26/08/2023 - Mehmet Balcı
Bu makalede, piyasanın kuruluşundan başlayarak her zaman yöneticilerin ve birkaç cahil kamuoyu topluluğunun şiddetle her dönem talep ettiği “fiyat kontrolleri” anlatılacaktır ve klasik olarak istendiği durumlarda ne kadar zararlı olduğuna değinilecektir.
Fiyat Belirleme ve Piyasa
Fiyatlara bir taban nokta konulması istenen durumlar genellikle “fahiş” olarak adlandırılan zamlardan sonra gerçekleşir. Lakin “serbest piyasa” içinde sözde yüksek bir zam oranının yaratılışı başlı başına mümkün değildir. Bunun en büyük nedenleri telif haklarının olmayışı ve yeni girişimcilerin piyasaya girişinin kolaylığıdır. Girişimciler, düşük vergi oranlarının karşılığında piyasaya daha kolay katılırlar ve rekabette kazanabilecekleri yatırım noktalarını seçerler. Bir yerde eğer “yüksek” bir fiyatlandırma varsa, kâr pay oranını daha az koyarak aynı malı ya da aynı kâr oranı ile daha ucuza farklı bir biçimini satabilir. Ayrıca, aynı malın aynı/farklı türü yerine apayrı bir mal da satışa çıkartabilir. Bunun için poşeti bile örnek gösterebilirsiniz. Bir üretici, aynı poşeti daha ucuza -telifin olmadığı bir piyasada- satabilir yahut farklı bir poşet üretip satarken, isterse kese kâğıdı, file üretmeye başlar. Piyasadaki bir malın rekabet edeceği tek ürün, kendisi ile aynı olan değil, aynı işlevi gören tüm şeylerdir. Buradaki ürün ve girişimci çeşitliliği sonucunda, eğer ortada “yüksek” bir fiyat varsa, bunu düşürme üzerine bir rekabet yaratılır.
İşin özü şudur: Serbest piyasa içindeki rekabet, bir firmayı sanki tekelmiş gibi fiyatlandırma yapmaktan alıkoymaya yeterdir çünkü rakipleri tarafından alabora edilmemek için o fiyatı döneminin ve yapabileceğinin en iyi noktasında alıcıya sunar.
Bir de bu fiyatlandırmanın eskisinden daha düşük değil, eskisi gibi olmasını yahut ona yakın olmasını isterler. Bu konu konfor alanına dayanmaktadır. Eğer şirketler bu kadar “yüksek” fiyatı yaratma yetkisine sahipse, bunu kademe kademe yapmış olamazlar mı? O zaman neden sadece ani bir talep patlamasından sonra oluşan hızlı artışta bir fiyat belirlemesi istiyorsun veyahut daha da düşük bir miktar yerine neden eski fiyatı arzuluyorsun? Bu sorulara büyük ihtimalle düzgün bir cevap elde edemeyeceksiniz. Bu da aslında sadece konfor alanında bulunan bir fiyata alışkın bir halkın istekleri olduğunu kanıtlamaya yeter. Buradaki dikkat çekilmesi gerek şey ise tarihte bu kadar başarısızlıkla karşılaşmış bir isteğin neden hâlâ arzulandığıdır. Bunun ana sebebi popülist propagandalardır. İnsan, var olan duruma alıştığı zaman, var olan statüsünden çıkarıp “var olmalı” diye nitelendirmeye başlar bu hali. Bu isteği ise politikacılar bir otorite yaratma aygıtı olarak kullanır. Öyle ki bu iş için biçilmiş kaftandır.
İnsanlara bir “hiçlik” vaat eder. Piyasanın dengesi bir defa bozulduğu zaman, bu bozucu el çekilmezse çok büyük zararlar alır. Ne kadar piyasanın normal suretleri içindeki fiyatı baskılar, gerçek değerinin altında tutarsa, enflasyonu sıkıştırırsa -ki daha berbat olarak deflasyon bile yaratmaya çalışabilir ve deflasyonla aynı parametrede bir enflasyon yaratır- o kadar büyük bir patlama yaşanır. Bunun bir örneklemesi Türkiye’dir. Hükümet, seçim öncesinde piyasada olması gereken miktarı sıkıştırarak halka popülist bir hayal sattı. Lakin bunun sonucu ancak ülkenin önüne geçilmez o enflasyon patlaması ile anlaşıldı. Piyasa, eskiden ettiği zararları karşılamak için sürekli bir zam talebinde bulunmak zorunda kalmıştır. Bunu yaratan şey bizatihi o fiyatı kendi çıkarları için kısıtlayanlardır.
