23/03/2018 - Saifedean Ammous

⏪ Önceki Bölüm - Sonraki Bölüm ⏩
Serbest piyasada sermaye piyasası için borç verilebilir fonlar, faiz oranına dayalı olarak borç vermeye karar veren piyasa katılımcıları tarafından belirlenirken, merkez bankası ve kısmî rezerv bankası olan bir ekonomide, borç verilebilir fon kaynağı ekonomistlerden, politikacılardan, bankacılardan, TV uzmanlarından ve bazen de ilginç bir şekilde generallerden oluşan bir komite tarafından yönetilmektedir.
Ekonomiye olan en ufak aşinalık, fiyat kontrollerinin tehlikelerini açık ve ayırt edilir hâle getirecektir. Eğer bir hükümet elmanın fiyatını sabitleyerek hareket etmesini engellerse, sonuç olarak bir eksiklik ya da fazlalık ortaya çıkacak ve aşın veya eksik üretimden kaynaklı olarak toplum bundan zarar görecektir. Sermaye piyasalarında da benzer bir durum ortaya çıkar, ancak sonuçları ekonominin her bir sektörüne yansıyacağından etkileri çok daha yıkıcı olur. Çünkü sermaye tüm malların üretiminde kullanılır.
Önce borç verilebilir fonlar ve gerçek sermaye malları arasındaki ayrımı anlamak önem kazanır. Sağlam paraya sahip olan bir serbest piyasa ekonomisinde, tasarruf sahipleri tasarruf yapabilmek için tüketimlerini ötelemek zorundadır. Bankaya tasarruf olarak yatırılan para, ötelendiğinde gelecekte daha büyük tatmin sağlayacağını düşünen kişilerin tüketimlerinden artırılarak kenara koyulmuş paradır. Tam tasarruf miktarı, üreticilerin ödünç alabilmesi için mevcut olan kredinin tam tutarı olur. Sermaye mallarının mevcudiyeti tüketimin azaltılmasıyla ayrılmaz bir şekilde ilintilidir: Mevcut fizikî kaynaklar, işgücü, arazi ve sermaye malları, nihai tüketim malları üretiminden sermaye malı üretimine kayacaktır. Marjinal işçi araba satışından, fabrikada araba üretimine kayar; mısır tanesi yenmek yerine toprağa tohum olarak geri dönecektir.
Kıtlık kavramı tüm ekonominin temel başlangıç noktasıdır ve bunun en önemli sonucu her şeyin bir fırsat maliyetine sahip olduğu fikridir. Sermaye piyasasında, sermayenin fırsat maliyeti feragat edilen tüketimdir ve tüketimin fırsat maliyeti vazgeçilen sermaye yatırımıdır. Faiz oranı da bu ikisi arasındaki ilişkiyi düzenleyen fiyattır: İnsanlar daha çok yatırım talep ettiğinde faiz oranı yükselir, böylece daha fazla tasarruf sahibi parasının daha fazlasını tasarrufa yönlendirir. Faiz oranı düştükçe, yatırımcıları daha fazla yatırım yapmak için teşvik eder ve daha uzun vadede üretimin teknolojik olarak daha üstün yöntemlerine yatırım yapmaya teşvik eder. Öyleyse daha düşük bir faiz oranı daha uzun ve daha verimli üretim yöntemlerinin devreye girmesine imkân sağlar: Toplum oltayla balık tutmak yerine, akaryakıtla çalışan büyük teknelerle balıkçılık yapmaya başlar.
Bir ekonomi ilerledikçe ve artarak karmaşıklaştıkça, fizikî sermaye ve borç verilebilir fonlar piyasası arasındaki bağlantı gerçekte değişmez, ama insanların kafasını karıştırır. Bir merkez bankası olan modern ekonomi bu temel karşılıklı ödün vermeyi yok sayar ve bankaların yatırımları, tüketicilerin tüketimlerinden feragat etmelerine gerek kalmadan yatırımı finanse edebileceğini varsayar. Tasarruf ve borç verilebilir fonlar arasındaki bağlantı, onu yok saymanın yıkıcı sonuçlarını bir kenara bırakın, artık ekonomi ders kitaplarında bile anlatılmadığı bir raddeye gelmiştir.¹
Merkez bankası para arzı ve faiz oranını belirlediği için kaçınılmaz olarak tasarruflar ve borç verilebilir fonlar arasında tutarsızlıklar baş gösterecektir. Merkez bankaları genellikle ekonomik büyümeyi, yatırımı ve tüketimi artırmayı teşvik etmeye çalışırlar, dolayısıyla para arzını yükselterek faiz oranını düşürmeye meyillidirler. Bunun sonucunda tasarruflardan daha fazla borç verilebilir fon ortaya çıkar. Bu yapay olarak düşürülen faiz oranlarıyla, işletmeler projelerine başlamak için tasarruf sahiplerinin bu yatırımları fonlamak amacıyla kenara koyduğu sermayeden çok daha fazlasını borç alırlar. Başka bir ifadeyle, ertelenen tüketimin değeri ödünç alınan sermayenin değerinden düşüktür. Tüketim yeterince ertelenmezse, tüketim mallarından üretim aşamalarının ilk basamaklarındaki üst seviye sermaye mallarına yönelecek yeterli sermaye, arazi ve işgücü kaynağı olmayacaktır. Ne de olsa bedavaya köfte yoktur ve eğer tüketiciler daha az tasarruf ederse, yatırımcılar için daha az sermaye olacaktır. Tasarruf eksikliğinden ötürü yeni kâğıt ve dijital girdiler yaratmak toplumun fiziksel sermaye stokunu artırmaz, yalnızca mevcut para arzını devalüe eder ve fiyatları çarpıtır.
