top of page

Avusturya İktisat Okulu'nun Metodolojik Görüşleri ve Ana-Akım İktisada Yönelik Eleştirileri

Yazar - Serdar Göcen

Avusturya İktisat Okulu’nun kurucusu Carl Menger olarak kabul edilmektedir. E. von Böhm-Bawerk, F. von Wieser, L. von Mises, F. A. Hayek, M. N. Rothbard, I. Kirzner L. Lachmann gibi iktisatçılar tarafından okula önemli katkılar yapılmıştır. 20. yüzyılın ilk çeyreğine kadar Neo-Klasik iktisat içerisinde yer alan Avusturya Okulu, metodolojik gelişmelerin de etkisiyle ana-akım dışında kalmış ve kurumsal iktisat içerisinde sınırlandırılmaya başlanmıştır. Okulun metodolojik görüşleri Aristo, Kant, Hume, Popper gibi önemli filozoların epistemolojik görüşleri ile bağlantılı olması ve farklı metodolojik görüşleri nedeniyle incelenmeye değer ve ana-akıma alternatif sağlayabilecek niteliktedir. Bu çalışmada Avusturyan metodoloji Menger-Mises-Hayek çizgisinde incelenmiştir. Bu görüşlerden hareketle ana-akıma yöneltilen eleştiriler ve iktisat metodolojisine yönelik önerilere yer verilmiştir. Böylece alternatif metodolojilerin varlığının gösterilmesi ve iktisat yazınındaki matematik ve ekonometrik metotların baskınlığının azaltılarak farklı metotlar kullanılarak yapılan çalışmalara yer açabilme imkânının araştırılması amaçlanmıştır


Carl Menger ve İktisatta Teorinin İmkânı


Carl Menger 1871’de yayınladığı İktisadın Prensipleri kitabı ile iktisatta ‘marjinalist devrim’i gerçekleştiren üç iktisatçıdan biri olmuştur. Menger bu eserinde, klâsik iktisadın emek-değer teorisi içerisinde çözülemeyen elmas-su değer paradoksunu, marjnalist yöntem ile çözerek iktisat literatürüne önemli bir katkı sağlamıştır. Menger’in kullandığı marjinalist ve sübjektif unsurlar metinde kendini hemen göstermektedir. Bu çözümlemede Menger’i diğer iki marjinalist iktisatçı olan Stanley Jevons ve Leon Walras’dan ayıran ‘sübjektivizm’ unsuru öne çıkmaktadır. Jevons’a göre değer, fayda ve tatmine eş olarak ele alınır ve ölçülebilirdir. Walras’da ise değer ölçülebilir, rakamsaldır. Menger’e göre ise bu iki iktisatçıdan farklı olarak tercihte bulunmak değeri belirler. Bir şeyi diğerine tercih etmek, ona daha fazla değer verildiği anlamına gelir (Gordon, 2000, s. 12). Menger’in bu değer görüşündeki ordinalci ve sübjektif unsurlar dikkat çekmektedir. Daha sonra Avusturya Okulu’nun analizlerinde başat unsur haline gelen sübjektivizm E. von Böhm-Bawerk, L. von Mises ve F. A. Hayek gibi iktisatçılar tarafından sermaye, para ve konjonktür teorilerine uygulanarak geliştirilmiştir.


Carl Menger’in İktisadın Prensipleri kitabını yayınlaması o dönem Almanya ve Avusturya’da etkili olan Alman Tarihçi Okulu’nun temsilcileri ile yeni bir tartışmayı, ‘Methodenstreit’ tartışmasını başlatmıştır. Bu tartışma Menger’in Investigations Into The Method of Social Sciences kitabını yayınlayarak Tarihçi Okul’a verdiği cevaplar doğrultusunda metodoloji ile ilgili görüşlerini geliştirmesine vesile olmuştur. Tarihçi Okul ile iktisatta kanunların varlığı, metodolojik bireycilik, sübjektivizm ve tarihsel zorunluluk konularındaki anlaşmazlıkları üzerine düşüncelerini Menger bu kitabında açıklamıştır.


Menger İktisadın Prensipleri kitabına yazdığı önsözde, kitabı yazmaktaki amacını kesin prensiplere sahip iktisat fenomenlerinin işleyişini araştırmak olarak açıklar (Menger, 2009, s. L). Kitap iktisat biliminde genel geçer kanunları ortaya koymak için yazılmıştır. Bu durum, bu çalışmada Menger’in iktisatta teorinin imkânının bir araştırmacısı olarak incelemeye konu edilmesi ile uyumludur.


Menger’in iktisadın kesin kanunlarını ortaya koymak için kullandığı metodoloji Aristo epistemolojisinden etkiler taşımaktadır. Gordon (2000), Menger üzerinde Avusturyalı filozof Franz Brenteno’nun etkisinin de üzerinde durur. Brenteno, Aristo’nun fikrilerine geri dönüşü savunarak Menger üzerinde etkili olmuştur (Gordon, 2000, s. 1).

