23/03/2018 - Saifedean Ammous

⏪ Önceki Bölüm - Sonraki Bölüm ⏩
Gökyüzünden yağan bombalar, şimdiye kadar hayal edilemeyen sayısız cinayet ve korkuya yol açmıştı. Keynes’in yanılgılarından en tehlikeli ve absürt olanı hükümetin askerî harcamalarının ekonomiyi tekrar canlandıracağı düşüncesiydi. Bu düşünceyi şiar edinen hükümetlerin yönettiği ekonomiler dünyanın o güne kadar gördüğü en gelişmiş savaş makinelerini inşa etti. Keynesyenlerin naif ekonomisinde tüm harcamalar harcamadır. Yani harcamanın ailelerini beslemeye çalışan bireyler ya da yabancıları katleden hükümetler tarafından yapılmış olmasının bir önemi yoktur: Tüm harcamalar toplam talepten sayılır ve tümü işsizliği düşürür! Buhran sırasında açlıkla boğuşan insan sayısı artarken, tüm hükümetler silahlanmak için cömertçe para harcıyordu. Sonuç ise otuz yıl önceki anlamsız yıkıma geri dönüş oldu.
Keynesyen iktisatçılar için savaş, ekonomik toparlanmaya sebep olan şeydi ve eğer hükümet bürokratlarınca toplanan istatistiksel yekûnlar açısından bakarsanız, böylesine saçma bir düşünce makul görünebilir. Savaş harcamaları ve askere alma had safhadaydı, işsizlik aniden düşerken harcamalar tavan yapmıştı. Yani İkinci Dünya Savaşı’na katılan tüm ülkeler savaşa katıldıkları için iyileşmişti. Lakin Keynesyen ekonomi hastalığına tutulmamış bir kimse, hayal gücü ne kadar geniş olursa olsun, ABD gibi savaşı kendi topraklarında yaşamamış ülkelerde bile, o dönemdeki hayatın “ekonomik toparlanma” ile bağdaşmayacağının farkına varabilir. Savaşan devletlerin savaş gayretlerine tahsis edilen sermaye ve işgücünün bu kadar fazla olması, kendi ülkelerinde kıtlığa sebep oluyordu. Sonuç itibariyle tayınlama ve fiyat kontrolleri gelmişti. ABD’de, yeni konut inşaatları ve mevcut konutların onarımı yasaklandı.¹ Bariz bir şekilde, savaşan ülkelerin nüfusunun önemli bir bölümünü oluşturan cephelerde savaşıp ölen askerlerin, kullandıkları silahların yapımında harcanan para ne kadar fazla olursa olsun, herhangi bir ekonomik toparlanmanın keyfini sürdüğü söylenemez.
Ekonominin belirleyicisinin toplam talep olduğu Keynesyen teorilere vurulan en yıkıcı darbe, özellikle ABD’de olmak üzere İkinci Dünya Savaşı sonrasında geldi. Hükümet harcamalarını büyük ölçüde azaltmaya yönelik faktörlerin bir araya gelmesi, dönemin Keynesyen iktisatçılarını savaşı kıyamet ve kasvetin takip edeceğini öngörmesine yol açtı: Askerî düşmanlıkların son bulması hükümetin askerî harcamalarını önemli ölçüde azaltmıştı. Popülist ve güçlü Roosevelt’in ölümünün ardından yerine daha mülayim ve daha az ikonik olan, Cumhuriyetçiler tarafından kontrol edilen Kongre’ye karşı Truman’ın gelmesi, Yeni Anlaşma’nın yasal hükümlerinin yenilenmesini engelleyen yeni bir siyasî kördüğüm yarattı. Tüm bu faktörler, Keynesyen iktisatçılarca analiz edildiğinde, yaklaşmakta olan felaketi işaret etmekteydi, savaş sonrasındaki ders kitaplarını yazmış olan Paul Samuelson 1943’te tam olarak şunları yazdı:
Son savaşın bitiminde tecrübemizden çıkarılacak sonuç kaçınılmazdı: Savaş 6 ay içinde aniden bitecek olsa ve -silahlı kuvvetleri terhis etmek, fiyat kontrollerini tesviye etmek ve astronomik bütçe açıklarını 1930’ların daha büyük bütçe açıklarıyla değiştirmek üzere- plansızca topyekûn seferberliğimizi sona erdirsek, bu sefer de bugüne kadar hiçbir ekonominin geçirmediği en büyük işsizlik dönemi ve altüst olmuş bir endüstriyle karşılaşacağız.²
İkinci Dünya Savaşı’nın sona ermesi ve Yeni Anlaşma’nın yürürlükten kalkması, hükümet harcamalarının 1944 ve 1948 yılları arasında %75 oranında azalması anlamına geliyordu, aynı zamanda fiyat kontrollerinin çoğunu da kaldırıyordu. Yine de ABD bu yıllarda olağanüstü bir ekonomik canlılığa şahit oldu.
