23/03/2018 - Saifedean Ammous

⏪ Önceki Bölüm - Sonraki Bölüm ⏩
Maziye baktığımızda 1871’de Fransa-Prusya Savaşı sona erdiğinde tüm önde gelen Avrupalı güçlerin aynı parasal standarda, yani altına geçmeleri, şaşırtıcı bir zenginlik ve gelişme dönemini beraberinde getirmiştir. 19. yüzyılın ve özellikle de ikinci yarısının, tarih boyunca insanlığın en çok geliştiği, inovasyon ve başarılarla dolu bir dönem olduğu söylenebilir. Altının parasal rolü de bu başarımlarda çok önemliydi. Gümüş ve diğer araçların gitgide tedavülden kalkması ile tüm gezegen aynı altın standardını kullanıyor, bu da telekomünikasyon ve ulaşımdaki gelişmelerin küresel servet birikimini ve ticareti daha önce görülmemiş ölçüde büyütmesine imkân tanıyordu.
Farklı para birimleri aslında farklı gramajlardaki fiziksel altınlardı. Bir milletin para birimi ile diğeri arasındaki kur farkı da tıpkı inç ve santimetre arası dönüştürme yapar gibi, bu gramajlar arasında dönüşüm yapılmasıyla hesaplanıyordu. İngiliz sterlini 7,3 gram, Fransız frangı 0,29 gram, Alman markı 0,36 gram altına eşdeğerdi. Bu da aralarındaki kurun sterlin başına 26,28 frank ve 24,02 mark olduğu anlamına geliyordu. Mesafe hesaplarken emperyal birimleri metrik birimlere çevirir gibi, para birimleri de evrensel değer saklama aracı -yani altın- cinsinden ekonomik değerini ölçmek için kullanılıyordu. Bazı ülkelerin paraları, altından oldukları için diğer ülkelerde de oldukça satılabilirdi. Her ülkenin para arzı doktora sahibi üyelerle dolu merkezî planlama komiteleri tarafından değil, piyasanın doğal işleyişi tarafından belirleniyordu. İnsanlar diledikleri miktarda para tasarruf ediyor, yerli ve yabancı istedikleri ürüne harcayabiliyordu. Gerçek para arzı kolaylıkla ölçülebilir bile değildi.
Paranın sağlamlığı dünya çevresinde serbest ticarete yansıyordu. Belki de daha önemlisi, altın standardını benimsemiş olan daha gelişmiş toplumlarda artan tasarruf oranlarıydı. Böylece modern yaşantımızı şekillendiren endüstrileşmeyi, kentleşmeyi ve teknolojik gelişmeleri finanse etmek için gerekli sermaye birikimi de mümkün oldu. (Bkz. Tablo 1)¹
Tablo 1: Altın Standardında Başlıca Avrupa Ekonomilerinin Dönemleri
Para Birimi | Altın Standardında Geçirdiği Dönem | Yıllar |
Fransız frangı | 1814-1914 | 100 yıl |
Hollanda guldeni | 1816-1914 | 98 yıl |
İngiliz sterlini | 1821-1914 | 93 yıl |
İsviçre frangı | 1850-1936 | 86 yıl |
Belçika frangı | 1832-1914 | 82 yıl |
İsveç kronu | 1873-1931 | 58 yıl |
Alman markı | 1875-1914 | 39 yıl |
İtalyan lireti | 1883-1914 | 31 yıl |
1900 yılına gelindiğinde endüstrileşmiş tüm milletlerle birlikte yaklaşık 50 millet resmî olarak altın standardına geçmişti. Her ne kadar altın standardına geçmemiş olsalar da asıl değişim aracı olarak altın paralar kullanılmaktaydı. En önemli teknolojik, medikal, ekonomik ve sanatsal insan başarımları altın standardı döneminde icat edilmiştir. Bu da kısmen Avrupa genelinde neden bu dönemin la belle époque² ya da güzel dönem olarak bilindiğini açıklamaktadır. İngiltere, imparatorluğunun tüm dünyaya yayıldığı ve büyük askerî çatışmalar içinde olmadığı Pax Britannica’nın zirve yıllarını yaşıyordu. Amerikan yazar Nellie Bly 1899’da dünya çevresini 72 günde dolaşarak rekor kırdığında yanında İngiliz altın parası ile Bank of England banknotları taşıyordu.³ Dünyanın çevresini dolaşmak ve Nellie’nin gittiği her yerde tek tip para kullanmak mümkündü.
