top of page

Brezilya Sosyalizmi Bize Ormanlara Nasıl Bakmamamız Gerektiğini Gösteriyor.

Geçen yıllarda, Güney Amerika’daki orman yangınları haberleri medyada geniş yer buldu. Amazon yağmur ormanlarının büyük bölümleri yandı ve Brezilya’daki São Paulo ve Belém gibi büyük şehirlerin gökyüzünü duman kapladı. Brezilya, Bolivya ve Paraguay arasında yangınlar çıkmasına rağmen kuzeyden gelen soğuk hava kitleleri dumanı çok daha geniş bir alana yönlendirdi.


Çok sayda ünlüler ve medya mensupları – çoğunlukla abartılı - duruma karşı öfkelerini sosyal medyada paylaştı. Ve siyasi muhalifler, Brezilya cumhurbaşkanı Jair Bolsonaro’yu ve onun daha gevşek çevresel kısıtlamalarını suçlamaktan çekinmediler. Fransa cumhurbaşkanı Emmanuel Macron, tarihi AB-Mercosur ticaret anlaşmasından vazgeçmekle bile tehdit etti.


Yangınları kimin veya neyin başlattığı konusunda henüz kesin bir bilgi yok. Kuru iklim, ormansızlaşma, çiftçiler, neoliberalizm ve hatta STK’lar suçlandı. Ancak meteorolog Marcelo Schenider’e göre “bu hipotezlerin hiçbiri kesin değil”. Yangınlar arttı - kesin olarak, 2018’deki aynı döneme kıyasla %82’lik bir artış ve 2010’dan bu yana en kötü sonuç (son 15 yılın ortalaması içinde olmasına rağmen) – ve eğilim devam ederse, en kötüsü henüz gelmemiş ola bilir.


Ne yapabiliriz? Yayılan biyoçeşitliliği ile Amazon yağmur ormanlarının önemi, korunması için ciddi önlemler almamızı istiyor. Gözetime daha fazla devlet yatırımı yardımcı olur mu? Peki ya daha fazla çevre düzenlemesi? Tam tersine, devletin ne yeşil alanların korunmasında ne de çevre suçlarının verdiği zararın onarılmasında yardımcı olamayacağını iddia etmek istiyorum. Bu sorunlardan kaçınmaya ancak özel mülkiyete saygı duyan (şu anda Brezilya’da bulunan bir şey değil) yasal bir çevre ile başlayabiliriz.


Devlete ait ve devlet tarafından yönetilen ormanlarla ilgili sorun


İktisat teorisi, doğal kaynakları en optimal şekilde nasıl kullanacağımız konusunda bize bilgi verebilir. Bu bize kaynakların devlet yönetimiyle ilgili iki temel sorun olduğunu gösteriyor: teşvik sorunu ve ekonomik hesaplama sorunu.


Teşvik sorununa genellikle müştereklerin trajedisi denir ve Amazon bunun en büyük örneklerinden biridir. Bu sorun, uzun bir süre, sosyalist ekonominin ve bir ölçüde müdahaleci ekonominin önündeki bir numaralı engel olarak kabul edildi. Adı Garret Hardin’in bir makalesinden geliyor, ancak sorun yaklaşık 30 yıl önce Ludwig von Mises tarafından tanımlandı. Mises bize dışsal maliyetler sorunun dediği şeyi açıklar: eğer bir eylemin sonuçları üçüncü bir şahısla paylaşılabiliyorsa, aktör eyleminin sahip olabileceği tüm etkileri dikkate almayacaktır. Mises diyor:

“Arazi kimsenin mülkiyetinde değilse, yasal formalizm kamu malı olarak adlandırılsa da, ortaya çıkan dezavantajlara bakılmaksızın kullanılır. Ormanların kereste ve av hayvanları, su alanlarının balıkları ve toprak altındaki maden yatakları gibi getirileri kendilerine mal edecek bir konumda olanlar, sömürü tarzlarının sonraki etkileriyle ilgilenmezler.”


Buna karşılık, bir arazinin bir sahibi varsa, o araziyle ilgili eylemlerin sonucundan tamamen o sorumludur. Eylemlerinden beklenen tüm sonuçları dikkate almalı ve tüm potansiyel faydaları ve sakıncaları dikkate alacaktır. Bu nedenle, örneğin, bir orman arazisi sahibi, kaynaklarıyla başa çıkmanın daha sürdürülebilir yollarını, yangınlar gibi sadece yırtıcı ve savurgan bir yönteme tercih edecektir. Bu, yeniden ağaçlandırmayı ve biyolojik araştırma ve ekoturizm gibi daha az düşünülen faaliyetleri teşvik edecektir. Ayrıca, “orman sorunlarına” yönelik eko-çözümler ve özel sigorta ve koruma etrafında bütün bir pazar yaratacaktır.


