici hâle getirir, insanların tüketimlerini artırırken tasarruf ve yatırımlarını azaltmalarına sebep olur. Bunun gerçek etkisi yaygın lüks tüketim kültürüdür, insanlar ihtiyaç duymadıkları ıvır zıvırdan daha da fazla satın almak için yaşarlar. Harcamanın alternatifi tasarruflarınızın değer kaybettiğine tanıklık etmek olduğunda, paranız değer kaybetmeden onu harcamaktan siz de zevk alabilirsiniz. İnsanların finansal kararları kişiliklerinin tüm yönlerine yansır, hayatın tüm yönlerinde yüksek bir zaman tercihi doğurur: Değer kaybeden para birimi daha az tasarrufa, daha fazla krediye, ekonomik üretim ile sanatsal ve kültürel etkinliklerde daha fazla kısa vadeciliğe; belki de en zararlısı, toprağın besleyici değerlerini kaybetmesiyle gıdaların besin değerlerini yitirmesine yol açar.


Bu iki düşünce ekolünün karşısına, dünyanın dört bir yanından yüzlerce yıllık ilmin meydana getirdiği klasik iktisat geleneği dikilmektedir. Bugün yaygın olarak, Birinci Dünya Savaşı öncesindeki son iktisatçı neslinin şerefine Avusturya Okulu olarak anılan bu okulun iktisat anlayışı yorumlaması, klasik İskoç, Fransız, İspanyol, Arap ve antik Yunan iktisatçıların çalışmalarına dayanmaktadır. Kesin sayısal analizler ve matematiksel safsataya saplanıp kalan Keynesyenler ve monetaristlerin aksine, Avusturya Okulu olguların nedensel bir kavrayışına ve ispatlanabilir gerçek ilk savlar üzerinden mantıksal çıkarımlar yapmaya odaklanır.


Avusturya Para Teorisi, paranın piyasadaki en pazarlanabilir ve en satılabilir varlıktan doğduğunu varsayar, bu varlığın sahipleri onu kolayca avantajlı koşullarda satabilirler.⁶ Değerini koruyan bir varlık, değer kaybedene nispeten daha çok tercih edilir ve mübadele aracı seçmek isteyen tasarruf sahipleri, zaman içinde parasal varlıklar gibi değerini koruyan varlıklara yönelirler. Ağ etkileri, sonuçta tek veya birkaç varlığın mübadele aracı olarak zuhur edebileceği anlamına gelir. Mises için, hükümet tarafından kontrolün yokluğu bir paranın sağlamlığı için gerek şarttır çünkü tasarruf sahipleri bu paraya yatırım yaparak servet biriktirmeye başlayınca hükümet paranın değerini düşürme isteği duyacaktır.


8. Bölüm’de tartışacağımız gibi, Bitcoin’in toplam sayısına sert bir tavan koyan Nakamoto, açıkça standart bir makroekonomi kitabından değil, paranın miktarının önemsiz olduğunu, para birimlerinin sonsuz oranlarda bölünebilir olması nedeniyle herhangi bir miktardaki paranın herhangi bir büyüklükteki ekonomiyi döndürmek için yeterli olduğunu ve paranın sayısal miktarından ziyade gerçek mal ve hizmetleri alım gücünün önemli olduğunu savunan Avusturya Okulu’ndan etkilenmişti. Ludwig von Mises’in söylediği gibi:⁷


Paranın sağladığı hizmetler, paranın satın alma gücünün yüksekliğine göre belirlenir. Hiç kimse elinde bir miktar veya ağırlıkta para tutmak istemez, parayı elinde belirli bir satın alma miktarı olarak tutmak ister. Piyasanın işleyişi, para arzı ve paraya olan talebin birbirine rast geldiği noktada nihai olarak paranın satın alma gücünü belirler, böylece para için ne bir fazlalık ne de bir açık olamaz. Her birey ve tüm bireyler hep birlikte, toplam para miktarı ister büyük ister küçük olsun, dolaylı mübadele ve paranın kullanımından türetebilecekleri avantajların keyfini sürerler... paranın sağladığı hizmetler para arzının değişmesiyle gelişmez ya da gerilemez... Ekonomide mevcut olan tüm paranın miktarı, paranın yaptığı ve yapabileceği her şeyi herkes için sağlamaya yeterlidir.