Savaş için seferber olmuş yaklaşık 10 milyon erkek eve dönmüş ve neredeyse sorunsuz olarak işgücüne dâhil olmuştu. Canlanan ekonomik üretim Keynesyen tahminlere karşı çıkmış, ekonomik çıktıyı belirleyen şeyin harcama seviyesi olduğu saçma fikrini de geçersiz kılmıştı. Hükümetin merkezî planlaması 1929 krizinden sonra ilk kez azalmıştı ve serbestçe ayarlanmasına izin verildiği anda fiyatlar, ekonomik faaliyetler için koordinasyon mekanizması olarak görevini yapmaya başladı. Alıcı ve satıcıları buluşturuyor, tüketiciler tarafından talep edilen malların üretilmesini teşvik ediyor ve işçilerin emeklerini tazmin ediyordu. Dünya altın standardına geçmediği için durum mükemmelden uzaktı. Bu durum para arzında her zamanki gibi bozulmalara yol açıyor ve dünyayı krizden krize sürüklüyordu.
Tarihin kazananlar tarafından yazıldığı iyi bilinir ancak hükümet parası döneminde, kazananlar parasal sistemler üzerinde de karar sahibidirler. Amerika Birleşik Devletleri, yeni küresel ticaret sistemini açık ve kesin biçimde ifade edebilmek için müttefiklerinin temsilcilerini New Hampshire’daki Bretton Woods’a görüşmek üzere çağırdı. Tarih, bu sistemin mimarlarına karşı pek de nazik davranmadı. İngiltere’nin temsilcisi, ekonomik öğretileri savaşı takip eden on yıllar içinde gerçekliğin kıyısında karaya oturan John Maynard Keynes’in ta kendisiydi. ABD temsilcisi de sonradan uzun yıllar boyunca Sovyet rejimi ile irtibat hâlinde olan bir komünist olarak ifşa olan Harry Dexter White idi.³ Merkezî planlanmış küresel para düzenleri savaşında White öyle bir planla zafer kazanacaktı ki Keynes’in kaçık görüşü bile daha aklıselim gözükecekti. Amerika Birleşik Devletleri, küresel para sisteminin merkezi olacaktı. Dolar, diğer döviz bankaları tarafından küresel bir rezerv para birimi olarak kullanılacaktı. Diğer ülkelerin para birimleri sabit kurla dolara dönüştürülebilecek, doların kendisi de sabit kurdan altına dönüştürülebilecekti. Bu sistemi çabuklaştırmak için ABD, diğer ülkelerin merkez bankalarından altın alacaktı.