Fakat bu topraklar hangi amaçlara hizmet etmelidir? Bu soru hesaplama sorununun önemini ortaya koymaktadır. İlk olarak Mises tarafından 1920’de yayınlanan Economic Calculation in the Socialist Commonwealth adlı makalesinde formüle edilmiştir ve bugüne kadar sosyalist bir ekonominin en güçlü eleştirisi olarak durmaktadır – ve Salerno ve Huerta de Soto gibi diğer ekonomistlerin işaret ettikleri gibi, modern sosyal demokrat sistemimize de uygulanabilir.


Mises, kapitalizmin fiyat sistemine dayandığını fark etti. Çünkü girişimciler, toplumsal koordinasyonun temel mekanizması olan kâr veya zararlarını ancak fiyatlar aracılığıyla hesaplayabilirler. Bir işletme başarılı olursa, bu, tüketicilerin ürünlerinde değer gördüğü ve bunları üretim maliyetinden daha yüksek bir fiyata satın almak istediği anlamına gelir. Ancak söz konusu girişim başarısız olursa, bu, genel olarak tüketiciler için yeterli değere sahip olmadığı ve kullanılan sermaye, toprak ve emeğin daha acil ihtiyaçlara serbest bırakılması gerektiği anlamına gelir. Ve sosyalizm parayı (hesap birimini) ortadan kaldırdığı için, üretken çabaları nüfusunu beslemek gibi en ciddi ihtiyaçlara yönlendirmesi mümkün değildir. Milyonlarca insan ezici bir yoksulluk içinde yaşarken Sovyetlerin uzayda adamlarının olmasının nedeni budur.


Bu, bir özel hukuk toplumunda, çeşitli toprak sahiplerinin topraklarını yönetmek için farklı yöntemlere sahip olacağı anlamına gelir. Doğal olarak, yalnızca sürdürülebilir bir işi olanlar gelişecek ve yıkıcı politikaları olanlar zarar görecek ve sürdürülebilir büyüme ile uyumlu bir modele uyum sağlamak zorunda kalacak. Daha da fazlası, yeşil olmanın moda olması ve birçok kuruluş, şirketleri çevre dostu uygulamaları benimsemeye zorluyor. Huerta de Soto bunu çok iyi özetliyor:


“Örneğin, çevreci bir bakış açısıyla bebek bezlerinin hangi tip ve kompozisyonda en uygun olduğunu nasıl bilebiliriz? Çöplerin toplanması ve işlenmesinin vergilerle finanse edilen bir devlet sorumluluğu olduğu göz önüne alındığında, tüketicilerin farklı çöp türlerinin işleme maliyetlerini içselleştirmelerinin hiçbir yolu yoktur, bu da bebek bezi üreticilerinin ürünlerinin çevresel yönlerini dikkate almak için herhangi bir teşviki olmadığı anlamına gelir. Çoğu durumda biz farkında olmasak da, devletin müdahale ettiği tüm alanlarda aynı şey oluyor.”


Ayrıca, bir kâr ve zarar sistemine sahip olmak, girişimcileri iş modellerinde ve teknolojik ilerlemelerde ürün veya hizmetlerini daha keyifli, ucuz ve verimli hale getirmek için yenilik yapma dürtüsüne neden olur ve bu da kaynak tasarrufu sağlar.


Ormanlara mülkiyet haklarının verilmesi onların korunması için esastır. Serbest piyasa çerçevesi içinde, girişimciler ormanlık arazilerinden her zaman kâr etmek isteyecek ve onları korumak için ellerinden gelenin en iyisini yapacaklardır. Birçoğu başarısız olur. Mükemmellik bir yanılsamadır, ancak kesin olan şey, ormansızlaşma ve yangınlar gibi sorunları çözme eğilimidir.


Genellikle Brezilya'daki yangınlar, araziyi sığırlar için temizlemek için bir araçtır (bu doğal yangınların dışında). Brezilya kurumsal çerçevesinde mülkiyet açıkça tanımlansaydı, çiftçiler ve arazi sahipleri işlerini yürütmenin daha az yıkıcı yollarını düşünürlerdi (hem kötü arazi kullanımındaki kayıplardan hem de diğer mülklerden geçen devasa dumanlar nedeniyle yasal tehditlerden dolayı zorlandılar).


1850'lerden bu yana, Arazi Yasası, Brezilya'daki her boş arazi parçasının “kamu arazisi” olarak ilan edilmesini dikte etti. Çiftçileri sübvanse etmek gibi diğer müdahaleci çılgınlıkların yanı sıra, Brezilya çevre politikasının ne yapılmaması gerektiğine dair kılavuz olduğunu söylemek uygundur. Haberler bunu doğrulayabilir. Bir topluluk olarak doğal kaynaklarımızı, biyolojik çeşitliliğimizi ve doğanın bize sağlayabileceği tüm olasılıkları korumak istiyorsak, ormanlarımızdan hükümeti ve yıkıcı kontrollerini almayı düşünmeye başlamalıyız. Neyse ki, hala zaman var.


Çevirmen: Atilla Seyid

Bu yazı mises.org sitesinin Brazilian Socialism Shows Us How Not To Take Care of Forestsbaşlıklı yazısının çevirisidir.


92 görüntüleme0 yorum

Son Yazılar

Hepsini Gör
Yazı: Blog2 Post
bottom of page