Menger’in ekonomik teori anlayışı özcü ve Aristo’nun metafiziği temellidir. Onun nedensel-realistik ekonomik metodu gerçekçi gözlemlenebilir olaylar hakkında kanunlar için bir araştırmadır. Bu, Menger’in ekonomisi aslında gerçekliğin bir teorisidir görüşüne uygundur. Menger dünyada zuhur eden özler ve kanunlarla ilgilidir. Aristo için olduğu gibi Menger için de genel, parçada izole olmuş olanda bulunmaz (Younkins, t.y., s. 8 ).

Menger (1883/1985) fenomenler dünyasını ikiye ayırmaktadır. İlkinde somut (concrete) fenomenler bulunurken ikincisinde ampirik fenomenler bulunmaktadır. Somut fenomenler arası ilişkiler, fenomenin münferit (individual) yönünü oluşturmaktadır. Ampirik fenomenler arasındaki ilişkiler ise fenomenlerin genel yönünü oluşturmaktadır. “Araştırmanın ilk yönünün görevi somut fenomenin münferit doğasının ve münferit ilişkilerinin kavranmasıdır. Sonrakinin görevi ise ampirik formların ve tipik ilişkilerin (fenomenin kanunlarının) kavranmasıdır” (Menger, 1883/1985, s. 42). Menger (1883/1985)’e göre somut veya münferit fenomenlerin idraki ile ilgilenmenin önemi apaçık (self-evident) iken genel fenomenlere ait bilginin önemi apaçık değildir.


Menger (1883/1985) somut-ampirik fenomenler arasında yaptığı ayrımı iktisada uygular ve iktisadı öncelikle tarih-istatistik ve teori olarak ikiye ayırır. Tarih ve istatistik somut formda, münferit fenomenlere ait iken teorinin araştırma konusu ampirik formda genel fenomenlere aittir. “İlk ikisinin görevi, farklı bakış açılarından olsa da, münferit ekonomik fenomeni araştırmaktır. Sonrakinin görevi ise, ekonomik fenomenin ampirik formlarını ve kanunları (genel doğası ve genel bağlantı) araştırmaktır” (Menger, 1883/1985, s. 37).


Menger (1883/1985) tarih ile teori arasında yaptığı ayrımı tüm bilimlere uygulamaktadır. Tarih ve teori ayrımının farkına varamamak metodolojik olarak bir yanlış anlamaya neden olacaktır. “Teorik bilimlerin amacı reel dünyanın, deneyim yoluyla artan bilgisinin ve kontrolünün anlaşılmasıdır” (Menger, 1883/1985, s. 55). Yapılan bu ayrım neticesinde iktisat tarihi ve istatistiksel analiz tarihsel bilimler olarak ele alınır. İktisat bilimi (economics) ise teorik bir bilimdir. Menger ile Tarihçi Okul’un ayrılmasına neden olan temel farklılık teorinin Menger’de mümkün iken, Tarihçi Okul’da mümkün olmamasıdır. Menger’in epistemolojik ayrımı neticesinde yaptığı tarihsel ekonomi ile ekonomik teori arasındaki ayrım Tarihçi Okul’un iktisadın teorik bir bilim olamayacağı görüşlerine bir cevap ve eleştiridir. Menger’e (1883/1985) göre, Tarihçi Okul’un hatası bu ayrımın farkına varamamasıdır.


Menger (1883/1985) iktisatta üçüncü bir ayrım daha yapmıştır. ‘Pratik bilimler’ veya ‘teknolojiler’ adını verdiği bu üçüncü ayrım, fenomenler hakkında tarihsel veya teorik açıdan bilgi vermez. “Onlar bize belli insan amaçlarını gerçekleştirmek için koşulların nasıl olması gerektiğini öğretir. Ekonominin bu türünün teknolojileri ekonomik politika ve finans bilimidir” (Menger, 1883/1985, s. 38).


Menger’e (1883/1985) göre, ekonomik bir fenomen tarihsel veya teorik perspektiften araştırılabilir. Tarihsel araştırma somut fenomenler ve onların münferit bağlantısına yönelirken teorik araştırma ampirik formlar ve tipik ilişkilere yönelir. Ne teorik araştırma tarihsel araştırmanın yerini ne de tarihsel araştırma teorik araştırmanın yerini tutar. Bu ayrım tam olarak anlaşılamadığında, bilimlerin doğasını kavramakta başarısız olunacaktır. Bunun anlaşılması için Menger ekonomiden örnek verir. Satın alma, para, arz ve talep, fiyat, sermaye, faiz oranı fenomenleri belli bir düzeyde yinelenen fenomenlerin ampirik biçimleridir. Para miktarı artışının fiyat yükselişine, arzdaki artışın fiyat düşüşten, sermaye birikimi artışının faiz oranındaki düşüşten olması, fenomenler arası tipik ilişkilerdir. Menger bu formların ve tipik ilişkilerin araştırılmasını genelde insan hayatı, özelde ekonomi için çok önemli bulur (Menger, 1883/1985, s. 36).


