top of page

Halkın Adamı, Halkın Savunucusu

Charles James Fox


01/04/2014 - Serkan Kiremit
“Fransız Devrimi, dünyada vuku bulmuş en büyük olay! Ve en iyisi!”
Charles James Fox
Parlamento'da Edmund Burke’ün gözünün içine bakarak konuşurken.¹

Yakın geçmişin liberal kanaat önderleri ve en etkilisi olarak Hayek, liberal siyaset tarihini Edmund Burke ile başlatır. Bu yanlıştır! Bu, vahim bir hatadan öte, liberal tarihi tersyüz etmektir. Amaç keşke bilgisizlik olsaydı, bir nebze kabul edilebilirdi. Fakat gerçeklerin hasır altı yapılmasının nedeni liberal düşüncenin akla, seküler hayat biçimine, bireyciliğe, aydınlanmaya, devrimlere ve reformlara daha yakın olmasının yanında geleneğe, dine, hiyerarşiye, ırka ve türe dayalı imtiyaz toplumuna uzak olmasıyla alâkalıdır. Charles James Fox, liberal düşünceyi tutarlı savunmuş ve ilkelerini şekillendirmiş ilk siyasetçidir. Burke her neyse, Fox onun tersidir. Burke, Fox’u köleliğe karşı verdiği savaşta yalnız bırakmış olsa da iki dost yine de 1789’a kadar iyi anlaşmış ve Whig saflarında yer almışlardır. Aralarındaki benzerlik de işte bu kadardır. 1789’dan sonra Burke, verdiği bütün mücadeleyi unutup düşmanları Tory’lere dönüş yapmıştır. Bundan sonra Fox ile Burke dostluklarını bitirmişlerdir. Burke muhafazakâr düşüncenin lideri olmuştur. Fox ise Liberal Düşünce’nin...


Charles James Fox, 13 Ocak 1749 yılında İngiltere'de doğdu. Babası baron, annesi Richmond dükünün kızıydı. Fox’un ailesi hem İngiliz hem de Fransız kralına soyla bağlıydı. Fox, Oxford’ta eğitimini tamamlamış, babasının nüfuzunu kullanarak Parlamento’ya girmişti. İki yıl sonra Deniz Kuvvetleri 1. Lordu Yardımcılığı’na kadar yükseldi. Fakat Fox, iş yaşamında çok huzursuzdu. Başına buyruk hareketleri, diğer soylu aileleri ve meslektaşları tarafından hoş karşılanmıyordu. İngiliz bulvar gazetelerinin baş aktörlerinden biri Fox’tu. Fox, 18. yüzyılın sonuna doğru İngiliz âdetleri dışında, bugünün deyimiyle tam bir metroseksüel gibi giyiniyordu. Fox yüksek öğrenimine devam ederken renkli ayakkabılar (genellikle kırmızı veya yeşil), çok büyük şapkalar (huni gibi), gösterişli peruklar, dar pantolonlar, işlemeli ceketler ve pudralı taze bir ciltle geziyordu. Bu modaya “Macaroni” dense de kendisi bu modanın “Londrayan” bir moda olduğunu söylüyordu.


Fox’un radikalliği ve isyanı daha çocuk yaşta kendini göstermişti. Babası Henry Fox, üçüncü çocuğu olan Charles James hakkında şunları söylüyordu: “Charles James… Zeki, kıvrak bir idrak, son derece çekici, sıcakkanlı ve kendine has biriydi.” Fox’un sıradışı kişiliği ailesindeki liberal fikirlerle çok ilgiliydi. Öyle ki Fox’un babası, çocuklarını aşırı serbest yetiştirmişti. İlginçtir ki küçük Fox evdeki değerli eşyaları kırar, babasının kafasına çıkar, peruğuyla oynar ve şatodaki uzun koridorda gürültülü bir şekilde kardeşleriyle koştururdu. Fakat baba Fox asla çocuklara en ufak yüksek bir ses tonuyla “yapmayın!” demezdi. Bu ilginç aile, İngiliz âdetlerine pek uymayan bir eğitim şeklini benimsemişti. Fox’un bilerek yada bilmeyerek radikalliğinin şekillendiği ve özgürlüğe sevdalandığı yer asıl olarak bu ortamın ta kendisiydi.