Bu bozulmalar sonucunda yaşanan enflasyondan tabii halk hoşnut olmayacaktır. Esasında bu olay felakete yol açabilir. Bilhassa yine politikacılar bu enflasyonu bilerek yaratabilir. Bunun sonucunda şu sözleri sarf ederler: Bizim para programlarımızın olduğu süreç içerisinde fiyatlar gayet “insani” idi, lakin piyasa serbest kaldığındaki olaya da bir bakın, hepsi sırtınıza hançer misali zamlar saplıyorlar, eğer tekrardan istikrar (!) istiyorsanız bizi daha çok yetkilendirin. Bu algıya eğer tebaa kanarsa vay haline, zira devlet regülasyonları sonucunda daha büyük ekonomik zorluklar gelecekte kendilerini bekliyor demektir. Piyasa sanki bir öcü gibi lanse edilir, kontrol edilmesi bir başarıymış gibi gösterilir. Bilakis bir başarı değil, resmen bir rezalettir çünkü artık halk, devletin tekel olarak belirlediği fiyatlar ile yönetilecektir. Malları kaliteli yapmak, daha ucuza imal etmeye çabalamak; insanlara daha iyi hizmet vermek gibi kavramlar eksik olacaktır. Bunun ana sebebi motivasyon eksikliğidir. İnsan, çıkarcı bir yapıya sahiptir. Eğer diğer kişilerden daha çok kazanmayacaksa neden daha çok çalışsın? Bunun bir cevabı yoktur. Ayrıca, her türlü o taban fiyat ile beraber rekabetten uzak oldukları için, batma risklerinin az olduğunu da bilirler. Ve bundan mütevellit isteksizliğin doğurduğu daha az ve kötü verimin cefasını yine halk çeker.
Lakin halk, bu işin farkına er ya da geç varır, varmıştır da. Devletin Fransız Devrimi sonucunda piyasaya taban fiyatlar belirlemesi sonucu taşralarda yahut şehirde fiyat belirlemesi yapılan mallarda muazzam bir kıtlık yaşandı. Halkın bu statükonun kırılması sonucunda, devlet bu taban fiyatları kaldırmış ve Robespierre’yi, fiyatlara müdahale edilmesini isteyen kişiyi, idam etme kararı vermiştir. Halkın tepkisi The Economic Life of the Ancient World kitabında geçtiği gibi nefretin, bilhassa nefrete sebep olan kıtlığın yarattığı yorgunluğun bir dışavurumu olmuştur: İşte pis Maximum gidiyor!
Önem verilmesi gereken bir konu daha vardır: Fiyat kontrolüne izin veren diğer faktörler.
Birinci olarak demokrasi incelenebilir. Demokrasi, halkın aptallıklarını sırf çoğunluk oluşturduğu için kabul edilebilir gören bir sistemdir. Bu yönüyle Komünizme benzerdir çünkü ikisinde de çoğunluk -demokrasi de halk, komünizmde proletarya- hükmü geçerlidir. Boşuna denmemiştir “Demokrasi, Komünizmin yumuşak halidir” diye. Demokrasi, yozlaşmaya gayet açık bir sistemdir, tartışılmaz insan hürriyetlerine bile kastedebilir. Bunu halk kisvesi altında saklar. Fiyat kontrolünün önünü açan da budur zaten, “yüksek” fiyatlardan şikayet eden bir halka bu fiyatların fahiş olduğunu inandıran ve propaganda malzemesi olarak kullanan bir politik grubun bunu yapma yetkisi yine demokrasiden gelir. İnsanın elindeki malı, bizatihi kendi malını ne kadara satması gerektiğini söyleyebilmek gibi bir gücü elinde bulunduran hükümetin, bunu daha da ileri götürmesinde pek bir engel yoktur. Diğer seçimleri kaybetmesi muhtemeldir demek bunu hem meşru gösteremez hem de buna motivasyon sağlar. 5 sene sonra yerinden edilebileceği bir taht için bu kadar büyük bir güçten feragat eden kimse neredeyse tarihte yoktur. Halkı soymak için bu konuma çıkmış birinden vatani duygular da beklemek abestir. Ama işe bak, bunların halk desteğini propagandalar ile alıp başa geçme hakları abes değildir (!).