Amerika Birleşik Devletleri’nde ise bu çağ Yaldızlı Çağ olarak bilinmekteydi. Amerikan İç Savaşı’nın ardından 1879’da altın standardının tekrar yürürlüğe girmesiyle ekonomik büyüme patladı. Yaldızlı Çağ yalnızca, 6. Bölüm’de ele alınacağı üzere, gümüş can çekişirken ABD hazinesinin gümüşü tekrar tedavüle koyarak para olarak kullanılmasını emrettiği kısa bir parasal çılgınlık döneminde duraksadı. Bu durum ülkedeki para arzında büyük bir artışa ve insanların altın almak için, hazine bonolarını ve gümüşlerini satmak için bankalara hücum etmesine sebep oldu. Sonuçta 1893 ekonomik gerilemesi gerçekleşmiş oldu. Ardından da ABD ekonomisi büyümeye devam etti.
Dünyada çoğunluğun tek bir sağlam parayı benimsemesi ile bu denli sermaye birikimine, küresel ticarete, hükümetler üzerinde kısıtlamalara ve yaşam standartlarında dönüşüme şahit olan bir başka dönem daha önce yaşanmamıştı. Yalnızca Batı ekonomileri değil, aynı zamanda toplumları da daha özgürdüler. Hükümetler insanların hayatlarının mikromanajına yönelik çok az bürokrasiye sahipti. Mises’in açıkladığı gibi:
Altın standardı, kapitalizm çağının dünya standardıydı. Refahı, özgürlüğü ve demokrasiyi hem siyasî hem de ekonomik olarak artırmıştı. Onu serbest tüccarların gözünde asıl değerli kılan şey, tam da uluslararası ticaret ve uluslararası paranın ve sermaye piyasaları işlemlerinin ihtiyacını duydukları uluslararası bir standart olmasıydı. Aynı zamanda o, Batılı sanayileşme ve Batılı sermayenin, Batı uygarlığını, sayesinde dünyanın en ücra köşelerine taşıdığı değişim aracıydı. Gittiği her yerde eski çağdan kalma önyargı ve batıl inançların prangalarını kırıyor, yeni hayatın ve yeni refahın tohumlarını atıyor, zihin ve ruhları özgür kılıyor ve daha önce benzeri görülmemiş zenginlikler yaratıyordu. Daha önce eşi benzeri görülmemiş şekilde, tüm milletleri birbiriyle barış içinde işbirliği yapan, özgür milletler hâlinde birleştirmeye hazır Batı liberalizmini de beraberinde getirdi. İnsanların neden altın standardını en büyük ve çağın en faydalı çağın sembolü olarak gördüğünü anlamak kolaydır.⁴
Bu dünya 1914’te, yalnızca Birinci Dünya Savaşı ile değil, aynı zamanda dünyanın büyük ekonomilerinin altın standardından vazgeçerek sağlam olmayan hükümet parası sistemine geçmesiyle alaşağı oldu. Yalnızca Birinci Dünya Savaşı’nda tarafsız olan İsviçre ve İsveç 1930’lu yıllara kadar altın standardında kalan iki ülkeydi. Hükümet kontrollü para çağı, katıksız feci sonuçlarla küresel seviyede başlamak üzereydi.
19. yüzyıldaki altın standardı, dünyanın gördüğü ideal sağlam paraya en yakın şey olsa da yine de kendince kusurları vardı. Birincisi, hükümetler ve bankalar her zaman rezervlerindeki altın miktarının ötesinde bir değişim aracı yaratıyorlardı. İkincisi, birçok ülke rezervlerinde sadece altın değil, aynı zamanda diğer ülkelerin para birimlerini de saklıyordu. O zamanki süper güç olan İngiltere, para birimi tüm dünyada rezerv para olmasından kârlı çıktı: Rezervlerindeki altın, olağanüstü para arzının yalnızca küçük bir bölümünü teşkil ediyordu. Dünya çapında büyük miktarda para ödemelerine bağlı olan uluslararası ticaretle birlikte, Bank of England banknotları o zamanlar çoğunun zihninde “altın kadar iyi” hâle geldi. Altın çok sağlam bir para olsa da merkez bankalarında ödemelerin tahakkuk edilmesinde kullanılan enstrümanlar, nominal olarak altına çevrilebilir olsa da nihayetinde altından daha kolay üretilebilir oldu.