Amerikan halkının hâlâ altın sahibi olmasına izin verilmese de ABD diğer ülkelerin merkez bankalarına sabit kurdan dolar karşılığı altın vermeyi taahhüt etmişti, bu da altın penceresi olarak bilinen şeydi. Teoride küresel para sistemi hâlâ altına dayalıydı. Eğer diğer ülkeler sahip oldukları dolara karşılık para arzlarını şişirmediği hâlde ABD, dolar arzını sahip olduğu altın rezervinin üzerine çıkarmasaydı, para sistemi Birinci Dünya Savaşı öncesi altın standardı dönemine yakın bir şekilde etkili olurdu. Tabii ki çıkardı ve pratikte kurlar sabit değildi. Koşullar da hükümetlerin “temel dengesizlik” denen şeye atfen kurlarda değişiklik yapabilmeleri için oluşturulmuştu.⁴
Bu sabit kalması ümit edilen kurlarla kurulan küresel sistemi idare etmek ve meydana gelebilecek bir temel dengesizliğe müdahale etmek için, Bretton Woods Konferansı’nda Uluslararası Para Fonu (IMF) kuruldu. IMF merkez bankaları arasında, kur oranlarında ve finansal akışlarda istikrar sağlama amacı güden, küresel koordinasyon birimi olarak görev yapan bir kurumdur. Özünde Bretton Woods, on dokuzuncu yüzyılın uluslararası altın standardının kendiliğinden ulaştığı şeyi, merkezî planlama yoluyla başarmaya çalıştı. Altın standardında para birimi altındı. Sermaye ve mallar ülkeler arasında serbestçe akıyor, herhangi bir merkezî kontrol ya da yönlendirme gerekmeksizin kendiliğinden akış ayarlanıyordu. Hiçbir zaman da denge ve ödeme krizlerine sebep olmuyordu: Sınırlar arasında hangi miktarda para veya mal hareketi olursa olsun, bu, sahiplerinin takdirine kalmıştı ve hiçbir makroekonomik problem ortaya çıkamıyordu.
Oysa Bretton Woods sisteminde hükümetlerin tüm köşeleri, aktivist kamu maliyesi ve para politikasını hükümetin politikalarının doğal ve önemli bir parçası olarak gören, Keynesyen iktisatçılar tarafından tutulmuştu. Sabit parasal ve mali yönetim, ulusal para birimlerinin değerlerinde dalgalanmalar yaratacak, ticaret ve sermaye akışlarında dengesizlikle sonuçlanacaktı. Bir ülkenin para birimi devalüe olduğunda, ürünleri yabancılar için daha ucuz hâle gelir, ülkeden ürün çıkışı artar. Böylelikle para birimini elde tutanlar devalüasyondan kendilerini korumak için döviz almaya yönelirler. Devalüasyona genellikle suni düşük faiz oranları eşlik eder. Sermaye daha fazla değer göreceği diğer ülkelere çıkış yolu arar ve ülkenin para biriminin devalüe olmasını daha da şiddetlendirir. Öte yandan, paralarını diğerlerinden daha iyi koruyan ülkeler, komşularının değer kaybetmesi durumunda, ülkelerine sermaye akması sebebiyle para birimlerinin değerlenmesine tanıklık edeceklerdir. Devalüasyon, daha fazla devalüasyonun tohumlarını ekecek, oysa paranın değer kazanması, daha fazla değerlenmesine yol açacak ve bu, karşılıklı iki hükümet için sorunlu bir dinamik yaratacaktır. Her iki ülkenin de para biriminin değeri altın olduğu için sabit kalacağından ve sermaye ve malların yer değiştirmesi kur değerini etkilemeyeceğinden, altın standardı uygulandığında bu tarz problemlerin yaşanması imkânsızdır.
Altın standardının otomatik ayarlama mekanizmaları, her zaman, tüm ekonomik aktivitenin ölçüldüğü sabit bir ölçüm çubuğu sağlamaktaydı ancak dalgalanan para birimleri dünya ekonomisine dengesizlik getirdi. Uluslararası Para Fonu, bu karmaşada dünyadaki tüm hükümetler arasında bir kararlılık ya da “denge” bulmak için, kuru -ticaret ve sermaye akışı döviz kurlarını dalgalandırırken- önceden saptanmış ihtiyari bir aralıkta tutarak imkânsız bir dengeleyici rol üstlenecekti. Küresel ekonomi için kararlı bir hesaplama birimi olmaksızın, bu iş tıpkı uzunluğu ortam sıcaklığına göre değişkenlik gösteren bir şerit metre ile bir ev inşa etmeye çalışmaya benziyordu.
Bretton Woods’ta IMF ve Dünya Bankası’nın kurulmasıyla birlikte, ABD ve müttefikleri ticaret politikasını düzenlemekte uzmanlaşması için başka bir uluslararası finansal kurum kurmak istediler. Uluslararası Ticaret Örgütü’nün ilk kuruluş denemesi ABD Kongresi’nin anlaşmayı onaylamayı reddetmesinin ardından başarısızlığa uğradı. Ancak 1948’den başlamak üzere Ticaret ve Tarifeler Genel Anlaşması (the General Agreement on Trade and Tariffs-GATT) ile çözüm arandı. GATT, IMF’ye finansal kararlılığı sağlamak amacıyla bütçeleri ve ticareti dengelemek adlı imkânsız görevinde yardımcı olmak için vardı. Diğer bir deyişle, küresel ticaretin, mali ve parasal politikanın dengede kalmasına yardım edecekti, sanki böyle bir şey mümkünmüş gibi.