Fox gençliğinde kişiliğinin tabiatına uygun olarak çok sık seyahat ettiği yıllarda, fikrî özgürlüğünü Fransız salonlarında pekiştirmişti. Entelektüel bilgi birikimini ise Aydınlanmacılar, filozoflar ve ansiklopedicilerden almıştı. Bu ilişkiler çerçevesinde Fransız aydınlarından, liberal ve ilerlemeci fikirler edinmiş, onlarla, kaliteli ve eğlenceli vakit geçirmişti. Bu bohemce yaşamın kattığı yanları kendi ülkesine taşıyan Fox, İngiliz adetlerine büyük bir yenilik getirmiştir: Pub kültürü. Kendisinin devamlı gitmeyi sevdiği bir pub (The Intrepid Fox) bugün onun adıyla anılmaktadır. Fox, günlük hayatta sıcakkanlı, dost canlısı ve sohbeti tatlı bir arkadaştı. Onun ateşli düşüncelerine ve neşeli hâline tanık olmak isteyenler bu Pub’a gelirlerdi.


Bohemce yaşamının getirdiği farklı karakteri ve bunun yanında dobra ve özgür kişiliği, iş yaşamında kendisine büyük zorluklar çıkarıyordu, hatta bu kişi “Kral” bile olsa... Örneğin Fox, “Kraliyet Evlilik Yasası”na karşıydı. Bu yasa, soylu ailelerden olan herkes için geçerliydi. Yasanın ilginçliği, İngiliz kralının onayı olmaksızın soylu birisinin özgürce evlenemiyor olması idi. Fox yasaya, kraliyet ailesine mensup biri olduğundan değil, doğrudan bireysel seçimleri körelttiği için karşıydı. Katolik kilisenin boşanmaya karşı olması gibi kraliyet de özgürce birlikteliğe -evliliğe- karşıydı. Fox, bu zihniyetin birbirinden farklı olmadığını düşünüyordu. İngiliz Deniz Kuvvetleri görevinden derhâl istifa etti. Bu olay, Fox üzerinde büyük bir etki yaptı ve ömrünün sonuna kadar “Yasakçı ve Kutsal” düşünceye karşı şüphe duymasını sağladı.


Şubat 1772’de Parlamento’ya tekrar geri döndü. Aynı yılın Aralık ayında, çok genç yaşta hükümete girdi. Görevi, maliye bakanı yardımcılığıydı. Ama bakan yardımcısıyken bile “kralın” isteklerine karşı muhalefet etti. Fakat Fox, isyancı tavrını bilinçli bir şekilde yapmıyordu, belli ilkelere göre siyasetini şekillendirmiyordu. Sadece kafasındaki uçuşan düşünceler ona yol gösteriyordu. Ve bu durumu bozan bir olay gerçekleşti. Mucizevî bir şekilde Parlamento’da Muhafazakâr Düşünce’nin kurucu atası Edmund Burke ile karşılaştı. Burke, Fox’tan tam 20 yaş büyüktü ama aralarında sanki yaş farkı yok gibiydi. Arkadaşlıkları o kadar ilerlemişti ki her öğlen vakti buluşup saatlerce felsefeden, estetikten, politikadan, tarihten, ekonomiden ve dış politikadan konuşuyorlardı.


Sıkılmadan geçen bu vakitlerde Burke, Fox’a sistematik düşünce biçimi ile muhalefet etme geleneğini kazandırmıştı. Burke Fox’un vahşi isyankâr yanını törpüleyebilmiş ama bu gencin özgürlük ruhuyla yanıp tutuşan kalbinin ve aklının daha derin akacağı nehri tahmin edememişti. Fox, Burke ile geçen zamanlardan sonra artık ömrünün sonuna kadar tutarlı radikal “Whig” olarak kalacaktı. Ama Fox, Burke’ün düşündüğünden daha büyük bir potansiyel karaktere sahipti: Özgür bir ruhla doğruluğu savunmak ve ne olursa olsun iktidar ile mevkilere değer vermemek.