Bu sermaye sıkıntısı kendini hemen belli etmez, çünkü bankalar ve merkez bankası kredi isteyenler için yeni para tedavüle sokabilir ki bu da zaten ucuz para kullanmanın asıl avantajıdır. Sağlam para olan bir ekonomide, sermayenin fiyatını böylesine manipüle etmek imkânsız olurdu: faiz oranı suni olarak düşük ayarlandığında, bankalardaki tasarruf eksikliği borçlanmak isteyenler için müsait olan sermayenin azalışına yansır, faiz oranının yükselmesine sebep olur ve bu da kredilere olan talebi düşürür, sonunda her ikisi birbirini dengeleyene kadar tasarruf stokunu artırır.
Ucuz para böylesi bir manipülasyonu mümkün kılar, tabii ki kısa süreliğine, çünkü gerçekliği sonsuza kadar kandıramazsınız. Yapay olarak düşük faiz oranları ve fazladan basılmış para, üreticileri yanıltarak mevcut olandan daha fazla sermaye gerektiren süreçlere girmelerine sebep olur. Gerçek bir ertelenmiş taleple desteklenmeyen fazladan basılmış para, başta paranın kendilerine üretim sürecinde ihtiyaç duyacakları tüm sermaye mallarını satın alabilecekleri yanılgısındaki daha fazla üreticinin borçlanmasına yol açar. Daha fazla üretici, sandıklarından daha az mevcut olan sermaye malları ve kaynaklar için teklif verdikçe, bunun doğal sonucu da üretim sürecinde sermaye mallarının fiyatlarındaki yükseliştir. İşte bu, manipülasyonun artık ifşa olduğu noktadır: yeni sermaye malları fiyatları ile aniden kâr getirmeyen bir hâle gelen birkaç sermaye yatırımının çöküşüne neden olur; Mises bu projeleri kötü yatırım -sermaye piyasasındaki çarpıtmalar yokken ve kaynakların yanlış tahsisi ifşa olduğu hâlde girilmeyecek yatırımlar- olarak adlandırmıştır. Merkez bankasının sermaye piyasasına müdahalesi, çarpıtılmış fiyatlar nedeniyle yatırımcıların yanlış hesaplamalarla daha fazla projeye başlamasına sebep olur ancak merkez bankasının müdahalesi gerçekte mevcut olan sermaye miktarını artıramaz. Yani bu fazladan yapılan projeler tamamlanamaz ve sermayenin gereksiz bir israfı olur. Bu projelerin aynı zamanda askıya alınması, ekonomi genelinde işsizliğin artmasına yol açar. Bu ekonomi genelindeki aşırı genişlemiş işletmelerin eşzamanlı başarısızlıkları, resesyon dediğimiz kavramdır.
Ancak ve ancak sermaye yapısı ve faiz oranı manipülasyonunun sermaye birikimine teşviki yok ettiğinin anlaşılmasıyla, durgunlukların sebepleri ve iş döngüsünün salınımları anlaşılabilir. İş döngüsü, sermaye için piyasayı çarpıtarak yatırımcıların kendilerine bankalar tarafından verilen ucuz para ile mevcut olandan daha fazla sermayeye erişebileceklerini düşünmelerini sağlayan faiz oranı manipülasyonunun doğal bir sonucudur. Keynesyen hayvan ruhları mitolojisinin aksine, iş döngüleri, merkez bankalarının durumu düzeltmeye çalışırken gayelerini görmezden geleceği zayıf “hayvan ruhlarının” neden olduğu gizemli fenomenler değildir.² Ekonomik mantık açıkça gösteriyor ki nasıl noksanlıklar fiyat tavanlarının kaçınılmaz sonucuysa, durgunluklar da faiz oranı manipülasyonunun kaçınılmaz bir sonucudur.