Murray Rothbard, Mises ile şu konuda hemfikirdir:⁸


Sabit para arzının olduğu bir dünya 18. ve 19. yüzyılın büyük çoğunluğundaki gibi olurdu; mal arzını artıran, bu malların üretim maliyetlerinin ve dolayısıyla fiyatlarının düşmesine yol açan ve artan sermaye yatırımı ile gelişip büyüyen Sanayi Devrimi, bu dönemle özdeşleşmiştir.

Avusturyalı görüşe göre, para arzı sabitse, ekonomik büyüme gerçek mal ve hizmetlerin fiyatlarının düşmelerine sebep olur, böylece insanlar gelecekte bu mal ve hizmetlerden artan oranlarda satın alabilir. Böyle bir dünya Keynesyenlerin korktuğu gibi anlık tüketimin önüne geçecek, ancak daha fazla tüketimin yapılabileceği gelecek için tasarruf ve yatırımları teşvik edecektir. Yüksek zaman tercihine dayanan bir düşünce okulu için; Keynes’in, geçmişte artan tasarrufların harcamalarda sebep olduğu artışın, tasarrufun mevcut herhangi bir andaki tüketim üzerindeki etkisinden daha ağır basmakta olduğunu anlayamaması anlaşılabilirdir. Sürekli tüketimi erteleyen bir toplum, uzun vadede daha az tasarruf eden bir toplumdan daha fazla tüketimde bulunacaktır çünkü düşük zaman tercihli toplum daha fazla tasarruf yaparak mensuplarına daha fazla gelir sağlar. Tasarrufa gelirlerinin daha büyük bir yüzdesini ayıran düşük zaman tercihli toplumlar gelecekte daha fazla sermaye stoku ile birlikte daha yüksek seviyede tüketime sahip olacaklardır.


Eğer toplum, pamuk lokum deneyindeki küçük bir kız olsaydı, Keynesyen ekonomiler deneyi kızın beklemesi hâlinde ödül olarak iki vermek yerine yarım vererek cezalandıracak biçimde değiştirmenin yollarını ararlardı, irade gücünü ve düşük zaman tercihini zararlı gösterirlerdi. Anlık zevklerin tatmin edilmesi, daha muhtemel olan ekonomik eylemdir ve bu kültürün ve toplumun tüm alanlarına yansıyacaktır. Öte yandan Avusturya Okulu, sağlam parayı telkin eder, eğer çocuk beklerse, onu uzun vadede daha mutlu edecek daha büyük bir ödül olacaktır, işte doğanın insanlara sunduğu bu kendisiyle yapacağı karşılıklı ödünleşmenin gerçekliğini fark eder ve çocuğu hazzını ertelemeye teşvik eder.


Paranın değeri arttığında, insanlar tüketimden ziyade gelecekteki gelirlerinden daha fazlasını tasarruf ederler. Bir terapi olarak alışveriş, yani ucuz plastik çer çöpü daha parlak ucuz plastik yeni çer çöple değiştirmeye sürekli ihtiyaç duyulan lüks tüketim kültürü, zamanla değer kazanan bir paranın olduğu toplumda yer bulamaz. Böyle bir dünya insanların daha düşük zaman tercihleri geliştirmesine sebep olur çünkü parasal kararları gelecekleriyle ilintili olacak ve bu onlara geleceğe daha fazla değer vermeyi öğretecektir. Böylesi bir toplumda insanların yalnızca daha fazla tasarruf edip yatırım yaptığını değil, aynı zamanda ahlâkî, sanatsal ve kültürel olarak da daha uzun vadeci olduğunu görürüz.


