04/11/2022 - Can Kilercioğlu

İnsanlar yaşadığı müddetçe eylemde bulunmak ve aynı zamanda yapacağı eylem için de uygun araçları seçmek zorundadır. Seçim yapmanın zor bir süreç olmasının sebebi yapılacak olan eylemin ve kullanılacak olan araçların meşruluğudur. Hangi eylemlerde bulunabileceğimizin meşru olduğunu ve bunu yaparken hangi tür yolların kullanımının onaylanabilir olduğunu etik gösterir. “Ahlâk, insan ilişkilerinde ‘iyi’ ya da ‘doğru’ veyahut ‘kötü’ ya da ‘yanlış’ olarak adlandırdığımız değer yargılarını ifade eder.”¹ Ahlâk sayesinde insanın yapması veya yapmaması gereken davranışları tespit edilebilir. Ahlâkı temellendirmek için birçok farklı görüş ileri sürülmüştür ve faydacılık ahlâkı temellendirmede kullanılan en zayıf görüşlerden biridir. Hatta bazıları faydacılığı bir ahlâk prensibi bile görmeyip sadece kör bir şekilde kişinin faydasına olan hareketi yapmasını savunur. Faydacı ahlâkın önde gelen isimlerinden olan Jeremy Bentham ve John Stuart Mill, bir eylemin getirdiği haz ve acının, o eylemin ne kadar ahlâkî olup olmadığını belirlediğini savunmuştur. Her ne kadar birbirlerinden ayrıldıkları noktalar olsa da her ikisine göre “…fayda kavramı, bir şeyin acıya engel olma veya bir hazzı arttırma özelliğini ifade eder.”² Yazının devamında faydacılığı etikten bağımsız, başlı başına bir hareket noktası kabul eden görüşlere eleştirilerimi yönelteceğim.
Öncelikle daha yüksek faydayı elde etmek bir amaç olsa da bu amaca ulaşmak için kullanılan yöntemler her zaman meşru olmadığından, elde edilen fayda taraflara göre değişebilir. Örneğin a priori olarak her iki tarafın da gönüllülükle onayladığı bir anlaşmada her iki taraf da fayda bekler, eğer beklemeselerdi bu anlaşmayı yapacak motivasyonları eksik olacağından sözleşme kurulmazdı. Yine a priori olarak tek tarafın zorlamasına dayanan her eylemde zorlayan, zorlanan pahasına fayda eder. Eğer böyle olmasaydı zorlanan kişi bir baskıya maruz kalmaksızın, karşı tarafın talebini gönüllü olarak yerine getirirdi. Benzer şekilde her tekel, müşterileri açısından kötüdür. Fakat rekabete kapalı alanda bulunan tekelci, rekabet eksikliğinden fayda elde eder. Bu sebeple amaçlanan hedefi gerçekleştirmek adına yapılan eylemlerde ahlâkî temel olmadıkça, faydacılık adına yapılan açıklamalar sadece olan durumu açıklar. Diğer bir deyişle ahlâkî kurallar olmazsa faydacılık savunusu sadece bir kişinin yaptığı eylemden fayda elde etme beklentisinin olduğunu ve bu sebeple o eylemi gerçekleştirdiğinden başka bir şeyi açıklamaz. O hâlde serbest piyasa anarşizminin sadece faydalı olduğunu savunmak anlamsızdır. Çünkü belli topraklar üzerinde şiddet kullanma yetkisine sahip olan devlet, tekel hakkını kaybedeceğinden, devlet yetkilerini elinde bulunduranlar zarar görmüş olur. Böylece homojen bir fayda olamayacağını, yapılan eylemin içeriğine göre fayda kavramının kazan-kazan veya kaybet-kazan olabileceği ortadadır.