Mises’in çalışmasından³ bir analojiyi ödünç alıp (kendimizden de bir şeyler katarak) şu noktayı örneklendirelim: Bir toplumun sermaye stokunun tuğlalar olduğunu düşünelim ve merkez bankasını da bu tuğlalarla ev yapması gereken yüklenici olarak düşünelim. Her bir evi inşa etmek için 10.000 tuğla gerekir, bir geliştirici de bir milyon tuğla gerektiren toplam 100 ev yapacak bir yüklenici aramaktadır. Ancak sözleşmeyi kazanmaya hevesli olan Keynesyen bir yüklenici, sözleşmeyi kazanma ihtimalinin aynı evden sadece 800.000 tuğla kullanarak 120 ev yapmayı teklif ederse artacağını fark eder. Bu, faiz oranı manipülasyonunun eşdeğeridir: Sermayeye olan talebi arttırırken arzını azaltır. Gerçekte 120 ev üretebilmek için 1.2 milyon tuğla gerekmektedir, ancak yalnızca 800.000 tane tuğla mevcuttur. 800.000 tuğla 120 evin inşasına başlamak için yeterlidir, ama tamamlamak için yeterli değildir. Geliştirici, Keynesyen mühendisliğin harikaları sayesinde inşaatın başında evlerin %80 maliyetle %20 daha fazla ev yapılabileceğini gördüğü için çok mutludur, çünkü tasarruf ettiği %20 ile kendisine bir yat almak için tasarruf yaratmıştır. Ancak çok uzun sürmeden, evlerin inşa edilemeyeceği ortaya çıkınca inşaat kaçınılmaz olarak durmak zorunda kalacak ve tezgâh kendini belli edecektir. Yüklenici yalnız 120 konut teslim etmekte başarısız olmamış, herhangi bir evi de teslim edememiştir. Bunun yerine geliştiriciye 120 tane yarım ev ve gerçekte çatısı olmayan bir sürü tuğla yığını bırakmıştır. Yüklenicinin tezgâhı, geliştirici tarafından ödenen sermayeyi azaltmış ve doğru fiyat sinyalleri ile yapılabileceğinden daha az sayıda konut inşa edilmesiyle sonuçlanmıştır. Eğer geliştirici dürüst bir yüklenici ile çalışsaydı, 100 konuta sahip olacaktı. Rakamları çarpıtan Keynesyen bir yükleniciye giderek geliştirici, sermayesini gerçekle bağdaşmayan bir şekilde tahsis edildiği sürece israf etmeye devam etmektedir. Eğer yüklenici bu hatayı erken fark ederse, 120 konut inşa ederken israf edilen sermaye çok az olabilir ve yeni bir yüklenici geriye kalan tuğlalarla 90 konut inşa edebilir. Eğer geliştirici sermayesinin erimeye devam ettiğini göremeyecek kadar bihaberse, sonunda elinde yalnızca kimsenin içinde yaşamak için tek kuruş ödemeyeceği çatısız 120 tane yarım kalmış ev kalacaktır.
Merkez bankası, bankaları kredi vermeye yönlendirerek faiz oranını piyasa takas fiyatının altında manipüle ettiğinde, toplum için kullanıma hazır tasarruf miktarını azaltır ve aynı zamanda borç alınan sermayeyi tamamlanamayacak projelere yönlendirirken, borçluların talep ettiği miktarı artırır. Bunun sonucu olarak, ucuz para ne kadar çok olursa, merkez bankaları da faiz oranlarını o kadar manipüle edebilir ve iş döngüleri de o kadar şiddetli olur. Para tarihi, manipülasyonun olmadığı zamana kıyasla para arzı manipüle edildiğinde iş döngülerinin ve durgunlukların ne kadar şiddetli olabileceğine tanıklık eder.
Çoğu insan sosyalist toplumların geçmişte kalan bir şey olduğunu ve piyasa sistemlerinin kapitalist ekonomileri yönettiğini düşünse de hakikat farklıdır. Bir kapitalist sistem, sermaye fiyatının arz ve talep arasındaki etkileşim ve kapitalistlerin kararlarının isabetli fiyat sinyallerine dayandığı sermayenin bir serbest piyasası olmadan işleyemez. Çoğu siyasetçi, gazeteci, akademisyen ve solcu aktivistler kapitalizme suç atmaya bayılsa da merkez bankasının sermaye piyasasına karışması, tüm krizlerin ve durgunlukların altında yatan asıl sebeptir. Sermaye piyasalarının fiyat mekanizması ancak ve ancak para arzının merkezî olarak planlanması ile bozulabilir ve ekonomide geniş çaplı bozulmalara yol açabilir.