Fox’un siyasetten beklediği şey güç, şöhret ve zenginlik değildi, bireysel özgürlüklerin önündeki engelleri ortadan kaldırmaktı. Parlamento’ya girdiği günden beri kendisine, düşünce özgürlüğünü pusula edinmişti. Bunun yanında Fox için doğru bildiklerini söylemek, “özgürlüğün etiğini” sonuna kadar uygulamak demekti. Öyle ki politikada daha önce görülmüş bir iki örnek haricinde (John Wilkens gibi) Büyük İngiliz Ulusu’nun ya da salt kendi çıkarının dışında “Evrensel Özgürlük Hakkı” için mücadele veriyordu. Fox’un İngiliz Parlamentosu’ndan yaptığı konuşmalarının birçoğu, ülkesinin kısa dönemli menfaatleri dışındaydı. Ülkesinin ilk dışişleri bakanı olmasının en etkili nedeni, başka ülkelere tanıdığı toleranstı elbette… Fakat unutmamak gerekir ki dışişleri bakanı olmasını sağlayan durum, karakterindeki doğrucu yanın ve münazaralardaki kararlı, tutarlı hâllerinin ısrarcı yapısıdır.


Fox “özgürlüğe giden ilk isyanlarını” suyun başındayken verdi. Ülkesinin ilk dışişleri bakanı iken kabinesinin içinde “düşünce özgürlüğünü” açıkça dillendirdi ve Amerikan kolonilerinin bağımsızlığını tanıyacağını ilân etti. Yalnızca bu radikal çıkışıyla da kalmadı, Amerikan Kolonilerinin Bağımsız Hükümeti ile barış antlaşmasını bizzat kendisinin yapması gerektiğini savundu. Çünkü o, ülkesinin dışişleri bakanıydı. Parlamento’ya George Washington’un askerlerinin üniformalarındaki renkleri anımsatan kıyafetleriyle geldi. Parlamento salonu birdenbire karışmıştı. Fox, bir taraftan vatan haini olarak adlandırılırken diğer taraftan özgürlüğün gür sesi olarak içeriye girmişti. Fox bundan sonra devetüyü sarısı ile koyu mavi renkleri her daim şapkasının süs tüylerinde kullandı. Bu tarihten sonra liberalizmin alamet-i farikası olarak bu renkler kullanıldı. Sosyalizmin kırmızısına, anarşizmin siyahına karşı liberalizmin koyu mavi ve sarısı özgürlüğün renkleri olarak adlandırılagelmiştir.


Fox ülkesinin âli çıkarlarını hiçe sayarak nasıl oluyordu da koloni ülkesini savunabiliyordu?! Bunun bir tek amacı olabilirdi: Evrensel Özgürlük Hakkı... Fox, Parlamento’da yaptığı bir konuşmasında “İngiliz halklarının özgürlüğü, diğerlerinin (sömürge veya diğer ülke halklarının) köleliği ile sağlanamaz...” diyordu. Bu çıkış tarihteki ilk “emperyalizm” karşıtı ifadedir. Kral, Fox’un bu çıkışını hiç beğenmemişti -ki hiçbir hareketi Kral tarafından beğenilmezdi- ve ülkesinin sömürgeler üzerindeki gücünü zayıflatmakta olduğunu düşündüğü Fox’u düşman fikirlerle işbirlikçilik ve yurtsever olmamakla suçluyordu.


“Yüce güç” sahibi olduğunu sanan Monark, ona iktidarı, erkin asıl sahibi bireylerin verdiğini unutmuştu. Hobbescu sözleşmeye göre Monark görevini savsaklamış ve en kötüsü, düzeni sağlayıcı değil, düzensizliğin asıl sahibi olmuştur. Bunun için Amerikan halkı John Locke’un “haksızlığa karşı isyan etme hakkı” fikrini yürürlüğe koymuştu. Fox, bu duruma İngiliz tarihinde her zaman rastlandığı söyler: 1215’te Magna Carta, 1688’de Şanlı Devrim ve şimdi Amerikan Bağımsızlık Savaşı... Bundan dolayı Fox’un, Tarih Bilimi’ni özgürlüğe giden bir süreç olarak kabul ettiği ortadaydı. Fox kuşkusuz Burke’ye göre değişimi özgürlüğe giden bir yol olarak görüyordu. Aydınlanmacı zihniyet Fox’a hâkimdi ama bir şartla; değişimin içinde muhakkak özgürlük olacaktı, tirancı ve köleci her türlü aktivite Fox’ta her zaman bir soru işareti olarak kalacaktı. Fox, Amerika Birleşik Devletleri’nin kuruluş amacının gelecek dünya için çok önemli bir örnek teşkil ettiğinin farkındaydı. Ve ABD’nin kurucu atalarının “Özgürlük ve Bağımsızlık Yasasına göre” hareket ettiğinin bilincindeydi.