Değer kazanan bir para birimi, tasarrufu teşvik eder, tasarruflar da zaman içinde satın alma gücü kazanır. Yani, ertelenmiş tüketimi teşvik eder ve daha düşük zaman tercihine neden olur. Öte yandan zamanla değer kaybeden bir para birimi, vatandaşların sürekli enflasyonu yenmek için risk barındıran getiri arayışında olmasına sebep olur, bu da daha riskli yatırımlarda artışa ve yatırımcılar arasında daha yüksek bir risk toleransı, dolayısıyla da daha yüksek kayıplar getirir. Değeri istikrarlı olan paraya sahip toplumlar düşük bir zaman tercihi geliştirir, tasarruf edip geleceği düşünmeyi öğrenirler. Yüksek enflasyonlu ve değer kaybeden ekonomiler, insanların tasarrufa dikkat etmemesine ve anlık hazlarını tatmin etmeye odaklanarak daha yüksek zaman tercihi geliştirmesine yol açar.


Dahası, değer kazanan bir para birimi olan bir ekonomide, sadece paranın değer kazanmasına kıyasla gerçekte pozitif getirisi olan projelere yatırım yapılacaktır, yani yalnızca toplumun sermaye stokunu artıran projeler finanse edilecektir. Buna karşılık, değer kaybeden bir para birimine sahip bir ekonomide, paranın değer kaybının üzerinde getiri sağlayan projelere yatırım olacaktır ancak gerçek getiri negatif olacaktır. Enflasyonu yenen ancak gerçekte pozitif getiri sağlamayan projeler toplumun sermaye stokunu eritir ancak yine de yatırımcılar için rasyonel bir alternatif teşkil ederler çünkü paranın değer kaybetmesine kıyasla sermayeyi daha yavaş eritirler. Bu yatırımlar Ludwig von Mises’in -yalnızca enflasyon ve yapay olarak düşürülmüş faiz oranları döneminde kârlı görünen kârsız projeler şeklinde- kötü yatırım olarak tanımladığı yatırımlardır ve enflasyon oranı düştüğü ve faizler yükseldiği anda kârsız oldukları ortaya çıkarak, âni yükseliş ve düşüş döngüsünün düşüş kısmına sebep olacaklardır. Mises’in söylediği gibi, “âni yükseliş kötü yatırımlar yoluyla kıt üretim faktörlerini israf eder ve aşırı tüketimle elde mevcut sermayeyi azaltır; sözüm ona nimetlerinin bedeli de yoksulluktur.”⁹


Bu ifade, neden Avusturya Okulu iktisatçılarının para olarak altını tercih ederken, ana akım Keynesyen iktisatçıların hükümetin iradesine göre artırılabilen esnek hükümet parasını savunmaya devam ettiklerini açıklamaya yardımcı olur. Keynesyenlere göre fikirlerinin daha üstün olduğunun ispatı, tüm dünya merkez bankalarının itibari para (fiat money) birimleri kullanıyor oluşudur. Öte yandan Avusturyalılar için, hükümetlerin altının para olarak kullanımını yasaklayarak ödemelerin itibari para birimleriyle yapılmasına zorlayıcı tedbirleri almaları gerçeği, aslında itibari paranın ucuzluğunu ve serbest bir piyasada işe yaramayacağının bir ispatıdır. Ayrıca iş döngüsünün âni yükseliş ve düşüşlerinin ana sebebidir. Keynesyen iktisatçıların resesyonları açıklama için “hayvan ruhlardan” medet ummaktan başka açıklamaları yokken, Avusturyalı iktisatçılar iş döngülerinin nedenini açıklayan Avusturya İş Döngüsü Teorisi olarak adlandırdıkları yegâne tutarlı teoriyi geliştirmişlerdi.¹⁰


Dipnotlar:

1. John Matonis, “Bitcoin Obliterates ’The State Theory Of Money’”, Forbes, 2 Nisan 2013.

2. Ve sermaye teorisinde, diğerleriyle birlikte Böhm-Bawerk, Mises, Hayek, Rothbard, Huerta de Soto, Salerno’nun ifade ettikleri gibi Avusturya Sermaye Teorisi’ne alternatif kabul etmezler.