Bir hükümet para arzını enflasyona uğratma yolunu seçti mi olumsuz sonuçlardan kaçış yoktur. Eğer merkez bankası enflasyonu durdurursa, faiz oranları artar ve ardından bir durgunluk dönemi gelir, çünkü hâlihazırda başlamış olan projeler artık kârsız olur ve yarım kalır, bu da sermaye ve kaynakların yanlış bir şekilde tahsis edildiğini ortaya çıkarır. Eğer merkez bankası enflasyonist süreci süresiz olarak devam ettirecek olursa bu, ekonomideki tahsis probleminin ölçeğini arttırır. Böylece daha fazla sermaye israf olur ve bu kaçınılmaz durgunluğu çok daha sancılı yapar. Bedava yediğimizi sandığımız öğle yemeğinin Keynesyen kuş beyinlilerin bize kakaladığı kalın faturasını ödemekten bir kaçış yoktur.
Baltayı sert taşa vurduk. Artık peşimizde bir kaplan var: Bu enflasyon daha ne kadar sürebilir? Eğer (enflasyon) kaplan(ı) serbest kalırsa bizi yiyecektir; ya biz umutsuzca beklerken hızlanırsa, yine de yandık! Nihai sonucu görecek kadar yaşamayacağım için mutluyum.
Friedrich Hayek⁴
Para arzının merkez bankası tarafından planlanması ne arzu edilir ne de mümkündür. Bu, bir ekonomideki en önemli piyasanın, sermaye piyasası gibi büyük, soyut ve nevzuhur bir piyasayı merkezî olarak planlayabileceklerine inanacak kadar piyasa ekonomilerinin gerçeklerinden bihaber en burnu havada birkaç kişinin yönetimine verilmesidir. Merkez bankalarının durgunlukları “önleyebileceği”, “mücadele edeceği” ya da “yöneteceğini” sanmak, piromanyak ve kundakçıları itfaiyenin başına geçirmek kadar hayalperest ve yanlış bir fikirdir.
Sağlam paranın piyasa tarafından seçilmesine neden olan görece istikrarı, fiyat keşfi ve bireysel karar verme yoluyla serbest bir piyasanın işlemesine imkân tanır. Arzı merkezî olarak planlanan ucuz para, kontrol edilen doğası gereği isabetli fiyat sinyallerinin oluşmasını engeller. Yüzyıllar süren fiyat kontrolleri sayesinde, merkezî planlayıcılar kendi amaçlarına ulaşmak için en iyi fiyatı bulmaya uğraşmışlardı, ama nafile.⁵ Fiyat kontrollerinin başarısız olmasının sebebi merkezî planlayıcıların doğru fiyatı seçememesinden kaynaklı değil, daha ziyade bir fiyatı -herhangi bir fiyatı- piyasa sürecine empoze etmenin, fiyatların piyasa katılımcılarının tüketim ve üretim kararlarını koordine etmesine engel olarak kaçınılmaz noksanlık ya da arz fazlası oluşmasına sebep olmasındandır. Eşit bir biçimde, kredi piyasalarının merkezî planlanması da başarısız olmalıdır çünkü piyasa katılımcılarına isabetli sinyaller sağlayan fiyat keşfi mekanizmalarını ve üretim ile tüketimlerini yönetme güdülerini yok eder.
Sermaye piyasası, Avusturya ekolünün iş döngüsü teorisinde açıklandığı şekilde, merkezî planlamanın âni yükseliş ve düşüş döngüsü şeklinde ortaya çıkar. Bu yüzden, bu fonksiyon bozukluğunun piyasa ekonomilerinin normal bir parçası olarak görülmesi şaşılacak bir şey değildir. Çünkü nihayetinde modern iktisatçıların kafalarında faiz oranlarını kontrol eden merkez bankaları modern piyasa ekonomisinin normal bir parçasıdır. Merkez bankalarının bu alandaki sicilleri, özellikle para arzının merkezî olarak planlanmadığı ve yönetilmediği dönemlerle kıyaslandığında, oldukça berbattır. 1914 yılında kurulan ABD Federal Rezervi (FED), etkileri 1945’lerin sonuna dek süren, 1920-1921 yıllarındaki rezervlerdeki keskin daralmanın ve 1929’daki keskin çöküşün sorumlusuydu. O zamandan bu yana, birkaç yılda bir meydana gelen ve sonuçlarının üstesinden gelebilmek için ekonomiye müdahalenin artırılmasına bahane olarak öne sürülen ekonomik buhranlar ekonominin sıradan ve sancılı bir parçası hâline geldi.
