top of page

Merkez Bankalarına Kimin İhtiyacı Var?

Hiç Kimsenin.


31/03/2022 - Vibhu Vikramaditya

Federal Rezerv kredi faizi oranını %0,25-0,50 aralığına yükseltirken, dünya çapında homurtular duyulmakta ve mali uzmanlar, pandemi karantinalarından kurtulmaya çalışan firmaların maliyet yapıları üzerinde artan baskılar nedeniyle kıyamet öngörmektedir. Federal Rezerv, kendi ülkeleri tarafından görünürde istikrar ve ekonomilerinin düzgün işleyişini sürdürmek üzere idare edilen dünya çapındaki merkez bankaları grubunun lideridir.


Merkez bankalarının sözde meşruiyeti, dünya genelindeki merkez bankalarının paylaştığı üç temel hedefe dayanmaktadır. İlk hedef, merkez bankalarının para arzını ekonomiden gelen gerçek talep ve arz baskılarıyla ilişkili olarak genişletmesi ve daraltması gerektiği inancı olan fiyat istikrarıdır. İkinci hedef makroekonomik büyüme beklentilerini körüklemektir; bu da borçlanma maliyetini düşürerek yapılır, ki böylece güya işletmeler yatırımlarını arttırır, üretim ve genel büyümede artışa yol açar.


Son hedef ise iş döngüsündeki bir düşüş sırasında üretimin düşmesinden kaynaklanabilecek yüksek işsizlik oranlarını dengelemek için merkez bankasının üstlendiği eylemler olan döngüsellik karşıtı önlemleri uygulamaktır.


Fiyat İstikrarı

Merkez bankasının fiyat istikrarını sağlamadaki rolü aslında paranın değerini kontrol etmek, yani genel bir enflasyonun ya da genel bir deflasyonun gerçekleşmesine izin vermemektir. Harcamalar temelinde ağırlık verilmiş bir mal sepetinden oluşan fiyat endeksi oluşturulur ve ekonomideki genel fiyat seviyesindeki değişikliklerin bir göstergesi olarak fiyat hareketleri takip edilir.


Endeksin değerindeki artış veya azalış, sabit bir yüzdelik büyüme kuralıyla birlikte değerlendirilir. Endeksin değeri belirlenen sabit büyüme oranından (genellikle %2) daha fazla arttığında veya azaldığında, merkez bankası piyasalardaki paranın değerini etkilemek için para politikası araçlarıyla devreye girer.


Paranın değerini koruma fikri iyi niyetli olsa da, yükselen ve düşen fiyatların piyasa ekonomisinde oynadığı rolün yanlış anlaşılmasından muzdariptir. Fiyatlar, merkezsiz bir şekilde etrafa dağılmış önemli ekonomik veriler hakkında bilgi ileten koordinasyon sinyalleri olarak işlev görür. İyi işleyen bir piyasada fiyatların yükselmesinin özel bir rolü vardır: piyasada bir nesne kıtlaştığında, yükselen fiyatlar tüketicilere bu nesneden tasarruf etmeleri için bir sinyal verirken, aynı zamanda tedarikçilere kaynakların daha kârlı bir şekilde kullanılabileceğine işaret eder, onlar da normalin üzerinde kârlar elde edilene kadar nesnenin arzını artırır ve bu süreçte fiyatını düşürür.


Bu nedenle, mal sepetindeki malların fiyatları arttığında endeksin değeri artar ve merkez bankasının fiyat artışlarını dengelemek için piyasaya müdahale etmesini sağlar, ancak bunu yaparak merkez bankaları piyasa sürecine müdahale etmiş olur. Bu durum girişimcilerin yüksek kâr fırsatlarından yararlanmasını engeller; eğer fiyatlardaki artış talep yönlü enflasyondan kaynaklanıyorsa, müdahale tüketicilerin kendilerini daha iyi duruma getirecek malları almasını da engeller.


Makroekonomik Büyüme ve Döngüsellik Karşıtı Hedefler

Modern merkez bankacılığı ekonominin gerçek büyüme oranının uzun dönemli trend büyüme oranından sapmaları üzerinden iniş ve çıkışların izini sürer. Başka bir deyişle, bir büyüme döngüsü yükselişi (düşüşü), uzun dönemli trend oranından daha yüksek (daha düşük) büyüme ile işaretlenir. Bir ekonominin sağlığı, mevcut büyüme oranı ile uzun vadeli trendlere dayalı olarak öngörülen büyüme oranı arasındaki yakınlık açısından anlaşılır. Merkez bankaları ekonominin mevcut sağlığını ölçmek için tüketici güven anketleri, haftalık çalışma süresi anketleri ve sanayi üretim endeksleri gibi diğer gecikmeli ve öncü göstergeleri de kullanmaktadır.