Bu iki kusur, altın standardının, herhangi bir ülkedeki vatandaşların büyük bir bölümünün bankalardan kâğıt paralarının karşılığı olan altını almak için hücum etmesine karşı savunmasız olduğu anlamına geliyordu. Altın standardının bu iki sorunun özünde yatan ölümcül kusuru, fiziksel altın ile ödemelerin külfetli, pahalı ve güvensiz olmasıydı. Bu da birkaç fiziksel merkezde (bankalar ve merkez bankaları) altının merkezîleşmesine ve hükümetler tarafından devralınmaya karşı hassasiyete sebep oluyordu. Altınla yapılan fiziksel ödemeler tüm ödemelerin yanında çok küçük bir oranda kaldığından, bankalar fiziksel altın karşılığı olmayan paralar yaratarak ödemelerde kullanma imkânına sahipti. Ödeme ağı, sahiplerinin itibarlarının tedavüle gireceği derecede değerlenmişti. Bir bankayı işletmek demek para yaratmak anlamını kazanınca, doğal olarak hükümetler merkez bankaları yoluyla bankacılık sektörünü devralmaya yöneldiler. Bu işin cazibesi her zaman güçlü olmuştu: Neredeyse sonsuz olan bu denli güvenli finansal servet sadece muhalefeti susturmakla kalmamış, aynı zamanda bu tür fikirleri teşvik etmeleri için propagandacıları da finanse etmiştir. Altın hükümdarları kısıtlayacak hiçbir mekanizmaya sahip değildi. Altın standardını suistimal etmeyeceklerine ve halkın da daima uyanık olarak hükümdarlara bu fırsatı vermeyeceklerine güvenmek durumundaydı. Fakat geçen her nesilde zenginlikle birlikte gelen kayıtsızlığa⁵ eşlik eden düzenbazların ve saray soytarısı iktisatçıların ucuz söylemleri, nüfusun giderek artan bir kesimini cezbetmekte; geriye sadece insanları para arzını kurcalayarak zenginlik üretilemeyeceğini, bir hükümdara parayı kontrol etme yetkisinin verilmesinin herkesin hayatını kontrol etmesi demek olduğunu, uygar insan yaşamının ticaret ve sermaye birikimine sağlam bir temel sağlayan paranın sağlamlığına bağlı olduğunu ikna etmek için çetin bir mücadele veren bilgili iktisatçı ve tarihçi azınlığı bırakmaktaydı.