Talihsiz bir kararla küresel tarafsızlığını bozarak 1992’de IMF’ye katılana kadar parasını altına sabitleyen, sağlam paranın son kalesi İsviçre ekonomisinin kaderine bakarak sağlam paranın faydalarına iyi bir örnek bulmak mümkündür. Bu tarihten önce işsizlik oranı neredeyse her zaman sıfırdı, hiçbir zaman %1’i geçmedi. Kuralları para birimlerini altına sabitlemeyi yasaklayan IMF’ye katıldıktan sonra, İsviçre ekonomisi Keynesyen sahte parasının zevklerini tatmaya başladı: İşsizlik oranı birkaç yıl içerisinde %5’e çıktı ve o zamandan beri nadiren %2’nin altına indi. (Bkz. Şekil 1)⁶

Şekil 1: İsviçre’deki işsizlik oranı (%)
Buhranları altın standardı dönemiyle karşılaştırırken, unutulmamalıdır ki 19. yüzyılda Avrupa ve ABD arasındaki altın standardı sağlam para olarak mükemmelden uzaktı çünkü bazı kusurları mevcuttu. En önemlisi, bankalar ve hükümetler sıklıkla para arzlarını genişleterek altın rezervlerinin ötesinde kredi veriyordu. Bunun sonucunda 20. yüzyılda gördüklerimize yakın ancak daha düşük derecede olsa da âni yükseliş ve düşüşler yaşandı.
Bu arka plan göz önünde bulundurulduğunda, Keynesyen tufandan bugüne akademik ders kitaplarında anlatılan modern parasal tarih hakkında daha net bir fikir edinebiliriz. Monetarist düşüncenin kurucu metni Milton Friedman ve Anna Schwartz tarafından yazılan A Monetary History of the United States, ABD parasal tarihini eksiksiz açıklayan metindir. Bir kez bile talihsiz okuyucuya ekonomik krizlerin ve durgunlukların sebepleri gibi önemli bir hususta açıklama yapmayan, bu 888 sayfalık devasa kitap, okuyucuyu hayret içinde bırakan bir şekilde sonsuz bulguları, ayrıntıları, istatistikleri ve analitik araçları sıralamaktadır.
Friedman ve Schwartz’ın kitabının temel kusuru, modern akademik ilmin tipik bir örneğidir: ihtimamı mantığa değişen ayrıntılı bir çalışmadır. Kitap sistematik bir şekilde, ABD ekonomisini bir yüzyıldan uzun süre etkileyen ekonomik krizlerin sebeplerini sorgulamaktan kaçınır ve bunun yerine okuyucuyu çarpıcı biçimde araştırılmış veriler, bulgular, ıvır zıvır ve küçük ayrıntılara boğar.
Kitabın temel iddiasına göre, durgunlukların sebebi hükümetin ekonomik krizlere, bankaya hücumlara ve deflasyonist çöküşe bankacılık sektörüne para arzını yükseltip yeniden enflasyona uğratmak suretiyle yeterince hızlı karşılık verememesidir. Milton Friedman’ın liberal zümresinin ekonomik bir sorun için hükümeti suçlaması tipiktir ancak kusurlu akıl yürütme sonucunda daha fazla hükümet müdahalesi önermekten de geri kalmaz. Kitapta göze batan kusur ise yazarların bu ekonomik krizlerin, bankaya hücumların ve para arzının deflasyonist çöküşlerinin sebebini bir kez bile tartışmamış olmalarıdır. Avusturyalı iş döngüsü teorisinde gördüğümüz gibi, tüm ekonomi çapında durgunluğun tek sebebi en başta para arzının enflasyonudur. Sebebi anlama yükümlülüğünden kurtulan Friedman ve Schwartz, sorunun sebebini gönül rahatlığıyla çözüm olarak sunarlar: Hükümetler ekonomik durgunluğun ilk sinyalini alır almaz agresif bir şekilde devreye girerek bankacılık sistemine yeniden sermaye sağlamalı ve likiditeyi artırmalıdır. Modern iktisatçıların mantıksal nedensellikten neden bu kadar tiksindiğini anlamaya başlamışsınızdır; mantıksal nedensellik çözümlerinin foyalarını ortaya çıkarmaktadır.
Friedman ve Schwartz incelemelerini 1867 yılından başlattılar, böylece 1873 yılındaki ekonomik durgunluğun sebeplerini analiz ederken, ekonomik durgunluğun en temel sebebi olan ABD hükümetinin İç Savaş’ı finanse etmek için bastığı greenback banknot meselesini tamamen görmezden gelmişlerdi. Bu örüntü kitap boyunca tekrar edip durur.
Friedman ve Schwartz 1893 durgunluğunun sebeplerini hemen hemen hiç tartışmaz, altının parasal ihtiyaçları yeterince karşılayamaması yüzünden gümüşe olan bir yönelme ima eder ve o yıl meydana gelen durgunlukla ilgili bir sürü ıvır zıvırla okuyucuyu boğar. ABD Hazinesi’nin yeni hazine bonolarını tedavüle çıkarmak için büyük miktarlarda gümüş almasını gerektiren, ABD Kongresi tarafından 1890 yılında onaylanan Sherman Gümüş Satın Alma Yasası’ndan bahsetmez. O dönemde gümüşün tüm dünyada neredeyse tedavülden kalkmış olduğunu gören ve elinde gümüş veya hazine bonosu tutanlar bunları altına dönüştürmeye başladı, bunun sonucunda ABD Hazinesi altın rezervleri boşalmaya başladı. Yanlış yönlendirilerek büyük bir parasal genişlemeye giren hazine, para arzını artırarak gümüş hâlâ paraymış gibi davranmaya çalıştı. Tüm bunlar ABD Hazine Bonolarının değerini düşürdü ve altın çekilmesinin ivmelenmesiyle mali bir balon oluştu. Bu dönemi anlatan herhangi bir tarih kitabı, parasal teori hakkında üstünkörü bir bilgisi olan herkese bunu açık hâle getirirken, Friedman ve Schwartz bundan bahsetmekten şaşırtıcı bir şekilde kaçınmaktadırlar.