Diğer taraftan toplumsal faydayı bir ahlâk ölçütü olarak belirleyen “Bentham, hangi eylemlerin veya hangi politikaların daha fazla yarar veya haz sağladığının ya da acıya, kötüye neden olduğunun bilinmesi için mutluluk/haz terazisini ortaya koymuştur. Kısaca mutluluk terazisiyle birtakım ölçütler çerçevesinde haz ve acının her biri kendi içinde toplanır, sonra birbirleriyle kıyas edilir.”³ Böylece bir eylemin ahlâkîliği fayda, mutluluk veya haz sağladığı sonucuna bakılarak tayin edilir. Buradaki sorun faydanın işleme tâbi tutulamamasıdır. Fayda toplanamaz, çıkarılamaz veya bölünüp çarpılamaz. Bir kişi farklı durumlar arasında seçim yapabilir fakat bu faydanın işleme tâbi olduğunu değil, farklı seçimler arasında bir öncelik-sonralık sıralamasına bağlı olarak tercih edilebilirliğin mevcut olduğunu ve bunun da kişinin bireysel tercihlerine bağlı olduğunu gösterir. Böylelikle en büyük sayı için en yüksek faydayı savunan biri, herhangi bir ahlâkî görüşü değil fakat çoğunluğun azınlığı katletmekteki haklı gerekçelerini sıralar.
En büyük sayı için en büyük fayda, insanlığa yutturulmuş, gelmiş geçmiş en ahlâksız sloganlardan biridir. Bu sloganın somut ve spesifik bir anlamı yoktur. Onu iyi niyetli bir şekilde yorumlamanın bir yolu yoktur, fakat en felaket eylemleri haklı çıkarmak için kullanılabileceği birçok yolu vardır. Bu slogandaki faydanın tanımı nedir? En büyük sayı için iyi olan neyse o, bunun dışında hiçbir şey. Herhangi bir konuda, en büyük sayı için neyin iyi olduğuna kim karar verir? Neden en büyük sayı? Bunu ahlâkî olarak kabul ederseniz, pratikte bu sloganın uygulamaları olan şu örnekleri kabul etmek zorunda kalacaksınız: İnsanlığın %51’i, geri kalan %49’unu köleleştirebilir; dokuz aç yamyam aralarındaki onuncuyu yiyebilir; bir çete, topluluk için tehlikeli olduğunu düşündükleri bir insanı linç ederek öldürebilir. Almanya’da, 70 milyon Alman ve 600 bin Yahudi vardı. En büyük sayı (Almanlar) Nazi hükümetini destekledi. Bu da onlara en büyük faydanın daha küçük sayıyı (Yahudiler) yok ederek ve mülkiyetlerine el koyarak sağlanabileceğini söyledi. Teoride kabul edilen rezalet sloganın pratikteki yansıması dehşetti. Yine de diyebilirsiniz ki, tüm bu örneklerdeki çoğunluk kendileri için de doğru dürüst bir fayda elde etmedi ki? Hayır, etmediler. Çünkü fayda ne sayı hesabıyla belirlenir, ne de birini diğerine feda etmekle elde edilir.⁴
Bu sebeple faydacılık, herhangi bir toplumun adaletli ve barış içinde yaşamasını sağlayacak bir yol olamaz. Aksine “arzuları gerçekleştirme bir amaç olarak değerlendirildiğinde –en fazla sayıda kişinin en fazla mutlu olması gibi- insanların birbirinden nefret etmekten, korkmaktan ve birbirleriyle kavga etmekten başka tercihleri olamaz çünkü onların arzuları ve çıkarları eninde sonunda çatışacaktır.”⁵
Toplumsal faydacılığa ve daha da özelde toplumsal yeniden dağıtım fikrine eleştiride bulunan Nozick, “fayda canavarı” adında bir varlığı hayal etmemizi ister. Adından da anlaşılabildiği üzere bu canavar, yaptığı eylemlerden diğer kişilere göre daha büyük bir fayda elde eder. Örneğin fayda canavarının insanları yemekten aldığı haz, ölen insanların çektiği acıdan ve geride kalan insanların yaşadığı üzüntü ve korkudan daha fazladır. Faydacı etiğe göre, fayda canavarının insanları yemesi arzu edilen bir durumdur ve henüz hayatlarını kaybetmemiş insanlar da toplumsal fayda uğruna kendi hayatlarından vazgeçmek konusunda istekli olmalılardır. Gerçek şu ki fayda sadece bireyler için anlamlıdır. Kendi varlığı olmayan bir kolektife fayda atfedilemez. İnsanların faydaları kesişebilir fakat bu insanların dışında ve üstünde bir fayda olduğu anlamına gelmez. Şu durumda “toplum” faydacılığı, o toplumun çoğunluğunun kaprislerinden başka bir şey değildir.