1789’a kadar Fox, Whig düşüncesi içinde yerini sağlamlaştıracak önemli adımlar atmaya başlamıştı. Kısa dönemde doğal bir lider olmuştu. Whig düşüncesinin politik liderliğinde Dünya siyaset literatüre önemli kazanımlar ekleyecekti. Bu kazanımların başında “hükümet etme görevi, kral tarafından, seçimde çoğunluğu elde eden partinin liderlerinden herhangi birine verilmelidir” ilkesidir. Kral, halkın seçtiği bu kişiye karşı inançsız olabilir, hatta onunla ters düşmüş de olabilirdi fakat kral, bu kişiye mutlaka hükümet etme görevi vermeliydi. Fox’un bu düşüncesinin altında kralın veto etme haklarını zayıflatma, “hükümet etme görevi halkın kararı ile olmalıdır” anlayışı ve en önemlisi kralın Parlamento üzerindeki etkisini olabildiğince uzaklaştırma fikri yatar. İkinci ve belki de en eksantrik düşüncesi “hükümetin asla tek başına bir fikir ya da bir parti tarafında yönetilemeyeceği” ilkesidir. Fox, hükümeti en az iki partinin veya karşı fikirlerin temsil etmesini savunuyordu. Bugünün demokrasileri için ilginç gelebilecek bir fikir olarak, Fox “erdemli siyasetin” istikrarı için koalisyon hükümetlerinden yanaydı. Bunun nedeni, tek başına iktidara gelen partinin devletin önemli mevkilerine sadece kendi gibi düşünen insanları iş başına getireceği gerçeği ve bunun doğal sonucu olarak tiranlığa kalkışabileceğiydi. Fox, hükümetin istikrar için gücü tek başına elinde tutmasıyla birlikte Parlamento’da azınlık fikirleri bastırmak için bu iktidarı kullanacağını düşünürdü. Bundandır ki Fox Parlamento’da temsil edilen her düşüncenin hükümette de yer alması gerektiğinin altını ısrarla çizmiştir. Bu tasarıyı hükümette iken yılmazca savunması ve bu konudaki samimiyetini liberal siyasete duyduğu sarsılmaz inanca borçluydu. Üçüncü ve son ilkesi Fox’un gerçek bir Whig ilkesinin dışında radikal bir düşünceye dayanıyordu: “Yönetim ilkesi aslında çoğunluğun gücünden ziyade, azınlığın düşüncesine saygı göstermek, onu varsaymak ve onunla ilgili haksızlıkları gidermektir.” Fox bu düşüncesinin tutarlı savunucusu olmuştur. Kendisi Protestan olmasına rağmen, Katoliklerin haklarını savunmuş ve onların Parlamento’daki güçlü temsilcisi olmuştur. Bunun yanında kölelik sistemine mutlak karşıt olmuş, köleliğin insanlık için kara bir leke olduğunu söyledikten sonra bütün gücünü “köle ticaretini” durdurmak için harcamıştır. Siyaset meydanlarında kendi partisini destekleyen aristokrat hanımları yanında taşıyarak onlara nutuk atma imkânı tanımıştır. Asıl amacı, halka, kadınların da siyasete katılmasını anlatmaya çalışmaktı. Halkın ona verdiği lakabı asla suiistimal etmemişti: “Man of the People” yani Halkın Adamı...