Menger (1883/1985) olgular arasındaki nedenselliğin varlığının bilinebileceğini savunur. Her ne kadar olguların arasındaki ardıllığın kesinlik derecesi değişebilse de bu özde bir farklılığa neden olmayacak ve araştırmayı şüpheye düşürmeyecektir. Bu sadece bir derece farkı yaratır.


İktisadî fenomenlerin ve bu fenomenler arası ilişkilerin geçerliliği her durumda aynı kesinlik derecesine sahip değildir ancak bu, iktisadın teorik bir bilim olma özelliğine zarar vermez. Teorik ekonominin araştırdığı fenomenlerin kesinliğindeki derece değişmeleri, genel geçer teorilerin oluşturulamayacağı anlamına gelmez (Menger, 1883/1985).


Menger (1883/1985) için ekonomide tahmin yapmak için de teori bilgisine ihtiyaç duyulur. Kesinlik derecesi ne teoriyi ne de tahmin edilebilirliği tehlikeye atar. Ancak kesinlik derecesinin artması doğru tahmin edilebilirlik imkânı sunması açısından önem taşır.


Menger (1883/1985) tarihsel ve istatistiksel ekonomiyi teorik ekonomiden ayırması ile istatistik ve tarihin belli bir dönem ve belli bir ülke üzerine yapılacak çalışmalar için uygun olduğunu öne sürer. Bu tikel çalışmalardan bir teoriye ulaşılması mümkün değildir. Ayrıca, bu tip çalışmalar ile teorileri yanlışlamak da mümkün değildir. Bu tip araştırma, ekonomik yaşamın sonuçları, belli kurumların gelişimini araştırmak için uygundur. Buna göre, Menger’in ampirik testlerin teorileri yanlışlamak ve doğrulamak için uygun olmadığını düşündüğü sonucuna varabiliriz.


Menger (1883/1985) için Tarihçi Okul’un diğer bir hatası ekonomi politikası ile ilgilidir. Ekonomi politikası, ekonomin uygulama alanı ile ilgilidir. Ekonomi politikasının, teorik ekonomi ile karıştırılması “kimyanın kimya teknolojisi ile psikoloji ve anatominin tedavi ve muayene ile karıştırılmasından daha küçük bir hata değildir” (Menger, 1883/1985, s. 46).


Menger (1883/1985)’e göre, bilimsel araştırma kesin (exact) veya realistik olabilir. Her iki yöntem de bize fenomenler arası ilişkiler ile ilgili bilgi sağlayacaktır. Ancak bu iki yöntemin kullanılacakları alanlar farklıdır. Teorik araştırmalardaki ilişkiler apaçıktır. Teorik araştırma yapılırken kullanılan varsayımlar, kesinliği azaltan ve ampirizmi kısıtlayan nedenlerdir. Bu nedenle teorik araştırma kesin olmalıdır. Bu nedenle teorileri ampirik olarak test etmek mümkün değildir.


Realistik metodun kesin metodun yerini alması mümkün değildir. Menger’e (1883/1985) göre, doğa bilimleri ile sosyal bilimler arasında öz olarak bir fark bulunmaz. Doğa bilimleri içerisinde de psikoloji ve meteoroloji gibi kesin olmayan bilimler bulunurken, sosyal bilimler içerisinde de ekonomi gibi kesin bilimler bulunmaktadır. Bu nedenle doğa ve sosyal bilimler arasında sadece bir derece farkı bulunmaktadır. Ancak yine de iktisadın yöntemin doğa bilimlerinin yöntemi ile aynı olamaz.


Ludwig von Mises: Praksiyoloji Görüşü


Ludwig von Mises Avusturya Okulu’nun ikinci kuşak temsilcilerindendir. Avusturya Okulu’nun F. A. Hayek ile birlikte en önemli iktisatçılarından olan Mises, Menger tarafından geliştirilen sübjektivist teoriyi para, konjonktür ve sermaye teorilerine uygulamıştır. Bugün Avusturya İktisat Okulu metodolojisi dendiğinde, her ne kadar Hayek’in Karl Popper etkisi ile görüşlerini değiştirdiği yönünde yorumlar bulunsa da Mises ve Hayek çizgisi akla gelmektedir. Bu nedenle, okulun kurucusu olan Menger’in ardından, Mises’in de görüşlerini ele almak, Avusturya İktisat Okulu metodolojisini anlamak için önemlidir.