Altının merkezîleştirilmesi, altını parasal rolünün düşmanları tarafından gasp edilmesine karşı savunmasız hâle getirdi ve altın, Mises’in de iyi bildiği gibi, çok fazla düşmana sahipti:
Milliyetçiler altın standardıyla savaşıyorlar çünkü ülkelerini dünya pazarından koparmak ve mümkün olduğunca ulusal özerklik kurmak istiyorlar. Müdahaleci hükümetler ve baskı grupları, altın standardı ile mücadele ediyorlar çünkü fiyatları ve ücret oranlarını manipüle etme çabalarına karşı en ciddi engel olduğunu düşünüyorlar. Ancak en fanatik saldırılar, kredi genişletme niyetinde olanlar tarafından yapılmaktadır. Onlara göre kredi genişlemesi, ekonomik her derde devadır.⁶ Altın standardı, siyasî arenada alım gücündeki nakit kaynaklı takas hükmünü kaldırır. Genel kabul şu gerçeğin idrakini gerektirir: para basarak herkesi zengin edemezsiniz. Altın standardına duyulan tiksinti, her şeye muktedir hükümetlerin küçük kâğıt parçalarından servet yaratılabileceği hurafesinden gelir [...] Hükümetler onu yok etmeye hevesliydi çünkü kredi genişlemesinin faiz oranını indirmenin ve ticaret dengesini “geliştirmenin” uygun bir yolu olduğu hurafesine inanıyorlardı [...] İnsanlar altın standardıyla savaşırlar çünkü serbest ticaret yerine ulusal özerklik, barış yerine savaş, özgürlük yerine her şeye muktedir totaliter bir hükümet isterler.⁷
Yirminci yüzyıl, hükümetlerin altın standardı tabanlı modern merkez bankasını icat ederek vatandaşlarının altınlarını kontrol altına almalarıyla başladı. Birinci Dünya Savaşı başladığında, bu rezervlerin merkezîleşmesi, bu hükümetlerin para kaynaklarını, altın rezervlerinin ötesine genişletmelerine ve paralarının değerini azaltmalarına yol açtı. Ancak merkez bankaları küresel ABD doları standardının şekillenmeye başladığı 1960’lara kadar daha fazla altın biriktirip el koymaya devam ettiler. Her ne kadar 1971’de altının tamamen demonetize edildiği varsayılsa da merkez bankaları önemli miktarda altın rezervi tutmaya devam etmiş ve -son on yılda tekrar altın almaya dönmeden önce- yavaş yavaş ellerinden altın çıkarmışlardır. Merkez bankaları altının parasal rolünün sona erdiğini defalarca ilân etseler bile, altın rezervlerini korumaktaki ısrarları daha inandırıcıdır. Parasal rekabet açısından bakıldığında, altın rezervlerini tutmak, kusursuz biçimde rasyonel bir karardır. Yabancı hükümetlerin ucuz paralarını rezerv olarak saklamak, ancak ülkenin para biriminin rezerv parayla beraber devalüe olmasına sebep olurken, beylik hakkı (senyoraj) ülkenin merkez bankasına değil, rezerv para birimini çıkaran kuruma ait olur. Dahası, eğer merkez bankaları ellerindeki tüm altınları satarsa (ki bu küresel altın stokunun %20’sine tekabül eder), bunun en büyük etkisi endüstriyel ve estetik kullanım alanlarında değer gören altının süratle satın alınarak tükenmesi, fiyatının biraz düşmesi ve merkez bankalarının altın rezervlerinin bitmesi olacaktır. Ucuz hükümet parası ve sağlam altın arasındaki parasal yarışın uzun vadede sadece bir kazananı olacaktır. Bir hükümet parası dünyasında bile, hükümetler altının parasal rolünden sıyrılmasını emredememişlerdir. Çünkü lafla peynir gemisi yürümez. (Bkz. Şekil 1)⁸

Şekil 1: Merkez bankası resmî altın rezervleri (ton)
Dipnotlar:
1. Kaynak: Ferdinand Lips, Gold Wars: The Battle Against Sound Money as Seen from a Swiss Perspective, New York: FAME, 2001.
2. La Belle Époque (Güzel Dönem): Birinci Dünya Savaşı’ndan önce Avrupa’da yaşanan refah ve gelişimle ilişkilendirilirken, Osmanlı Devleti’nin çöküş sürecine rastlaması sebebiyle tarihimizde pek yer almayan, daha doğrusu, Avrupalıların algıladığı şekilde “güzel” bir dönem değildir. Osmanlı-Rus Savaşı ile hızlanan çöküş, yıllar süren Birinci ve İkinci Balkan Savaşları ile devam etmişti, her cepheden taarruzlarla yangın yerine dönen “imparatorluk” güzelden oldukça uzak bir dönem yaşamaktaydı. (ç.n.)
3. Nellie Bly, Around the World in Seventy-Two Days, New York: Pictorial Weeklies, 1890.
4. Ludwig von Mises, İnsan Eylemi, s. 472-473.
5. Bkz. John Glubb, The Fate of Empires and Search for Survival.
6. Ludwig von Mises, İnsan Eylemi, s. 473.
7. Ludwig von Mises, İnsan Eylemi, s. 474.
8. Kaynak: Dünya Altın Konseyi, Rezerv İstatistikleri. www.gold.org/data/gold-reserves adresinden ulaşılabilir.