İkinci olarak itibari para gözden geçirilmelidir. Demokrasi’ye, haliyle hükümet ve devlete fiyatı kontrol etme tahakkümünü sağlayan şey, itibari paranın kendisidir. Devlet, kendi parasına istediği gibi müdahil olabilir, dolayısıyla piyasaya müdahale edebilir. Mesela Türk Lirası olarak ele alalım. Türkiye, kendinin bastığı paraya kontrol hakkına sahiptir. Lakin evrensel olarak kullanımı tercih edilebilir diğer metalara karışamaz. Bu yüzden, devletin karışamadığı bu değerlere büyük bir arz olur. Arzın sonucunda yine “yüksek” değer artışları gerçekleşebilir. Amma velakin devletin müdahalesi olmadığı sürece yine istikrar sağlandığını gören insanlar, volatilite değeri görünmez el tarafından yönetilen bir meta karşısında itibari parayı terk etme eğilimde olacaklardır. Yani devlet, kendisinin ve itibari parada ısrarcı olan kişilerin topuğuna sıkmış olur.
Özel Durumlarda Fiyat Kontrolü
Doğal afetler sonucunda çoğunlukla “insani” açıdan fiyatların sabit olması istenir. Bu çok büyük bir yanılgıdır. Aksine, fiyatların yükselmesi gerekir. Bunu söylemek çoğunlukla toplum içinde yadırganır, “insanlar acı çekerken sen milletin sırtına daha çok yük mü yükleyeceksin,” gibi eleştirilere maruz kalmanız gayet olağandır. Lakin onlara acı çektirecek asıl şey, fiyatları sabit tutmaktır.
Kaynaklar kıttır ve ne zaman bu kıtlığın biteceği bilinemez. Bu durumlarda çoğunlukla insanlara öğütlenen veya yapmaları için yasa çıkartılan gerektiği kadar al ilkesi işe yaramaz. Bunu tüm afet dönemlerinde görebilirsiniz. Kendim Kahramanmaraş merkezli depremlerin bir şahidiyim. Bizzat kendi ailem ve diğer kişilerdeki gözlemlerim, bu sözümü destekler nitelikte olmuştur. Burada insanları ihtiyacından fazla almamaya itecek şey, etiketlerde gördüğü “aşırı fahiş” fiyatlardır. Pazarda 5 birime satılan bir şeyi raflarda 50 birime görünce, ya zaruri ihtiyaç kadar alınır ya da hiç alınmaz. Alınmaması yahut yeteri kadar alınması sonucunda alternatiflere yönelim oluşur (alternatifi olmayan şeyler için ise, mesela petrol, yeteri kadar ilkesi oluşur). Misal kişi başına düşen 10 tane düşen konserveden 20 tane almak yerine, paketli bir başka gıda arz edilir. Bunun sonucunda satış merkezlerine ilk ulaşan şanslı kişiler, rafları boşaltmayacaktır. Bunun sonucunda sonradan gelen şanssız kişiler boş raflar ile değil, ihtiyaçları kadar malzeme ile karşılaşır.
Bu sayede bölgedeki satıcılar da kıt kaynakları hemen bitirip ortalıktan kaybolma telaşesine girmeyecektir. Bunun sebebi ise edeceği kâr oranıdır.
Ve bu fiyatlar hep böyle kalmayacaktır çünkü yeni kaynaklar getiren mal sahipleri, normalde ettikleri kâr oranının daha fazlası olmasına rağmen oradaki fiyatlar karşısında ucuz olacağını bildikleri yere tabiri caizse akın ederler. Yakından gelen bir seferde kaybedeceği çok şey yoktur ama çokça seferde kendi iş imkanlarından feragat eder. Keza uzaktan gelen bir kaynak sahibi bu feragat eylemini tek bir seferde yapar. Yakından gelen seferleri arttırmanın ve uzaktan yeni kaynaklar taşınmasını teşvik etmenin en iyi yolu, fiyatlara müdahale etmemektir. Kat kat kârlı bir iş için her mülk sahibi, mevcut zamandaki işlerinden seve seve vazgeçer. Bu seferler ne kadar yüksek olursa, fiyatlardaki düşüş o kadar kızışır. Önceden de belirttiğim gibi, bu yeni gelen satıcıların yanında bölgenin girişimcileri de yerlerini bırakmamışlardır.
Ayrıca, bu kâr salt olarak kişinin cebine de gitmeyebilir. İnsani olarak fiyatları yüksek tutmasının yanında, bu paranın tamamını yahut bir kısmını bağışlaması muhtemeldir. Öyle ki bölge satıcıları için bu elzemdir çünkü ettikleri kâr karşısında, berbat olmuş bir yerleşke olursa, büyük ihtimalle o parayı farklı bir girişim için harcamak zorunda olacaklarını bilirler. Diğer girişimciler ise artık öyle bir bölgeye satış yapamamanın eksikliğini çeker.
Yazar: Mehmet Balcı
Comentarios