Mises’in metodolojisinde Kant’ın epistemolojik görüşleri etkili olmuştur. Kant, kanunlara ulaşmak için uygun yöntemin tümden gelim metodu olduğunu savunmuş ve tümevarımı reddetmiştir. Kant a priori ile a posteriori bilgiyi birbirinden ayırır. Sadece a posteriori elde edilebilecek bilgiler olsa da bunların doğruluğundan emin olamayız. Bu nedenle doğru bilgiler ancak a priori elde edilebilir. Deneyim a priori yasaları çürütmez.

Dünyaya ilişkin bütün deneyimler bu yasalara uyar ve dünyaya ilişkin hiçbir deneyim bunları çürütemez. Yine de bunlar analitik doğrular değillerdir (ne de zorunlu doğrulardır). Dahası, deneyimi yapılandırma biçimimizi inceleyerek, bunların doğru olduklarını a priori bilme noktasına varabiliriz. O halde bunlar sentetik a priori bilgiyi temsil eder (Musgrave, 1993/2013, s. 277).

Kant’ın yaptığı diğer bir ayrım analitik önermeler ile sentetik önermeler arasındadır. Analitik önermeler, doğruluğu kelimelerin dizilişinden gelen ve bilgimize katkı sağlamayan totolojik ifadelerdir. Bu tür önermelerin tipik örneği, ‘tüm bekârlar, evli olmayanlardır’ ifadesidir. Bu önerme bilgimizi arttırmaz, önermenin doğruluğu totolojiktir, kelimelerin öyle sıralanıyor olmasından kaynaklanır.


Bilgimize katkı sağlayacak önermeler sentetik önermelerdir. Bunların kanıtlanması veya yanlışlanması deneyim, tarih veya ampirik yöntemlerle mümkün değildir. Bu önermeler apaçıktır ve ancak çelişkili olmaları durumunda yanlışlanabilirler ve doğru bir sentetik önermeyi akıl, çelişkiye düşmeksizin reddedemez. Kant sentetik a priori bilginin nasıl mümkün olduğuna dair sorusuna, “sentetik a priori bilgi mümkündür, çünkü deneyim dünyasını (ki Kant buna “doğa” der) yaratmak için duyusal uyaranlara yüklediğimiz yasalardan oluşur” (Musgrave, 1993/2013, s. 278) şeklinde cevap verir.


Mises iktisadı insan eyleminin genel bilimi olarak tanımladığı praksiyolojinin bir alt disiplini olarak ele almaktadır. İnsan eyleminin iktisadi yönü ile ilgilenen iktisat bilimi, tümden gelim metodunu kullanmalıdır. Tüm sosyal bilimlerin ve iktisadın başlangıç önermesi ‘insan eylemde bulunur’ önermesidir.


“İnsan eylemi amaçlı bir davranıştır” (Mises, 1981/2008, s. 13). İnsanlar belirledikleri amaçlara ulaşmak için seçtikleri araçlarla eylemde bulunurlar. Mises eylemden şunu anlamaktadır: “Eylem iradenin hareket geçirilmesi ve fiiliyata dönüştürülmesidir; amaçları ve niyetleri hedeflemesidir; egonun çevrenin şartlarına ve teşviklerine anlamlı cevabı niteliğindedir; hayatını belirleyen evrenin durumuna kişinin bilincinin ayarlanmasıdır” (Mises, 1981/2008, s. 13)


İktisat metodolojik olarak a priori önermeleri kullanır ve bu özelliği ile mantık, matematik ve geometriye benzemektedir. Bu özellik Menger’de olduğu gibi Mises’de de bulunmaktadır. Bu bilimlerin ortak özellikleri, önermelerinin deneyimden -a posteriori- değil, deneyimden önce – a priori- olmalıdır.


Praksiyolojinin insan eyleminin genel kategorisi olma (Mises, 1981/2008, s. 64) özelliği iktisadı psikolojiden ayıran bir özelliktir. Praksiyoloji insan eylemlerini inceler ve onunla ilgili insan zihninin içeriğine yönelik sorular sormaz veya bu sorulara cevap aramaz. Psikoloji ise eylemi araştırmaz. İnsanların eylemde bulunmalarına neden olan güç ve öğeleri araştırır ve bu ona insan zihninin içsel olayları inceleme özelliği kazandırır (Mises, 1981/2008, s. 14). Mises’in psikoloji ile ilgili bu değerlendirmeleri Kant ile benzerlik taşıyan diğer bir unsurdur. Kant apaçık önermelerin, apaçık olmasının, onların kanıtlarının psikolojik anlamda olmadığı anlamına geldiğini belirtir. Apaçık olmalarının nedeni çelişkiye düşmeksizin doğruluklarının reddedilemeyecek olmasıdır. Onlara itiraz etmek, kabul etmek ile sonuçlanır (Hoppe, 2007, s. 18).


Mises ile Kant arasındaki diğer ilişki, Neo-Kantçı okulun Verstehen anlayışının Mises üzerindeki etkisidir.

