04/07/2022 - John Kennedy

Ortalama bir insan Naziler hakkında düşündüğünde, sıklıkla akla gelen şey II. Dünya Savaşı, Holokost ve nefret söylemleridir. Bununla birlikte, Nasyonal Sosyalistlerin de ekonomik ve siyasi politikaları vardı, birçok insanın ise basitçe varsaydığı politikalar ya serbest piyasa ya da Autobahn gibi New Deal tarzı bayındırlık projeleriydi. Ancak Nazi politikası o kadar da sıradan değildi.
Naziler sosyalistti ve 1933'te iktidara geldikten sonra uyguladıkları politikaların çoğunda bunu gösterdi. Birincisi, Sovyetler gibi Naziler de özel mülkiyete karşı bir savaş başlattılar. Şaşırtıcı olmayan bir şekilde, mülkiyet hakları, kamu refahı adına Nasyonal Sosyalizm tarafından ciddi şekilde kısıtlandı.
Nasyonal Sosyalistler Almanya'da özel mülkiyetle nasıl mücadele ettiler? İlk adım, Nazilerin kontrolü ele geçirmesinden kısa bir süre sonra, özel mülkiyeti kaldırdıklarında geldi. Weimar anayasasının 153. maddesi, özel mülkiyeti güvence altına aldı, fakat kamulaştırma ancak kanunun öngördüğü süreçte gerçekleşecekti, lakin bu madde 28 Şubat 1933'te bir kararname ile iptal edildi.
Bununla birlikte, yeni Nasyonal Sosyalist hükümet, Almanya'daki özel mülkiyetin tam kontrolüne sahip oldu. Bolşeviklerin 1917'de Rusya'da yaptıkları gibi toprakların tam kontrolünü ele geçirmemiş olsalar da, Naziler sanayi ve çiftlikler için kotalar çıkardılar ve daha sonra tüm sanayiyi Nazi Partisi üyeleri tarafından yönetilen şirketler halinde yeniden düzenlediler.
İş Dünyasına Karşı Savaş
Peter Temin, Sovyet ve Nazi Ekonomik Planlaması'nda bu konuda şunları yazdı:
Her iki hükümet de, görünüşte ekonomik faaliyet üzerindeki devlet kontrolünü artırmak için sanayiyi daha büyük birimler halinde yeniden düzenledi. Naziler, devlet kontrolü için özel bir hiyerarşi oluşturmak üzere sanayiyi daha fazla sayıda alt gruba sahip 13 idari gruba ayırdı. Bu nedenle devlet, işletmelerin doğrudan mülkiyetini almadan bir firmanın faaliyetlerini yönlendirebilirdi. Önceden var olan karteller oluşturma eğilimi, fiyatları istikrarsızlaştıracak rekabeti ortadan kaldırmak için teşvik edildi.
Naziler ironik bir şekilde, bu yeniden yapılanmayı "özelleştirme" olarak adlandırdılar, ancak bu şirketlerin sahipleri ya yönetim kurulu görevlerinden men edildi ve Nazi Partisi üyeleri ile değiştirildi ya da tamamı Nazi Partisi üyesi oldu. Bunlar arasında IG Farben ve Junkers uçak fabrikası da vardı. IG Farben, her ikisi de Yahudi olan Carl Bosch ve Carl Duisberg tarafından 1925 yılında kurulan ve 1926 yılına kadar yaklaşık bir milyar marklık bir sermayeye sahip olan bir kimya şirketiydi. 1938'e gelindiğinde, şirketin tüm Yahudi işçileri tasfiye edildi ve denetim kurulu Naziler tarafından değiştirildi (Joseph Borkin'in The Crime and Punishment of I.G. Farben adlı kitabına göz gezdiriniz).
IG Farben, Nazilerin kendi çıkarları için üstlendikleri sanayinin yeniden örgütlenmesinin açık bir örneğiydi. Holokost çalışmaları profesörü Sybille Steinbacher, Auschwitz adlı kitabında kamu-özel ortaklığı hakkında şunları yazmıştır:
Otto Ambros ve IG Farben direktörü Fritz ter Meer, Berlin'de, yalnızca IG Farben'in yönetim kurulu üyesi değil, aynı zamanda Reichsfurhrer-SS çevresindeki Himmler'in ''Dostlar Çevresi'' olarak bilinen sanayiciler bölgesinin bir üyesi olan Carl Krauch ile bir yönetim kurulu toplantısı düzenledi.
