Sosyalizm savunucularının tanımlayıcı özelliklerinden biri, eşitlik saplantısıdır. Bu düşünce tarzına göre, eşitsizlik modern dünyanın temel sorunudur ve merkezi bir çözüm talep etmektedir. Böylece, sosyalistler -ve daha ılımlı sosyal demokratlar- devletin gücünü, üretken ve başarılı olanlardan daha az üretken olana servet transferini zorlamak için kullanmaya çalışıyorlar. Sosyal adalete ulaşmanın yolu bu, diyorlar.
Ancak eşitsizlik, sosyalistlerin iddia ettiği gibi toplumsal veba değildir.
Zenginliğin Kaynağı: Tüketici Yargısı
Sanılanın aksine para kazanmanın yolu müşterilerini sömürmek değildir. Gerçek ise tam tersidir. Zenginlik, insanların yaşadığı sorunları belirleyerek, çözüm sunan ve yaşamlarını iyileştiren ürünler yaratarak yaratılır.
Bu süreçte tüketici, pazarda kendi tercihlerini ifade ederek sürece yön vermektedir. Bir tüketici, bir ürünün pahalı olduğunu hissederse, değişim yapmaz. Bir ürün değerli görünüyorsa, isteyerek satın alacaktır. Bu bireysel seçimlerin toplamı - satın almak ya da almamak - piyasada bir iş kurar veya bozar ve bu tüketicilerin ayrıcalığıdır. Bir kişinin kendi ihtiyaçlarını karşılamak için, ister emek, ister endüstriyel makine veya ince kol düğmeleri olsun, başka birinin ihtiyaçlarını karşılayan bir şey üretmesi gerekir.
Zenginlik Yoksulların Pahasına Biriktirilir mi?
Sosyalistlerin temel varsayımlarından biri, bir işlemde her zaman bir kaybeden taraf olduğudur. Zenginliğin bir turta gibi olduğunu ve zenginlerin en büyük dilimi aldığını, işçilere ve müşterilere neredeyse hiçbir şey bırakmadığını düşünüyorlar. Gerçekte, pazar her zaman pastayı genişletir ve gönüllü takaslar yapıldığında her zaman iki tarafta kazanan olur.
Bill Gates, Jeff Bezos ve diğer tüm “kötü kapitalistler” eşi görülmemiş miktarda zenginlik yaratmayı başardılar, ama sadece kendileri için değil. Onlar için çalışanlar işlerinden, ürün ve hizmetlerini satın alanlar ise daha iyi veya daha ucuz mallardan (veya her ikisinden) yararlanmışlardır. Diğer faydalar, daha önemli şeylerin peşinden gitmek için daha fazla zaman ve niceliklendirilemeyecek şekillerde (yani, psişik kârla ölçülürler) içerir. Buna karşılık girişimciler, işçilerinin hizmetlerinden yararlandılar - ki bu da ödemeye değer. Girişimciler de müşterilerinin gönüllü olarak yaptığı satın almalardan yararlanmaktadır.
Kar ve Rekabet İşbirliğine Karşı Değildir
Sosyalistler, kâr ve rekabeti bir paylaşım ve işbirliği idealiyle karşı karşıya getirir. Ancak kötü, çalıntı bir mal olmaktan ziyade kâr, işbirlikçi insan eylemi için çok önemli bir teşviktir.
İnsanlar ihtiyaçlarını karşılamak için her zaman en iyi ve en ucuz ürünleri aramakta ve talepleri fiyatları yükseltmektedir. Kâr beklentisi, girişimcileri hızla insanların istediklerini ve karşılığında ödemeye istekli olduklarını üretmeye iter. Kârlar, insanların bir girişimcinin hizmetlerine ne kadar değer verdiğini gösterir. Tüketiciler, yalnızca girişimci arzularını tatmin ederse ödeme yapar.
Elde edilmesi gereken kârlar olduğu sürece, diğerleri piyasaya girer. Rekabet, girişimcileri üretimi daha verimli ve daha ucuz hale getirmeye teşvik eder, çünkü rekabet ne kadar büyük olursa, müşterinin işini kazanmak için işadamı o kadar çok şey yapmak zorunda kalır. Pazara daha fazla mal girdikçe, tüketiciler kimden satın alacakları konusunda daha seçici olabilir ve fiyatlar düşer. Fiyatları belirleyen kendi talepleridir ve bir kez tatmin olduklarında ve işte o kadar kâr olmadığında, girişimciler insanların istediği başka şeyleri yapmaya geçerler.
Avusturyalı ve Avusturyalı olmayan birçok iktisatçının anladığı gibi, piyasa, neyin üretilmesi gerektiğine dair günlük bir “oylama sistemi”dir. Her kuruş, sınırlı kaynakların en iyi nasıl kullanılacağına dair bir oy görevi görür. Kârlar, girişimcileri insanların en çok istedikleri şeye yönlendirir. Ortaya çıkan üretim, sömürüden ziyade bir işbirliği biçimidir. İnsanlar daha fazlasını yapabilir, çünkü her şeyi kendileri yapmak zorunda değildirler ve en iyi yaptıkları şeye odaklanabilirler.