Bu öğretiye göre sosyal bilimlerin doğa bilimlerinden ayırıcı-sınırının sosyal bilimlerin -doğa bilimlerinde bulunmayan- güvenilir ek bir bilgi kaynağına, “anlama”ya sahip olmasıdır. Eğer hükümet, bir dizi fiyat ve gelir kontrolü tedbirlerine geçerse ve biz hükümetin ciddi bir problem olarak öne sürdüğü soruna bir çözüm bulma çabası içinde olduğundan kuşkuluysak, bundan enflasyon ve işsizliğin artacağı anlamını çıkarabiliriz (Yay, 2007, s. 18).

Menger’in yaptığı teori ve tarih ayrımı Mises tarafından da kabul edilmiştir. Mises (2003 ve 1981/2008) bu ayrımı yaparken fen bilimleri ile sosyal bilimler arasındaki ayrıma da değinir. Tıpkı Menger’de olduğu gibi, Mises de tarihin somut fenomenler ve onlar arasındaki münferit ilişkilerin incelenmesi olarak tanımlar (Mises, 1981/2008, s. 33-34). “Tarih insan eylemini ilgilendiren tüm tecrübelerin verilerinin toplanması ve sistematik bir şekilde düzenlenmesidir” (Mises, 1981/2008, s. 33).

Tarihsel bilimlerin konusu geçmiştir. İnsan eylemleri için, yani, gelecektekiler için de geçerli hiçbir şey söylemez. Tarihin çalışılması insanı akıllı ve sağduyulu yapar. Fakat bizzat kendisi somut işleri yapmakta kullanılabilecek bir bilgi ve yetenek vermez (Mises, 1981/2008, s. 34). Tarihsel tecrübe tarafından taşınan bilgi, teorilerin inşasında kullanılmak üzere inşaat malzemesi veya gelecekteki olayların tahmin malzemesi olarak kullanılamaz. Her tarihsel tecrübe değişik yorumlara açıktır ve gerçekten değişik şekillerde yorumlanmaktadır (Mises, 1981/2008, s. 34).

“Mises için, doğal ve sosyal bilimler arasındaki kritik fark, analiz ettikleri nesneye yaklaşım yollarını içerir” (Zwirn, 2009, s. 86). Fen bilimleri de tarih gibi geçmişle ilgilenir. Ayrıca sosyal bilimler, insan eylemi bilimlerinin fenomenlerinin karmaşık olması nedeniyle de fen bilimlerinden ayrılırlar. Bu tür karmaşık fenomenler laboratuar şartlarına uygun değildir. Çünkü diğer tüm unsurları sabit varsayarak tek bir unsurun incelenen fenomen üzerindeki etkisini izole etmek mümkün değildir (Mises, 1981/2008, s. 34). Sosyal bilimlerin inceleme alanını oluşturan fenomenlerin arasındaki ilişkiler hem sayıca fazla hem de oldukça karmaşıktır. İktisattan bir örnek ele alırsak bir malın fiyatındaki değişiklik talep edilen miktarı değiştirecek olsa da sonuç önceden bilinemez. Diğer malların fiyatları, gelir zevk ve tercihler gibi faktörler sabit kalmayacaklardır. Burada zevk ve tercihler olarak adlandırılan gözlenemez değişkenlerde yaşanabilecek, muhtemel bir değişiklik özellikle önemlidir. Zevk ve tercihler, o mala yönelik talebin psikolojik unsurunu oluşturur ve buradaki değişmenin önceden kestirilebilmesi, ki her birey için ayrıca yapılmalıdır, mümkün değildir. Bu sosyal bilimleri fen bilimlerinden ayıran en temel faktörlerden biri olan, sosyal bilimlerin inceleme konusunun insan olması ile ilgilidir.


Mises’e göre, teorik bilgiye ulaşmanın yolu praksiyolojik metottur. “Praksiyoloji tarihsicilliğin ve ampirizmin nihilistik implikasyonlarından kurtuluş sağlar” (Herbener, 1988, s. 3).

Praksiyoloji teorik ve sistematik bir bilimdir, tarihsel değildir. Çalışma alanı, tüm çevresel, tesadüfî ve somut aksiyomların bireysel durumlarına bakılmaksızın, aslında insan eylemidir. Anlayışı asıl hadisenin maddi içeriğine ve belli özelliklerine göndermede bulunmaksızın, saf biçimseldir. Varsayımlarında ve çıkarsamalarında ima edilen şartlara tam karşılık gelen tüm durumlar için geçerli olan bilgiyi hedefler (Mises, 1981/2008, s. 35).