Kitabın 1920 yılındaki ekonomik durgunluğu ele alışı ABD’nin Birinci Dünya Savaşı’na girişini finanse edebilmesi için meydana gelmesi gereken büyük parasal genişlemeyi göz ardı eder. Analizlerinde söz etmeseler de verileri⁷ Haziran 1914-Mayıs 1920 arasında para arzında %115 oranında bir artıştan söz eder. Bu artışın yalnızca %26’sı altın varlıkların artışından kaynaklıydı, yani geri kalan artışa sebep olan şeyler hükümet, bankalar ve Federal Rezerv’di. 1920 buhranının ana sebebi buydu ama bu da kitapta yer bulamamıştır.
Ne var ki en garip olanı ise 1920-1921 buhranından sonra iktisatçı Benjamin Anderson tarafından “tam istihdama doğru son doğal iyileşme” olarak adlandırılan, vergilerin ve hükümet harcamalarının azaltıldığı, ücretlerin serbestçe ayarlanmaya bırakıldığı ve bir yıldan daha az sürede hızlı bir biçimde tam istihdama dönüşe yol açan iyileşmeyi tamamen göz ardı etmeleridir.⁸ 1920 buhranı Amerikan tarihindeki en hızlı üretim daralmalarından (Eylül 1920-Temmuz 1921 arasındaki 10 aylık sürede %9’luk düşüş) ve en hızlı iyileşmelerden birini gördü. Keynesyenlerin ve monetaristlerin para arzını ve hükümet harcamalarını artırarak likidite pompaladıkları diğer buhranlarda iyileşme daha yavaştı.
Herkes Büyük Buhran’dan çıkarılan dersi öğrenmeye çalışırken, ana akım ekonomi ders kitapları asla 1920 buhranından söz etmez ve bu buhrandan çıkışın nasıl bu kadar hızlı gerçekleştiğini anlamaya çalışmaz.⁹ Dönemin başkanı Warren Harding serbest piyasaya güçlü bir şekilde bağlıydı ve müdahaleci iktisatçıların çağrılarına kulak asmadı. Kötü yatırımlar tasfiye edildi ve bu yatırımlarda istihdam edilen sermaye ve işgücü derhâl yeni yatırımlara tahsis edildi. İşsizlik tam olarak en başında hükümet müdahalelerinin sebep olduğu derinleşen bozulmaların bulunmadığı koşullardaki normal seviyelere döndü. Bariz bir şekilde Friedman ve Schwartz’ın tavsiyelerinin aksi olan bu durum da çalışmalarında kendine yer bulamaz.
Kitabın en ünlü (ve sanırım herkesin tek okuduğu) bölümü Büyük Buhran’a odaklanan 7. Bölüm’dür. Bölüm Ekim 1929 borsa krizinden sonra başlamaktadır, ancak 7. Bölüm 1921’de bitmektedir. Büyük Buhran’a sebep olmuş olabilecek herhangi bir olayın geçmiş olabileceği 1921-1929 arasındaki dönem, 888 sayfalık kocaman bir kitabın tek sayfasında bile söz edilmeye layık görülmemiştir.
Friedman ve Schwartz yalnızca kısa bir şekilde 1920’lerde fiyat seviyelerinin hızlı yükselmediğinden bahsetmiş ve dönemin enflasyonist olmamasından hareketle, buhranın enflasyondan kaynaklanamayacağı sonucuna varmışlardır. Ancak 1920’lerde fiyatlarda düşüşe sebep olan çok hızlı bir ekonomik büyüme gerçekleşti. Bir de Bank of England’ın ücretlerin azalmasına izin vermek yerine enflasyona uğratmasının neden olduğu, FED’in Bank of England’ın kıyılarından altın akışını azaltmasına yardım etme teşebbüsünden kaynaklanan ağır parasal genişleme vardı. Para arzındaki yükseliş ve hızlı ekonomik büyümenin net etkisi ile fiyatlar çok yükselmiyordu ancak varlık -özellikle de konut ve hisse senetleri- fiyatları çok artmıştı; artan para arzı tüketim mallarına yansımadı çünkü borsa ve konut piyasasını canlandırmak için fiyatlar kontrol ediliyordu. 1921-29 arasındaki dönemde altın arzı sadece %15 genişlerken, para arzı %68,1 oranında genişledi.¹⁰ Büyük Buhran’ın ana sebebi işte altın stokunun ötesinde olan bu dolar stokundaki artıştı.