Gelir Eşitsizliği Kısıtlanmış Bir Pazar Tarafından Artıyor
Sol, yalnızca zenginlerin daha da zenginleştiğini iddia etme hatasına düşüyor ve gerçeklere bakmadan kapitalizme saldırıyor. Pazar ekonomisi, sadece gelir açısından değil, aynı zamanda genel yaşam kalitesi ve sahip oldukları ürünler açısından da hemen hemen herkesi daha zengin hale getirdi.
Solcular ayrıca, piyasa içerisinde ki gelir hareketliliğini de görmezden geliyorlar; araştırmalar, en zengin nüfus kesiminde doğan Amerikalıların çoğunun yirmi yıl içinde bu dilimden düştüğünü, en yoksul kesimde doğanların ise daha yüksek bir gelir sınıfına ve hatta en tepeye tırmandığını gösterdiğinde, piyasa ekonomilerindeki gelir hareketliliğini
basitçe incelememize olanak sağlıyor.
Retorikleri şaşırtıcı görünse de, bu mantıklıdır. Ludwig von Mises'in The Anti-Capitalist Mentality'de belirttiği gibi, işadamı servetini müşterilerine borçludur ve bu servet, mal ve hizmetlerden oluşmaktadır. Sahip olunan servet ise tüketiciyi daha düşük fiyatlar ve/veya daha iyi kalite ile daha iyi tatmin edebilecek başkaları piyasaya girdiğinde kaçınılmaz olarak kaybolur veya azalır.
Bugün gelir eşitsizliği ile ilgili sorun, bunun tamamen serbest piyasanın bir yan ürünü olmaması, bunun yerine, pahalı lisanslar gibi regüleci politikalar ve bu ülkenin tarihindeki en karmaşık vergi sistemi gibi müdahaleci politikalar tarafından sakat bırakılan bir piyasanın sonucu olmasıdır. Bu tür kısıtlamalar rekabeti sınırladı ve servet yaratmayı zorlaştırarak orta ve alt sınıfların durgunluğuna neden oldu.
Solcular bu kısıtlamaların insanları serbest piyasanın “tehlikelerinden” koruduğunu iddia etseler de, aslında ilericilerin karşı çıktıklarını iddia ettikleri kurumsal çıkarları koruyorlar.
Amazon ve Walmart gibi devasa işletmeler aslında daha yüksek asgari ücretleri ve artan düzenlemeleri destekliyor. Bunları kolaylıkla uygulamak için fonları var ve bu tür düzenlemeler, yeni başlayanların ve potansiyel rakiplerin pazara girmesini engelleyen koruyucu bir engel görevi görüyor. Rekabet engellendiğinde, bu işletmeler yapay olarak büyüyebilir ve insanların işini kazanmak için çok çalışmak zorunda kalmazlar. Bunun yerine, küçük işletmeleri piyasadan uzaklaştırmak için avukatlara ve DC lobicilerine para harcayabilirler.
İronik olarak, işçileri ve tüketicileri korumak adına işletmeleri düzenleme çabaları küçük işletmelere zarar verir ve herkesi serbest piyasada olabileceklerinden daha az eşit hale getirir.
Sonuç
Piyasalar eşitliğin düşmanı değildir. Düzenlenmiş piyasalar vardır. İnsan benzersizliğinin bir sonucu olarak serbest piyasada doğal olarak meydana gelen gelir eşitsizliği, herkesin zararına olacak şekilde kısıtlayıcı hükümet politikaları tarafından gereksiz yere büyütülür.
Kapitalizmde gönüllü mübadeleler karşılıklı olarak avantajlıdır. Bunlar olmasaydı, takas asla gerçekleşmeyecekti. Daha ekonomik ve sosyal özgürlüğe sahip ülkelerde yaşayan insanlar daha fazla gelir ve daha yüksek bir yaşam standardına sahiptir. Serbest ticaret, yoksulluğun azaltılmasına hükümet tarafından yürütülen tüm programlardan daha fazla katkıda bulunmuştur. Piyasaya sosyalist müdahaleler, insanı ancak yoksulluğu ortadan kaldırmaktan ve mutluluktan uzaklaştırabilir: Yalnızca kârın yönlendirdiği sınırsız rekabet, seçeneklerin genişlemesine, fiyatların düşmesine ve bizi daha zengin yapan artan memnuniyete yol açabilir.
Yazar - Antonis Giannakopoulos
Çevirmen - xxx
Bu yazı mises.org sitesinin ''Four Reasons Inequality Isn’t What You Think It Is'' adlı yazının çevirisidir.
Comments