Praksiyoloji, gözlemden ve deneyimden türetilen önerme ve teoremler ile ilgili değildir. Onun yöntemi, gözlemden ve deneyimden önce gelen a priori önerme ve teoremlerdir. İktisat teorilerine de gözlemden değil, eylem mantığından, tümdengelim metodu ile a priori türetme ile ulaşılır (Mises, 2003, s. 18). Mises iktisadı a priori önermelerini sentetik önermeler olarak görür. Bu tip önermeler, praksiyolojinin eylem mantığından türetilir.


Sentetik önermeler ampirik yöntemlerle ne doğrulanabilir ne de yanlışlanabilir. “…bizlere öğreten deneyim değil, sadece düşünmedir ve hangi anlarda, gerçek dünyada neler olup bittiğini anlamamızı sağlayacak, gerçekleşmeyecek farazi şartların araştırılmasını gerekli kılan da yine düşünmedir” (Mises, 1981/2008, s. 65). Apaçık olan bu önermeler, ancak aralarında bir çelişki olması durumunda reddedilebilir. Buna bir örnek olarak iki kişi arasındaki mübadele işlemi verilebilir. Gönüllü mübadeleye giren iki kişi de amaçlarını gerçekleştirmeye çalışırlar. Mübadele bunun için bir araçtır. Mübadele işleminin gerçekleşebilmesi durumunda mübadeleye girenlerin her kişi de amacını gerçekleştirmiştir. Mübadele eylemi neticesinde taraflardan birinin veya her ikisinin de amacını gerçekleştiremeyeceğini söylemek çelişkiye düşmek ile sonuçlanacaktır.


Hoppe’ye (2007) göre, apaçık sentetik önermelerin gözlemden değil kendi üzerimize yansımalar ile anlaşılması gerektiğinin ilerisine geçerek zihin ile gerçeklik arasındaki bağlantı kurma sorununu Mises çözmüştür (Hoppe, 2007, s. 20).

Böyle zorunlu doğruların, basitçe zihnimizin kategorileri olmadığının, ancak zihnimizin eylemde bulunan insanların kategorisinin olduğunun farkına varmalıyız. Ve bu fark edildiğinde, tüm idealistik öneriler derhal kaybolur. Bunun yerine, doğru sentetik a priori önermelerin varlığını iddia eden epistemoloji, bir realistik epistemoloji haline gelir. Eylem kategorilerinde kurulmuş olduğu anlaşıldığı için, mental ve reel arasındaki uçurumda, dış, fiziksel dünya ile köprü kurulur. Onlar eylem kategorileri olarak, gerçekliğin özellikleri oldukları kadar zihnî şeyler de olmalılar: Eylemler boyunca zihin ve gerçeklik temas halindedir (Hoppe, 2007, s. 20).

Böylece, “O zihin ve dış gerçeklik arasında köprü olarak eylemi kabul etmesi; Kantyan doğru sentetik a priori önermelerin nasıl mümkün olduğu sorusunda bir çözüm bulmuştur” (Hoppe, 2007, s. 21).


Mises iktisadı değer-bağımsız bir bilim olarak görmüştür. İktisat piyasa karşıtı ya da taraftarı değildir. Buna karar vermek için karşılaşılan sorun analiz edilmeli ve çıkan sonuç neticesinde yorum yapılmalıdır (Mises, 1990b, s. 51). Mises’in bu değer-bağımsız bilim önerisinin Max Weber’den etkilendiği şeklinde yorumlanmaktadır (Selgin, 1988, s. 22). Ayrıca, “Mises praksiyolojik analize başlangıç noktası yaptığı amaçlılık nosyonunu Weber’den almıştır” (Selgin, 1988, s. 22).


F. A. Hayek’in Bilgisizlik Teorisi


F. A. Hayek, Mises’in Sosyalizm kitabı ile tanışmasının ardından hem ideolojik hem de ekonomik görüşlerini değiştirmiştir. Sosyalizmde iktisadî hesaplamanın mümkün olmadığına ikna olan Hayek, daha sonra yaptığı çalışmalar ile Avusturya Okulu’nun en önemli temsilcilerinden biri haline gelmiştir. Özellikle sermaye, konjonktür, para ve bilgi teorilerine yaptığı katkılar Hayek’i Mises ile birlikte Avusturya Okulu dendiğinde akla gelen iki iktisatçıdan biri olmasını sağlamıştır.


1974’te konjonktür teorisine yaptığı katkı nedeniyle aldığı Nobel Ödülü, 1930’lardan sonra giderek gündemden düşen Avusturya iktisadının yeniden canlanmasına katkı sağlamıştır. Hayek’in çalışmaları siyaset felsefesi, ekonomi, hukuk ve psikoloji gibi geniş bir alana yayılmıştır. Bütün alanlarda vermiş olduğu eserler neticesinde tutarlı bir sistem kurucusu olan Hayek’in metodoloji, özellikle de bilgisizlik üzerine düşüncelerine sadece iktisat kitaplarında değil, diğer alanlardaki eserlerinde de rastlanabilir (Yay, 2007).