Naziler iktidara geldikten sonra, bu tür bir işbirliği yaygındı. Özel işletmeler sadece kamu kuruluşları haline geldi ve Nazi komiserlerine ve politikalarına direnen sanayiciler görevlerinden alındı ve işletmelerine el konuldu.
Junkers uçak fabrikası, Temin'in ifadesine göre çok iyi bir ücret almadı:
Junkers uçak fabrikasından Prof. Junkers, 1934'te hükümetin teklifini değerlendirmeyi reddetti. Bunun üzerine Naziler fabrikayı devraldı ve Junkers'in kaybını telafi etti. Bu, diğer sözleşmelerin müzakere edildiği bağlamdı.
Günter Reimann'ın The Vampire Economy'de açıkladığı gibi sanayiciler ve diğer işadamları Nazilerin iş dünyasına karşı yürüttüğü bu savaş nedeniyle geçim kaynaklarının kendilerinden çalınacağından endişe duyuyordu.
Reimann, bir Alman işadamının Amerikalı bir işadamına yazdığı bir mektuptan alıntı yapmaktadır:
Resmi olarak hala bağımsız işadamları olduğumuz gerçeğine rağmen, buradaki ile Rus sistemi arasındaki fark, düşündüğünden çok daha az.
Devamında:
Bazı işadamları, mevcut ekonomik sistemi daha iyi anlayabilmek için Marksist teorileri incelemeye bile başladılar.
Bu Alman işadamı ayrıca "yabancı hammaddelerin miktarı, kalitesi ve fiyatları ile ilgili keyfi hükümet kararlarından" şikayet etti. Ancak işadamları, büyük miktarlarda bürokrasi ve kontrolle karşı karşıya kalan tek özel sektör üyeleri değildi. Çiftçiler de bununla karşı karşıya kaldı.
Tarıma Karşı Savaş
Naziler 1933'te iktidara geldiğinde, onlar için büyük ilgi "saf" Alman vatandaşı için Lebensbraum (yaşam alanı) idi. Profesör Adam Tooze, Wages of Destruction adlı kitabında "geleneksel çiftlik" hakkında şunları diyor:
Köylülüğü "Alman Halkının Kan Kaynağı" olarak korumak amacıyla, yasa, piyasa güçlerinden yalıtılmış tüm borçlara karşı korunan yeni bir çiftlik kategorisi olan Erbhof'un (geleneksel çiftlik) yaratılmasını önerdi.
Bu çiftlikler, toprağı "saf" tutmak için nesilden nesile aktarılacaktı ve Reich yetkilileri "Erbhof çiftçilerinin birbirlerinin borçları için kolektif sorumluluk almaları gerektiğini" bile düşündüler. Bu politika Reich merkez bankası ve Reichsnährstand (RNS, Devlet Gıda Derneği) yetkilileri tarafından tanıtıldı ve desteklendi.
Tarım fiyat sübvansiyonları, II. Dünya Savaşı patlak vermeden önce bile Nazi İmparatorluğu'nda yaygındı. RNS, fiyatları sabitlemek ve tarımda üretim kontrolleri oluşturmak için oluşturuldu. Alman tarihçi Götz Aly, Hitler’s Beneficiaries adlı kitabında, Alman hükümetinin tarım sektöründe aldığı önlemleri anlatmaktadır.
Götz, "Savaş sırasında üreticilere süt ve patates için ödenen fiyatlar yüzde 25 ila 35 oranında artırıldı" diyor. Bu sübvansiyonlar, endüstrinin tahıl üretimine odaklanmasını sağlamak için et ve yumurta karnesinin uygulandığı Ağustos 1939 gibi erken bir tarihte kıtlığa neden olacaktı.