Dışişleri bakanı iken isteklerini elde edene kadar bildiğinden şaşmayan tavrı, onu, politikada entelektüel bir lider hâline getirmişti. Bağlı olduğu grup, onun düşüncelerine göre şekillenip ona göre kararlarını alıyordu. Foxien’ler de denilen bu grup “Radikal Whigler” olarak adlandırılıyordu. Grubun amacı düşünce özgürlüğü, kölelik karşıtlığı, kilise ile devlet işlerini birbirinden mutlak bir şekilde ayırmak, kadınların haklarını olabildiğince genişletmek, ekonomik liberalizm, kralın gücünü mümkün olabildiğince daraltmak ve hatta kralcı fikrin gereksiz olduğunu göstermek, değişimin gücüne inanmak, bireysel seçimleri desteklemek, barışı, hoşgörüyü, mülkiyet hakkına dayalı hukuku ve sayılan bütün bu maddeleri entelektüel açıdan her ülkede tesis etmekti.


Fox, Fransız Devrimi’ni, 1688 Şanlı İngiliz Devrimi’nin eksik kalmış yanını tamamlayan bir özgürlük tarihi olarak görür. Ve evet, özgürlük tarihinin en iyisi olarak!


Tarih Bilimi’nin eksik anlatısına inat, Fransız Devrimi’ni umutla bekleyen çok az entelektüel ve radikal haricinde, Fox, Fransız Devrimi’nin yarattığı teröre değil, ilk çıkış amacına vurgu yapar. Fox, Fransız Devrimi’nin ilk kıvılcımını serbest gelişmenin önündeki hantallaşmış ve kurumsallaşmış köhne güçlerin aniden yıkılışının getireceği “Özgürlük ve Bağımsızlık Yasasının Yöneteceği Düzen” olarak adlandırır ve bu âni kopuşta özgürlük ateşinin, insanlığın kalbinde hiç sönmeyecek umudunu keşfeder.


Fox için 1789 devrimi birey özgürlük ve haklarının mesut ve bahtiyar zamanıdır. Artık hiçbir fikir 1789’dan sonrası gibi olamayacaktır. Tarihin sürekliliği asıl şimdi kendi nehrini bulmuştur: Zorbalığın azgın sularından çarçabuk özgürlüğün sakin sularına geçerken doğaldır ki birçok sorun meydana gelecektir... Ama ya sonra? Fox’un asıl meselesi budur. Sonuçta “özgürlük düşüncesi” kendi ırmağını bulana kadar çok kötü şeyler başımıza gelebilir ama işin aslı, tarihin tahakküm sayfalarına bir daha geriye dönülmeyecek oluşundadır. Fox, insan onurunun alaşağı edildiği, fikrî yobazlığın zalimleştiği, tiranlığın, gericiliğin ve köleliğin hüküm sürdüğü zamanın yerine geçecek olan “her neyse” ona olabildiğince güvenle bakmamızı öneriyordu. Devrimin kazançları seneler alsa bile artık “kadimin yanlışları” bir daha yapılmamak üzere devrilmişti. Tarih böylece başka bir yöne akmaya başlamıştı.


Fox’un iyimserliği, yaşadığı çağı çok iyi kavramasında yatıyordu. İngiltere’deki sanayileşmenin getirdiği hızlı değişim politika, tarih ve iktisat alanında kendini göstermeye başlamıştı. Fox aristokrat sınıfına bağlı olarak, bu durumdan memnun olmasa bile, bu kaçınılmaz durumu iyi tahlil etmişti. Özgür bir düşünür olarak insan faaliyetlerinin ana düşüncesinin yeni gelişmeleri yaratan ve yeri geldiğinde köhne düşünceleri değiştiren yanını bilerek, bilgi birikiminin tecrübe kadar değerli olduğunun farkındaydı. Fox, fikirlerin yaratıcısı olarak insan aklının uzun vadede kendi kendini denetleyebilecek gücüne inanıyordu. Fransız Devrimi sonuçta tepeden inme “Saf Aklın bir gelişmesi” değil, alt tabakadan üst tabakaya kadar toplumsal bir istekti ama Fox, bu talepkâr tutkunun gene de çok önemli bir şey olmadığının farkındaydı. Çünkü hiç kimse onun yaşadığı dönemde buharlı makinenin bulunmasını alttan gelen bir taleple istememişti ama buharlı makine herkesin uzun dönemde işini kolaylaştırıcı bir icattı ve sonuçta önemli olan talebin nasıl gerçekleştiği değil, yeniliğin medeniyetimize getireceği kazançlardı.