Öte taraftan insandan bağımsız mutlak bir fayda veya ideal bir verim olamaz. Varoluş sadece kendi bilincinin farkında olan şeyler için anlam ifade eder çünkü bilinç var olanı algılayabilme gücüdür. Bu sebeple fayda ancak insan için anlamlı olacağından, içinde insanın olmadığı bir fayda var olamaz. Diğer bir deyişle fayda sadece insan için iyidir veya insan için kötüdür, faydanın kendi başına bizatihi bir amacı veya varlığı olamaz. Faydanın anlam ifade edebilmesi için içerisinde insanın olduğu bir senaryoya “hangi şartlar altında” (örneğin fiziksel saldırının serbest olduğu etiğin reddedildiği veya karşı tarafa ilk saldırı başlatma hakkının olmadığı koşullarda) ve “hangi taraf için” (saldırıya dayanan bir eylemde zorlayan-zorlanan taraf veya gönüllü ilişkilerde taraflar) sorularının sorulması gerekir. Bu örneklerde görüldüğü üzere, yukarıda da açıklandığı gibi fayda bireyseldir, sadece insan için anlam ifade eder, koşullara ve taraflara göre değişir. Akabinde, onlara göre fayda mutlak ilan edildikten sonra, insan aklının doğru ve yanlışı bilemeyeceği için etiğin, fayda konseptinden çıkarılması gerekliydi. Fakat “‘Biz hiçbir şey bilmediğimizi biliyoruz’ diye gıdaklarlarken, bilme iddiasında bulunduklarını görmezden geldiler. ‘Mutlak diye bir şey yoktur’ derken, bir mutlak ilan ettiklerini anlamadılar. ‘Var olduğunu ve bilincine sahip olduğunu kanıtlayamazsın’ diye gıdakladılar, kanıt denilen şeyin ön şartının var olmak, bilinçli olmak ve karmaşık bir bilgi zincirine sahip olmak olduğunu unuttular. Burada bilinecek bir şeyin varlığının, onu bilecek bir bilincin ve kanıtlanmış ile kanıtlanmamış gibi kavramların arasındaki farkı ayırt edebilen öğrenilmiş bilginin şart olduğunu anlamadılar.”⁶
Özetlemek gerekirse, faydanın sadece insan için anlamlı olabileceği, faydanın ancak bireysel olabileceği ve bunun kişiden kişiye göre değişeceğinden bireysel faydanın esas olduğu, insanların çıkarları kesişse bile bunun “toplum faydasını” oluşturmayacağından bahsettim. Böylece etiğin olmadığı bir fayda arayışının bir kafa karışıklığı olduğunu göstermiş oldum. Son olarak, her ne kadar konusu bu yazı olmamakla beraber yanlış anlaşılmamak için “Mutluluğun etiğin amacı olması doğru olabilir fakat mutluluk etiğin standardı olamaz.”⁷ demeyi ekleyeyim.
Dipnotlar:
1. Coşkun Can Aktan, "Ahlâk ve Ahlâk Felsefesine Giriş", Hukuk ve İktisat Araştırmaları Dergisi, Cilt 1, Sayı 1, 2009, s. 39
2. Sebile Başok-Diş, "Bentham ve Mill’in Klasik Faydacılığı Bağlamında Mutluluk Problemi", Temaşa Erciyes Üniversitesi Felsefe Bölümü Dergisi, Sayı 7, 2017, s. 82
3. Emine Cengiz, "Haz ve Acının Matematiği: J. Bentham'ın Faydacı Ahlâkının İmkânı", Dört Öge, Sayı 15, 2019, ss. 145-146
4. Alıntılayan: Craig Biddle, Individualism vs. Collectivism: Our Future, Our Choice, 2012, 12 Şubat, Erişim Tarihi: 25 Haziran 2022, Alıntı: https://theobjectivestandard.com/2012/02/individualism-collectivism/#_edn8
5. Ayn Rand, Bencilliğin Erdemi, Plato Film Yayınları, Ankara, 2008, s. 40
6. Ayn Rand, Yeni Entelektüel İçin, Pegasus Yayıncılık, İstanbul, 2021, s. 202
7. Ayn Rand, Bencilliğin Erdemi, Plato Film Yayınları, Ankara, 2008, s. 39