Savaş Öncesi Almanya'da Yaşam
Lise tarih ders kitaplarında, savaş öncesi Almanya'ya (1933-39) çok az sayfa ayrılmıştır. Bununla birlikte, iki ayrıntı her zaman ele alınmaktadır: binlerce Yahudi işletmesinin yağmalanıp, tahrip edildiğini gördüğümüz Kristal Gece (Kristallnacht) ve birçok hayatı iyileştiren ve seyahati kolaylaştıran devasa bir bayındırlık programı olan Autobahn.
Bu nedenle, insanlar savaş öncesi yaşamın Yahudiler için kötü, ancak Yahudi olmayan vatandaşlar için yararlı/iyi olduğu sonucuna varabilirler. Yahudilerin sadece sosyal olarak değil, aynı zamanda ekonomik olarak da çok acı çektikleri doğrudur. 1933'ün başında, tahminen yüz bin Yahudi işletmesi vardı; 1938'e gelindiğinde, sadece 39.552 tane kaldı. Aynı yıl Yahudilere sermaye vergisi konuldu; tüm varlıklarını, kendilerine yüzde 20 ve daha sonra yüzde 25'lik bir sermaye vergisi koyan yerel vergi dairesine kaydetmeleri gerekiyordu.
Ancak Yahudi olmayan sıradan vatandaşlar içinde hayat zordu. Özel satış görüşmeleri resmi kurallara tabiydi, bu kurallar birinin sahip olduğu her türlü iyi satış fiyatını belirliyordu. Bir satıcı fiyatlarını artırmak istiyorsa, ayrıntılı bir gereklilik beyanına ve üretim ve dağıtım maliyetleri gibi diğer verilere ihtiyaç duyan bir fiyat komiserinden özel bir izin almalıydı.
RJ Overy'nin War and Economy in the Third Reich ve Richard Evans'ın Third Reich in Power adlı eserleri, bu zamanlarda endüstrilerden kaynaklanan kıtlıklardan bahsetmektedir. 1936'da Alman çelik üreticileri, Almanya'nın yerli üretim ihtiyacının sadece yüzde 26'sını karşılayabiliyordu. 1937'deki Alman hükümeti, vatandaşları hurda metallerini teslim etmeye teşvik edecek ve aynı yıl Hitler Gençliği de dahil olmak üzere yetkililer insanların evlerinde eski metal anahtarları arayacaktı.
Metal katı bir biçimde karneye bağlandı ve metal merkezi ısıtma boruları kuran inşaat müteahhitlerine para cezaları verildi. Demir lamba direkleri ve korkuluklar ahşap olanlarla değiştirildi, ancak ahşap sıkıntısı olduğunda bu durduruldu ve bu da kağıt sıkıntısına yol açtı.
Bütün bunlar 1937'de, savaştan iki yıl önce oldu. Bina projeleri ahşapta kesintiye gidilmesini zorunlu kıldı ve insanlar odun yerine turba yakmaya teşvik edildi. Kömür bile karneye bağlandı. Fiyat kontrolleri altındaki tüm endüstriler, yumurta ve süt kıtlığının karneli kuponlarının dağıtımına yol açtığı tarım gibi aynı durumdaydı.
Sonuç
Nazi hükümeti ekonominin kontrolünü ele geçirdi ve sosyalizmden beklenen de buydu.
Ne yazık ki, bugün ABD ekonomisi, büyük sübvansiyonlardan fiyat kontrollerine kadar Nazi ekonomisiyle benzerliklere sahiptir ve "paydaşlar" daha da çılgınca taleplerde bulunmaktadır. Tarih bize bu politikaların nereye götürdüğünü söylüyor: serfliğe giden yol.
Yazar - John Kennedy
John Kennedy, Hartford Magnet Trinity College Academy'den yeni mezun oldu. Murray Rothbard, Hans-Hermann Hoppe ve Ludwig von Mises gibi ekonomistler Avusturya ekonomisine olan ilgisini keşfettiler ve yazmaya başlaması için ona ilham verdiler.
Çevirmen - Zorbey Uyanık
Bu yazı mises.org sitesinin ''Yes, They Were Socialists: How the Nazis Waged War on Private Property'' adlı yazısının çevirisidir.