Bretton Woods sisteminin önemli fakat genellikle gözden kaçırılan bir yönü, üye ülkelerin çoğunun büyük miktarlarda altın rezervlerini Amerika Birleşik Devletleri’ne taşımış olmaları ve karşılığında ons başına 35 dolar almış olmalarıydı. Bunun mantığı, ABD dolarının ticaret için küresel para birimi olması ve merkez bankalarının bunun üzerinden ticaret yaparak ve hesaplarını kendi içlerinde çözmeleri, böylelikle altınların fiziksel olarak hareket ettirilmesine duyulan ihtiyacın ortadan kaldırılmasıydı. Özünde bu sistem tüm dünya ekonomisinin altın standardındaki tek bir ülke gibi işlemesine yakındı. FED dünyanın merkez bankası rolünü üstlenecek ve ülkelerin merkez bankaları da bölgesel bankalar olarak kalacaktı. Bunun altın standardı parasal disiplininden asıl farkı, merkez bankalarını para arzlarını genişletmekten alıkoyacak etkili bir kontrolün bulunmamasıydı çünkü hiçbir vatandaş elindeki hükümet parasını altınla itfa edemiyordu. Sadece hükümetler dolarlarını Amerika Birleşik Devletleri’nden altınla itfa edebilirdi ancak bu beklenenden çok daha karmaşıktı. Bugün, yabancı merkez bankalarının 35 dolar karşılığında aldığı her bir ons altının değeri 1.200 dolardan fazla.
Parasal genişleme akımı yeni küresel norm oldu ve sistemi altına bağlayan narin bağın, küresel para birimlerinin kontrolden çıkmasına ve birçok ülkeyi etkileyerek sürekli meydana gelen ödemeler dengesi krizlerini durdurmaya gücü yetmedi. ABD kapsam olarak aşsa da Eski Dünya tarafından kullanılan para arzını talan eden ve enflasyona uğratan Roma İmparatorluğu ile benzer bir konuma gelmişti. ABD hükümetinin payına dolar arzını genişletmekten dolayı önemli derecede senyoraj hakkı düşüyordu. Dünya geneline dağılmış para birimi olan doların diğer merkez bankaları tarafından aralarında ticaret yapabilmek için rezerv olarak bulundurma zorunluluğu sebebiyle de ödemeler bilançosu açığı konusunda endişelenmesi için de herhangi bir sebebi bulunmuyordu. Fransız iktisatçı Jacques Rueff ABD’nin içinde bulunduğu ekonomik gerçekliği tanımlamak için “gözyaşı akıtmayan açık” ifadesini ortaya koydu. ABD dünyadan istediği şeyi satın alabilecek ve bu borcunu tüm dünyanın kullandığı para birimini enflasyona uğratarak finanse edebilecekti.
İkinci Dünya Savaşı’nı takip eden birkaç yıldaki görece mali kısıtlamalar kısa zamanda yerini -özellikle savaş ve refah devletlerinde- enflasyon yoluyla bedavadan servet edinmenin cazibesine bıraktı. Başkan Dwight Eisenhower’ın askerî-endüstriyel kompleks dediği, hükümetten çok daha fazla fon isteyebilecek devasa şirketler topluluğu olan ve İkinci Dünya Savaşı boyunca büyüyen silah sanayisi, hükümetten her zamankinden fazla fonlama talep edebilecek güçteydi ve ABD dış politikasını açık bir hedef ya da amaç olmaksızın sonsuz pahalı çatışmalar döngüsüne sokabilirdi. Hiddetli militan Keynesçilik doktrini bu harcamaların ekonomi için iyi olacağını iddia ediyordu. Böylece yok edilen milyonlarca hayat, Amerikan seçmeni için sindirilmesi kolay hâle geliyordu.