1920’lerde “fiyat seviyesinin bilimsel olarak yönetimi” ile uğraşan monetaristlerin babası Irving Fisher’a da bir mansiyon ödülü gitmelidir. Fisher, elindeki toplanmış kapsamlı veri ve bilimsel yönetim sayesinde fiyat seviyesinde istikrarı koruyabilmek için para arzındaki büyümeyi ve varlık fiyatlarını kontrol edebileceğini sanmıştı. 16 Ekim 1929’da Fisher, New York Times’ta hisse senedi fiyatlarının “kalıcı yüksek bir plato”ya ulaştığını gururla ilan etti.¹¹ Borsa 24 Ekim 1929’dan başlamak üzere çökecek ve buhran derinleştikçe, Fisher’ın ölümünden yıllar sonra, borsa tekrar 1950’lerin ortalarında onun ilan ettiği “kalıcı yüksek bir plato” seviyelerine dönecekti. Bu yüzden Milton Friedman’ın sonraları Irving Fisher’ı Amerika’nın tarihi boyunca ortaya çıkardığı en büyük iktisatçı olduğunu ilan etmesine pek şaşmamak gerekir.
Borsa krizi borsada koca bir hayalî zenginlik balonu yaratan 1920’lerin parasal genişlemesinden kaynaklanıyordu. Genişleme yavaşladıkça, balon kaçınılmaz olarak patlayacaktı. Balonun patlaması, bu balonun hayalî zenginliğinin kaybolduğu deflasyonist bir girdap anlamına geliyordu. Zenginlik ortadan kaybolduğunda, bankalar yükümlülüklerini yerine getirmekte zorlanacağından, insanların bankaya hücum etmesi kaçınılmazdır. Bu, kısmî rezerv bankacılık sistemine sahip olmanın “gerçekleşmesi beklenen bir felaket olması” problemini gözler önüne sermektedir. Bunu göz önünde bulundurarak FED’in -işletmelerin ve borsanın kayıplarını güvence altına almamak kaydıyla- insanların mevduatlarına güvence getirmesi uygun olurdu. Bu sorunla yüzleşmek üzere bankaları kendi hallerine bırakarak tasfiyenin gerçekleşmesine ve fiyatların düşmesine izin vermek, tek çözümdür. Bu çözümün sancılı bir resesyon içereceği doğrudur ama en başta parasal genişlemenin gerçekleşmemesi gerektiğinin sebebi tam olarak budur! Resesyonu daha fazla likidite sağlayarak hafifletmek yalnızca krize neden olan çarpıklıkları kötüleştirecektir.
Parasal genişleme, kaynakların yanlış tahsisine neden olan hayalî bir zenginlik yarattı ve piyasa doğru düzgün bir fiyat mekanizması ile normal işleyişine döndüğünde bu zenginlik de kaybolmak zorundaydı. Çünkü çöküşe neden olan şey de en başında bu hayalî zenginliğin ta kendisiydi. Bu hayalî zenginliğin asıl konumlarına geri dönmesi aslında iskambil kâğıtlarından dikilen kuleyi yıkarak, yenisini inşa etmek ve daha görkemli bir çöküş için desteyi yeniden karmaktır.
1929 yılına kadar olan dönemi borsa kriziyle alâkası olmayan bir şekilde baştan savma özet geçen Friedman ve Schwartz, daha sonra bu krizin Büyük Buhran’a dönüşmesine neden olan şeyin yalnızca FED’in çöküşe verdiği tepki olduğu sonucuna varır. İddialarına göre, eğer FED para muslukları açık bankacılık sistemini paraya boğsaydı, borsa kayıpları daha geniş ekonomi yanında incir çekirdeğini doldurmayacak kadar küçük kalacak ve daha büyük bir buhran yaşanmayacaktı. Gerçekte FED’in bu krize genişlemeci olarak tepki vermiş olması, sundukları veri tufanı içerisinde göz ardı edilmiştir. FED bankacılık sektöründeki likidite darlığını hafifletmeye çalışmışsa da çöküşü yavaşlatamadı, çözüm yollarının azlığından değil, daha ziyade ekonomi çapında yanlış tahsis edilmiş sermaye yatırımlarından ve 4. Bölüm’de tartıştığımız ağır müdahaleci politikalar nedeniyle başarısız olmuştu.