Fox, tepeden inmeciliğe mutlak karşıydı. O, partisinin seçim konuşmasında belirttiği gibi “Ülkeyi özgürlük ve bağımsızlık yasasına göre yönetmeye talibiz” diyordu. Tarihi yapanlar sonuçta insandı. İnsanî her özellik doğaldı. Doğaya karşı olan her şeyin bizzat doğanın dışında var olması düşünülemezdi. Fransız Devrimi’ni tepeden inmeci bir anlayış olarak adlandıran Burkecü düşünceye karşı Fox, Fransız Devrimi’ni özgürlük yasasına göre hareket eden güçlü bir insanî arzu olarak görüyordu. Bu tarihin bir yanlışı değil, rotasını şaşırmış bir gemiyi ana yola getirmenin bir ürünüydü. Bu gemimiz (diğer bir deyişle dünyamız) yolda hızlı gitmiş ve fırtınaya tutulmuş olabilirdi ama önemli olan ilk kıvılcım ateşinin ne olduğu idi. Hem Amerikan Bağımsızlık Savaşı’nın hem de Fransız Devrimi’nin, “dediğimdedikçi” düşünceye karşı bayrak açmış olması çok önemliydi. Kısacası, tiranlığa ve zorbalığa verilmiş bir mücadele “özgürlük tarihi” için değerliydi. Burke’ü korkutan her ne ise Fox onu seviyordu. İnsan, özgürlüğünü kazanmak için bir çok şeyini kaybedebilirdi ama “kendi haklarını ve özgürlüklerini” kazanmak uzun dönemli ve meşakkatli bir işti.


Fox için “Özgürlük Kurumları” farklı sınıftan bir çok imtiyaz sahibinin uykusunu kaçıracak kadar güçlü, genç, coşkulu, gururlu, cömert, hareketli ve içten tutkulara sahipti. Burke’ün kavrayamadığı 1789 ruhu, insan ırkının hatalarına rağmen yüreklerinden atamayacakları ve anısını sonsuza kadar saklayacakları bir tarih dilimiydi. Bu tarih dilimi Batı Medeniyeti için İsa’nın doğumu kadar önemliydi. Çünkü Avrupa devletlerinin tamamı imparatorluklar tarafından yönetiliyordu. 1789’dan sonra Fransız ve Amerikan Devrimleri ile beraber artık halkın, gücü hızlı ve âni bir şekilde eline almasıyla, bütün Avrupa krallıkları bu yeni düşünceye karşı bir birliktelik sağlamak için Viyana’da toplandılar. Viyana Kongresi’nde yönetici sınıflar, artık kutsal güçlerinin devrimlerle beraber altüst edilmiş olduğunu anladıkları andan itibaren, krallıkların tekrar kutsal yenilmez güçlere, halkı olabildiğince sömüren düşüncelere ve eski değişmez sınıflara, kastlara ve feodal düzene dönmek için güç birliği yapmaya karar verdiler. Savaş birlikteliklerinin dışında sağlam entelektüel yandaşlar ve düşüncelerle daha güçlü olacaklarını düşünen imparatorluklar ve yönetici sınıflar, ısmarlama fikirler sipariş ettiler. Edmund Burke bu dönemde İngiliz Kralı’nın aristokrat sınıfını koruyan ve Fransız Devrimi’ni kötüleyen ünlü “Reflections on The Revolution in France” isimli kitabını yazdı.


Fox, Burke’nin kitabını okuduktan sonra “Eski gelenek ve tarzlarla yazılmış, tiran yanlısı ve kötü bir tat” diye yorum yaptı. Parlamento’da konuşmalar uzadıkça Fox’un radikal Whigliğinin dozajını iyice arttırdığı görülmüştü. Hatta bir konuşmasında açıkça “monarşiye karşı halk egemenliğini” savunmuştu. Burke ise Tory (Aristokrat-Muhafazakâr) yanlısı düşüncelerini daha da şekillendiriyordu. Ve konuşmasının sonunda Fox ile arkadaşlığını bitirdiğini ifade ettiğinde Fox gözyaşlarına boğulmuştu. Sesi titreyerek Burke ile arkadaşlığını öven konuşmalar yapsa da artık Burke eski Burke değil, Tory yanlısı bir gericiydi. Hümanist Fox’un gözyaşlarına en ufak bir sempati beslememişti ve dostlukları ömürlerinin sonuna kadar bitmişti.