İlk olarak Hayek’in metodolojik görüşlerinde bir değişimin yaşanıp yaşanmadığı tartışmalarına değinmekte fayda olabilir. T. W. Hutchison (1983, 1992) Hayek’in metodolojik görüşlerinde bir değişiklik olduğu görüşündedir. Hayek 1 ve Hayek 2 ayrımı yapan Hutchison, Hayek 1’i Mises metodolojik görüşlerinin etkisi altında, a priorizmi savunduğu dönem, Hayek 2’yi Karl Popper’in etkisi metodolojik görüşlerinde Misesyen a priorizmden Popperci yanlışlamacılığa kaydığı dönem olarak ayırmaktır.


Burada Caldwell ile Hutchison arasında bir fikir ayrılığı bulunmaktadır. Caldwell’e (1988a, 1988b, 1992a ve 1992b) göre, Hayek, her ne kadar Mises’ten oldukça etkilenmiş olsa da Misesyen a priorizmi hiçbir zaman tam olarak kabul etmemiştir. Economics and Knowledge makalesinde ön plana çıkmaya başlayan bilgisizlik vurgusu, daha çok Oskar Lange ile girilen iktisadî hesaplama tartışması ile ilgilidir. Turan Yay ise Hayek “Popper’in görüşlerini doğrudan benimsemekten ziyade, eleştirel-Popperci diyebileceğimiz bir çizgide onun görüşlerini ele almış ama özde bu görüşlerini yine fizik ve sosyal bilimlerin farklılıklarını belirtmekte kullanmıştır” (Yay, 2007, s. 19-20).


Hayek’in dönüşümü Economics and Knowledge makalesi incelendiğinde daha iyi anlaşılır. Bu makalede Hayek, denge analizine eleştiriler yöneltmektedir. Hayek’in denge analizi ve tam rekabet piyasası analizlerine yönelttiği eleştiriler dikkate alındığında, Hayek’in bilgisizlik nosyonunu kullanmasında tam rekabet piyasası ve denge analizinin etkili olduğu düşünülebilir.


Hayek, Mises gibi doğa bilimleri ile sosyal bilimleri birbirinden ayırır. Hayek’e göre doğa bilimlerinin metodunu sosyal bilimlere uygulamak bilimcilik olacaktır. Burada doğa bilimleri ile sosyal bilimler bilginin niteliği açısından farklılaşır. Doğa bilimleri objektif karakterli iken, sosyal bilimler sübjektif karakterlidir (Hayek, 1952, s. 28).


Doğa bilimlerinin konusu sosyal bilimlerden farklıdır. Doğanın incelenmesi ile sosyal hayatın incelenmesi iki bilim dalının metodolojisini birbirinden farklılaştırır. Doğada düzenlilik mevcuttur. Bu düzenlilik nesneler arası ilişkilerin gözlenebilmesine imkân sağlar. Ancak bu durum sosyal bilimler için farklıdır (Hayek, 1952).

Onlar, şeyler arasındaki ilişkilerle değil, insan ile şey arasındaki veya insan ile insan arasındaki ilişkilerle ilgilenirler. İnsanın eylemleri ile ve amaçlanmayan açıklama amacı ile veya çok sayıda insanın eylemlerinin tasarımlanmamış sonuçları ile ilgilidirler (Hayek, 1952, s. 25).

Hayek bilginin bu dağınık karakterine vurgusu, onun zihin ile ilgili görüşleri ile bağlantılı olarak rol oynamıştır (Paxson ve Wenzel, 2014, s. 26). Dağınık bilginin elde edilmesi bir keşif sürecidir ve Hayek burada deneyimin önemini vurgulamaktadır. Bilginin elde edilişinde kategorilerden ziyade deneyime yer vermesi, bir taraftan onu Mises’ten ayırırken, A. Ferguson, B. Mandeville, D. Hume, A. Smith, C. Menger’in kendiliğinden düzen fikrine yaklaştırmıştır.


Kendiliğinden düzen düşüncesi bugün sahip olunan yararlı kurumların nasıl ortaya çıktığını açıklamaktadır. Bu kurumlar doğada bulunan veya insanlar tarafından tasarımlanan şeyler değildir. İnsanların faaliyetlerinin niyet edilmemiş sonuçlarıdır. Bilgisizlik teoremine göre, hangi kurumların yararlı olacaklarını bilmek mümkün değildir. İyi kurumlar insanların faaliyetleri neticesinde ortaya çıkan kurumlardan iyi olanların kalması ile ortaya çıkar (Hayek, 2012).


Bu düşüncenin iktisada yansıması Hayek’in şu tanımında görülebilir. “Ekonominin tuhaf görevi, insanlara tasarlayabileceklerini düşündükleri şeyler hakkında ne kadar az şey bildiklerini göstermektir” (Hayek, 1988, s. 76). Bu görüş iktisadı insan eylem bilimi olarak gören Mises’in görüşleri ile zıtlık içinde değildir ancak bilgiye daha büyük önem vermektedir.