Bu devasa çalışmada üç önemli soru cevapsız kalır ve göze çarpan bir boşluk ortaya çıkar. İlk olarak, neden 1920 ve 1929 buhranları kıyaslanmamaktadır? İlk buhran yazarların tavsiye ettiği gibi bir FED müdahalesi olmamasına rağmen uzun sürmedi. İkinci soru, ABD, İç Savaş’ta greenback banknot bastırdığı ve 1890 yılında gümüş tedavülden kalktığında Kongre’nin hazineye merkez bankası gibi davranmasını emrettiği iki örnek dışında merkez bankasının olmadığı 19. yüzyılda neden hiç ekonomik kriz yaşanmadı? Üçüncü ve en önemli soru, ABD 1873-1890 yılları arasında merkez bankası olmaksızın tarihinin en uzun ekonomik büyümesini -ki para arzı kısıtlıydı ve fiyatlar da düşmeye devam ediyordu- sürdürmeyi nasıl başardı? Friedman ve Schwartz bu dönemden ekonomi fiyat seviyesinin düşüşüne "rağmen" etkileyici bir şekilde büyüdüğünü ifade ederek yalnızca laf arasında söz ederler; fiyat-seviyesinin-düşmesi-fobisinin suratına çarpan bu gerçeği de pek umursamazlar.
Rothbard’ın açıkladığı şekilde, piyasa ekonomisinin işleyişinin doğasında kalıcı bir işsizlik yaratacak hiçbir şey yoktur. Bir serbest piyasanın normal işleyişinde geniş bir yelpazeye yayılan sebeplerle pek çok insanın işlerini kaybetmelerine veya istifa etmelerine yol açacak ve pek çok işletme iflas edecek ya da kapanacaktır. Ancak bu iş kayıpları kabaca yeni yaratılan işleri ve işletmeleri iptal edecek ve herhangi bir zamanda gönülsüz olarak işsiz olan insan sayısı -tıpkı altın standardının kötüye kullanılmadığı 19. yüzyılda ve 1992’den önce İsviçre’de olduğu gibi- ihmal edilebilir derecede küçük olacaktır. Yalnızca merkez bankası para arzını ve faiz oranını manipüle ettiğinde tüm sektörlere yayılan büyük ölçekli bozuklukların aynı anda meydana gelmesi mümkün hâle gelir. Bu durum, tüm endüstrilerde, aynı anda yetenekleri kolaylıkla diğer alanlara aktarılamayan büyük miktarlarda çalışanı işsiz bırakan kitlesel işten çıkarmalara sebep olur.¹² Hayek’in söylediği gibi: “İşsizlik dalgalarının sebebi ‘kapitalizm’ değil, hükümetlerin teşebbüsün sağlam para üretme hakkını reddetmesidir.”¹³
Dipnotlar:
1. Son sınıf öğrencilerime, parasal teori dersinde okutulma talihsizliğine sahip oldukları Keynesyen sözde bilimsel merkezî planlama teorileri ile serbest sermaye piyasasının ne kadar sade bir mantıkla işlediğini kıyasladıkları anda suratlarında oluşan ifadeyi görebilmek için, hayalî bir serbest sermaye piyasasını anlatmaya bayılıyorum.
2. Avusturyalı sermaye teorisinde resesyonları açıklamak için alternatif eksikliği diye bir şey yoktur. Tüm bunlar 20. yüzyıl başındaki parasal kaçıkların temcit pilavı gibi ısıtıp ısıtıp piyasaya sürdükleri iddialardan başka bir şey değildir. Keynesyen ve popüler psikoloji teorilerini çürüten modern yazıları okumaya gerek bile yoktur. Hayek’in 1933’teki Monetary Theory and the Trade Cycle’ını ya da Rothbard’ın 1963’teki America’s Great Depression’ını okumak yeterlidir.
3. Ludwig von Mises, İnsan Eylemi, s. 560.
4. Friedrich Hayek, A Tiger by the Tail, s. 126.
5. Tarih boyunca fiyat kontrollerinin yıkıcı ancak kara mizahî sonuçlarının oldukça tavsiye edilen tarihî bir anlatımı için bkz. Robert Schuettinger ve Eamonn Butler, Forty Centuries of Price and Wage Controls: How Not to Fight Inflation.
6. Kaynak: Federal Rezerv Ekonomik Verileri, https://fred.stlouisfed.org adresinden ulaşılabilir.
7. Bkz. Tablo 10, Friedman ve Schwartz, A Monetary History of the United States, s. 206.
8. Murray Rothbard, America’s Great Depression, 5. baskı, s. 186.
9. James Grant, The Forgotten Depression: 1921: The Crash That Cured Itself (Simon ve Schuster, 2014) kitabında bu buhran mükemmel bir biçimde ayrıntılı olarak ele alınmaktadır.
10. Murray Rothbard, America’s Great Depression.
11. “Fisher’s Sees Stock Permanently High”, New York Times, 16 Ekim 1929, s. 8.
12. Bkz. Murray Rothbard, Economic Depressions: Their Cause and Cure (2009).
13. Friedrich Hayek, Denationalization of Money, 1976.