3. John Maynard Keynes, A Tract on Monetary Reform, 1923, böl. 3, s. 80. Günümüz Keynesyenlerinin bu alıntıyı Keynes’in gelecek uğruna şimdiki zaman için kaygısının bir tercümesi olarak görmeyi reddettiklerini belirtmek önem arz etmektedir. Bunun yerine, Simon Taylor gibi Keynesyenler, bunun Keynes’in gelecekteki uzak bir enflasyon tehdidi için endişe etmektense işsizlikle derhâl mücadele edilmesine öncelik vermesi olduğunu öne sürerler. Bu savunma ne yazık ki yalnızca Keynes’in modern öğrencilerinin de tıpkı kendisi gibi kısa vadeci ve issizlige enflasyonist politikaların sebep olduğu temel gerçekliğinden de tamamen bihaber olduklarını göstermekten başka bir işe yaramamaktadır. Bkz. “The True Meaning of ‘In the long run we will all be dead’”.

4. Remarks by Governor Ben S. Bernanke Before the National Economists Club, Washington DC, 21 Kasım 2002, “Deflation: Making Sure ‘It’ Doesn’t Happen Here”.

5. Bkz. Campbell McConnell, Stanley Brue ve Sean Flynn, Economics, New York: McGraw-Hill, 2009, s. 535.

6. Carl Menger, On the Origins of Money, 1892.

7. Ludwig von Mises, İnsan Eylemi, 1949, s. 421.

8. Murray Rothbard, “The Austrian Theory of Money”, The Foundations of Modern Austrian Economics (içinde), 1976, ss. 160-184.

9. Ludwig von Mises, İnsan Eylemi, 1949, s. 575.

10. Bkz. Murray Rothbard, Economic Depressions: Their Cause and Cure, Ludwig von Mises Enstitüsü, 2009.


 

Yazar: Saifedean Ammous
Dr. Saifedean Ammous, 2003’te Beyrut Amerikan Üniversitesi’nden makine mühendisi olarak mezun olmasının ardından iktisat eğitimi alarak Lübnan Amerikan Üniversitesi’nde ekonomi profesörü ve Columbia üniversitesinde Kapitalizm ve Toplum Merkezi üyesi olmuştur. Columbia Üniversitesi’nde “sürdürülebilir kalkınma” üzerine doktora yapmıştır. Ammous, onlarca dile çevrilen Mart-2018 yayın tarihli The Bitcoin Standard ve Kasım-2021 yayın tarihli The Fiat Standard adlı ufuk açıcı kitapların yazarıdır. Aynı zamanda Avusturya İktisat Ekolü’nden esinle ekonominin ilkeleri üzerine derinlikli bir çalışması da pek yakında basılacaktır. Şu sıralar ekonomi dersleri vermekte ve Saifedean.com adlı web sitesi üzerinden çok kapsamlı bir podcast yayınlamaktadır. Twitter, YouTube, Instagram ve Facebook üzerinden irtibata geçebilirsiniz.

Çevirmen: Evgin Serbest

Editör: Fırat Kaan Aşkın

Bu yazı, her Salı, Perşembe ve Cumartesi akşamları bölüm bölüm paylaşacağımız Bitcoin Standardı adlı eserin Liberus Kitap/Liber Plus Yayınları tarafından yapılan basımından alıntıdır. Kitabın fiziksel kopyasını satın almanızı önem ve ısrarla tavsiye ederiz.
84 görüntüleme0 yorum

Son Yazılar

Hepsini Gör
Yazı: Blog2 Post
bottom of page