Bu savaş makinesi aynı zamanda Amerikan halkı için de daha makul hâle getirilmişti çünkü hükümet refahını çeşitli şekil ve biçimlerde artıran aynı politikacılardan geliyordu. İtibari para, “muhteşem toplum”dan bütçeye uygun emlak, eğitim ve sağlık hizmetlerine kadar sunduğu vaatler ile Amerikan seçmeninin, ekonominin kurallarını yok sayarak bedava ekmek yemenin ya da en azından sürekli indirimin bir şekilde mümkün olduğuna inanmasına yol açtı. Altına dönüşümün yokluğu ve enflasyonun maliyetini dünyanın geri kalanına yayma imkânı ile birlikte, kazanan tek politika artan hükümet harcamalarını enflasyonla finanse etme formülünü içeren politika oldu. Savaş sonrası her bir başkanlık döneminde hükümet harcamalarında ve kamu borçlarında artış meydana gelmiş ve doların alım gücü azalmıştır. Hükümeti finanse etmek için itibari paranın varlığı ile, siyasette verilecek ödünler ortadan kaybolduğu gibi siyasî partiler arasındaki farklılıklar da ortadan kalkar ve her aday her davayı savunabilir.
Dipnotlar:
1. Robert Higgs, “World War II and the Triumph of Keynesianism”, 2001, Independent Institute araştırma makalesi. www.independent.org/publications/article.asp?id=317 adresinde bulabilirsiniz.
2. Paul Samuelson, “Full Employment after the War”, (içinde) Seymour Harris, Postwar Economic Problems, New York: McGraw-Hill, 1943.
3. Soruşturma geçirip Kongre önünde ifade verdikten sonra, White iki kez kalp krizi geçirdi ve intihar olması muhtemel bir biçimde aşırı dozda ilaç kullanımından öldü. Bu bölüm, Benn Steil’in White’ın bir Sovyet casusu olduğu yönündeki görüşünü ileri sürdüğü The Battle of Bretton Woods kitabında daha iyi ele alınmaktadır. Durumun alternatif bir okuması, pek gurur verici olmasa da daha nüanslı bir perspektif oluşturabilir. Amerikan ilericileri ile Rus komünistler arasındaki bağlar, Rus monarşisini tahttan indirmeleri için sağlanan önemli ABD fonlaması da dâhil olmak üzere, 1917 Bolşevik İhtilali öncesine dayanır. Bu durum İngiliz-Amerikan tarihçi Antony Sutton tarafından ayrıntılı olarak ele alınmıştır. Milletler Cemiyeti ve daha sonra Birleşmiş Milletler’in arkasında olan Woodrow Wilson’cu Amerikan ilericiler küresel demokratik ilerici teknokratik yönetimsel dünya hükümeti arayışında oldular. Bu amacı destekleyecek ve bu dünya düzeniyle işbirliği yapmayan gerici monarşileri tahttan indirerek küresel güçlerle işbirliği yapmaya çalıştılar. Nitekim Bolşeviklerin özellikle ihtilal sırasında New York’ta bulunan, Rusya’daki yoldaşlarına para ve silah gönderen Lev Troçki vasıtasıyla teşvik edilerek gücü ele geçirmelerine yardım edilmesinde Amerikan çıkarları başrol oynadı. Troçki Amerikan çıkarları ile işbirliği yapan enternasyonalist bir sosyalist iken, Rusya’da hiçbir güç elde etmeyecekti. Lenin’den sonra dar görüşlü Stalin gelecek ve küresel işbirliği yerine yurt içinde sosyalizme öncelik verecekti. O zamandan bu yana, Amerikan ilericiler Rusları tekrar kendi çıkarları ile işbirliğine yönlendirmek için Rus çıkarları ile irtibatı sürdürdüler, ama nafile. Böylelikle White’ın bir komünist casusu olarak değil, savaş sonrası Amerikan ilericilerin büyük ekonomik düzen projesi için Rus Bolşeviklerle işbirliği yapmaya çalışan bir Amerikan ilerici olduğunu daha iyi anlayabiliriz.
4. ABD Dışişleri Bakanlığı, Birleşmiş Milletler Para ve Finansal Konferansı Bildiri ve Dokümanlarında “Cilt I”, Bretton Woods, New Hampshire, 1-22 Temmuz 1944.