Mevcut büyüme seviyesi veya göstergelerin değeri ekonominin canlandırılması gerektiğini gösterdiğinde, ekonomiyi tekrar rayına oturtma hedefine ulaşmak için ekonomideki para arz ve talebini etkilemek üzere çeşitli para politikası araçları kullanılır. Merkez bankaları firmalar için borçlanma maliyetini düşürmeye çalışırken, ticari bankalar için de borç verme maliyetini düşürür, bu da ticari bankaların kendi faiz oranlarını düşürür. Faiz oranlarındaki düşüşün firmalar için borçlanma maliyetini düşürmesi, böylece bir yatırımın getirisinin maliyetinden marjinal olarak daha fazla olması ve böylece çarpan süreci yoluyla yatırım ve çıktıyı artırması beklenir.


Ancak ilk bakışta üretim ve harcamalardaki düşüşe karşı alınan bu tür önlemler mantıklı görünse de, merkez bankacılarının eylemleri ekonomiyi orantısız bir şekilde etkilediği için daha derin bir bakış gerektirmektedir. Ekonomideki toplam harcamalar, biri üretim yapısını desteklemek için yapılan harcamalar, diğeri de nihai ürünlere yapılan harcamalar olmak üzere iki kısımdan oluşur. Üretim yapısına yönelik harcamalar, firmaların verimliliğini ve ölçeğini arttırmak için sermaye yatırımlarına ve çıktıları üretmek için girdi olarak kullanılan döner sermayeye yapılan harcamalardan oluşurken, nihai ürünlere yönelik harcamalar, nihai mal ve hizmetlere yönelik tüketici harcamalarını ifade eder.


Firmalar genellikle kârlarının bir kısmını tasarruf eder ve bu havuzu gelecekteki sermaye yatırımlarını finanse etmek için kullanır. Firmalar harcama yapmak yerine tasarrufa başvurduklarında, üretimde düşüş yaşanabilir, ancak üretim ve harcamalardaki bu düşüş ekonominin sağlığının kötü olduğuna dair bir işaret değil, sadece ekonominin geçirmesi gereken ve maliyetlerin düşmesi nedeniyle üretimde verimlilik, yenilik ve etkinlik artışıyla sonuçlanan bir süreçtir.


Bu verimlilik, makinelerini değiştiren ya da kapasitelerini artıran firmaların sermaye yapılarındaki değişikliklerden kaynaklanmaktadır. Bu süreç aynı zamanda harcanan birim para başına düşen mal miktarı arttığı için paranın değerinin de artmasıyla sonuçlanır.


Çıktıdaki bir düşüş kısa sürede ekonomi için daha yüksek bir verimlilik ve refah seviyesine doğru azalacaktır, ancak merkez bankası borçlanma maliyetini düşürmek için kolay para politikasıyla müdahale ederse, bu Cantillon etkilerine yol açar. Tasarruf sahipleri, paralarının değerini düşüren ve enflasyona yol açan ilave yapay para üretimi nedeniyle kaybederler.


Sonuç

Kolay para politikaları, sermaye yatırımlarının sürdürülemez bir yöne doğru yönlendirilmesinden dolayı sermayenin yanlış tahsisi ile sonuçlanan sürdürülemez ani yükselişleri körüklemektedir. Her firma yatırımlarını maliyet ve faydaların karşılaştırılması temelinde yapar. Faiz oranlarının düşürülmesiyle maliyetler yapay olarak düşürüldüğünde, daha önce kârlı olmayan yatırımlar artık kârlı görünmektedir, ancak bu kârlılık gerçek tüketici talebine dayanmadığından, üreticiler kıt kaynaklar için rekabet ettikçe enflasyon kısa sürede artar.


Enflasyondaki artış, başlangıçta yapay olarak düşük faiz oranlarıyla desteklenen kâr marjlarını daraltır ve mevcut yatırımların sürdürülemez hâle gelmesini önlemek için yeniden ek bir parasal baskıya ihtiyaç duyulur. Dolayısıyla, merkez bankalarının iş döngüleri yarattığı ve piyasa süreçlerini bozduğu sonucuna varıyoruz. Bu nedenle, merkez bankalarına olan ihtiyacı yeniden gözden geçirmeliyiz, zira merkez bankaları pek çok ekonomik sorunun kaynağıdır.


 

Vibhu Vikramaditya sermaye teorisi, para teorisi ve iş döngülerinde araştırma ilgisi olan bir liberteryen ve ekonomi öğrencisidir. Ekonomideki olaylar hakkında özgürlük yanlısı bir konumdan yasal ve iktisadî bir bakış açısıyla yazıyor ve her bireyin özgürlüğü ile haklarını korumanın barış, refah ve büyümeye yönelik en önemli eylem olduğuna inanıyor. Diğer çalışmaları The Austrian Economics Center, The Libertarian Institute, and BeingLibetarian.com’da bulunabilir. Ayrıca Vibhu’ya e-posta adresinden ve Twitter hesabından ulaşılabilir.

Çevirmen: xxx

Editör: Fırat Kaan Aşkın

Bu yazı Mises.org sitesinin ''Central Banks: Who Needs Them? No One'' adlı makalesinin çevirisidir.

Not: Bu makale Mises Enstitüsü'nün görüşlerini yansıtmayabilir.
195 görüntüleme0 yorum

Son Yazılar

Hepsini Gör
Yazı: Blog2 Post
bottom of page