Fox, bu dönemden sonra Batı tarihinin en azınlıktaki ama en etkili muhalefetini ortaya koydu. Whig’ler ikiye ayrılmışlardı: Burke yanlıları olarak Tory grubunu destekleyen “Old Whigler” ve Parlamento’nun sol tarafında oturan sadece 56 kişilik “Radikal Whigler”...


Pitt Hükümeti’ni destekleyen Tory ve Old Whigler kralcı düşüncelerin etkisi altında İngiltere'de cadı avına çıktılar. Kim ki Fransız Devrimi’ni ağzına alırsa derhâl hapse girecekti. Krala en ufak bir saygısızlık yapan, devrimi ve halk egemenliğini öven işkenceden ölüme kadar giden insanlıkdışı her türlü durumla karşılaşmışlardı. Fransız Devrimi’ni yeren herkes devrimin terör ile birlikte asıl amacından uzaklaştığını söylerler. Evet, bu doğrudur. Ama neden hiç kimse 1789-1798 yılları arasında İngiltere, Avusturya-Macaristan İmparatorluğu ve ABD’de yaşanan kıyımlar ve vahşetlerden hiç bahsetmezler. En azından devrimin getirdiği kargaşayı anlıyoruz ama Burke’nin bu durumlardan hiç bahsetmemesini anlayamıyoruz. Fox, bu acı dolu yıllarda tek bir cümleyle haykırdı: “Habeas Corpus hukuku nerede?” yani hiç kimsenin suçlu olduğu ispatlanmadığı sürece suçlu sayılamayacağı ve kişi hak ve özgürlüklerinin elinden alınamayacağı ilkesi...


Evet, Fox liberal siyasetin ilkelerini bilinçli ve tutarlı savunmuştur. Kendisi aristokrattır ama halkın haklarını savunur. Seçimde en fazla oyu aldığında bile muhalefeti yanına alarak hükümet kurar. İngiliz ve Anglikan Protestan’ıdır ama İrlanda Katoliklerinin haklarını savunmuştur. Özgürdür ama köle ticaretini yasaklamak için ölene kadar mücadele vermiştir. Adam Smith’in kitabını Parlamento’da sayfa sayfa okumuştur. Erkektir, imtiyazlıdır ama kadın haklarını savunur. Kral’a uzak akrabadır ama halkın egemenliğini savunur. Kilise ve devletin birbirinden ayrılmasını sonuna kadar savunur. Seküler yaşam biçimine değer verir. Sanayi Devrimi’ni ileri görüşlülükle fark etmiş ve onun feodaliteyi yerle bir edeceğini anlamıştır. Burke Fransa’ya derhâl savaş açalım derken, Fox bir klasik liberalin yapacağı en iyi şeyi savunur: Fransa’yla ticaretimizi artıralım... Ölmeden birkaç ay önce, 19 Haziran 1806’da “İnsanlık tarihinin gördüğü en büyük ve en olağanüstü zamandı... Ama, kazanılmış bütün hak ve özgürlükler utanç verici bir şekilde bir çırpıda Napolyon’a teslim edildi.” diyerek savunurken bile Devrim’i, İğrenç bir kutsal ittifak olan Avrupa krallıklarının düşürdüğünü savunmuştur.


Dünyayı despotizmin kucağından, özgürlüğün egemenliğine taşımak için verilen mücadele bugün liberalizm olarak anılıyorsa bunda en büyük pay, reform ve radikal kelimelerinin mucidi Chales James Fox’undur.


Dipnotlar:

1. Owen Harries, “Muhafazakârlığın Anlamı”, Çeviren: Metin Boşnak, Liberal Düşünce Dergisi, Sayı: 34, Bahar 2004, Ankara, s. 94.


 

209 görüntüleme0 yorum

Son Yazılar

Hepsini Gör
Yazı: Blog2 Post
bottom of page