Hayek, iktisatta teoriler geliştirmenin mümkün olmadığını iddia eden (Hayek, 1952, s. 54) ve sosyal bilimlerde araştırmanın tarih metotları ile mümkün olduğunu ileri süren tarihsicilik görüşünü (Hayek, 1952, s. 64) eleştirmektedir. Tarih ile teorinin birbirine karıştırılması aralarındaki ayrımın fark edilmemesi nedeniyle ortaya bir çelişki çıkarmaktadır (Hayek, 1952, s. 66). Teori ve tarih arasındaki bu farka rağmen, tarih tamamen dışlanmamaktadır. Tarih ve teori farklı olguları araştırmakta kullanılabilir ve Hayek’e göre tarih ve teori birbirini tamamlayan iki farklı araştırma alanıdır. Her iki araştırmadan elde edilecek bilgiler vardır (Hayek, 1952, s. 73). Bu farklı araştırma alanlarının doğru amaçlar için kullanılması durumunda, her ikisi de faydalı olacak ve aralarında bir çatışma oluşmayacaktır. Tüm bunlara rağmen teori tarihsel, tarih teorik olabilir (Hayek, 1952, s. 73). Teori ve tarihin bu şekilde mantıksal farklılıkları ve görevleri arasında yapılan ayrım, Hayek, Menger ve Mises arasındaki benzerliklerden birini oluşturmaktadır.


Avusturya Okulu–Ana-Akım Farklılığı


Avusturya Okulu’nun üç önemli temsilcisinin görüşlerinden de anlaşılacağı üzere, okulun metodolojik görüşleri homojen bir içeriğe sahip değildir. Burada ele alınmayan, Böhm-Bawerk, Kirzner, Rothbard, Lachmann, Robbins ve Machlup gibi okulun diğer önemli temsilcilerinin görüşleri de dikkate alındığında okulun metodolojik görüşlerinin çeşitliliği daha da artmaktadır. Ancak yine de okulun temsilcilerinin görüşlerinden hareketle Avusturya iktisadının metodolojik ilkelerini belirlemek mümkündür. Böylece Avusturya Okulu’nun ana-akımda eleştirdiği noktaları ve farklılıkları vurgulamamıza imkân sağlanmış olacaktır.


Avusturya okulunun metodolojisi dendiğinde şu özellikler öne çıkmaktadır.:

• Sübjektivisim

• Teori–tarih ayrımı

• Praksiyoloji

• Metodolojik dualizm

• Metodolojik bireycilik

• Bilgisizlik nosyonu

• Belirsizlik ve zaman

• Kendiliğinden doğan düzen


Avusturya Okulu’nun bu metodolojik görüşleri, onu ana-akımdan ayırmaktadır. Bu ayrım, ana-akımın bir yandan kısıtlayıcı varsayımlarına bir eleştiri olarak ortaya çıkarken, diğer taraftan bu varsayımları kullanmaksızın bir iktisadi analiz geliştirmenin mümkün olduğunu gösterir.


Bu bölümde, Avusturya Okulu’nun ana-akımın metodolojisine ve varsayımlarına yönelttiği eleştiriler ve okulun bu varsayımları ele alış biçimleri incelenecektir.


Rasyonellik


Kâr ve fayda maksimizasyonu ile ilgilenen ana-akımın denge analizinde rasyonellik varsayımı önemli olmaktadır. Rasyonel insan, sadece kendi iktisadî çıkarlarına sahip olan ve bu çıkarların maksimizasyonu dışında başka bir amacı olmayan ve hata yapmayan, yani tam bilgiye sahip olan insandır.


Bu tür, tam bilgiye sahip rasyonel insan varsayımı sonuçlarla ilgilidir. Kâr maksimizasyonu amacı gütmeyen bir müteşebbis ve fayda maksimizasyonu amacı olmayan bir tüketici ya da kâr maksimizasyonu ve fayda maksimizasyonu amacında başarısız olan ekonomik aktörler irrasyonel olmaktadır.


Avusturya İktisat Okulu’nun, özellikle Mises’in rasyonellikle ilgili görüşleri ana-akımdan farklıdır. Mises’in görüşlerine göre, rasyonellik ‘insan amaçlı eylemde bulunur’ önermesinin bir sonucudur. İnsan rasyonelliğinden değil, insan eyleminin rasyonelliğinden bahsedilir (Mises, 1981/2008, s. 21). Amaçlar iktisadî veya gayri iktisadî olabileceği gibi, bencilce veya altruist gibi farklı güdülere sahip olabilir. Praksiyoloji, ne amaçların ne oldukları ile ne de eylem neticesinde amaca ulaşılıp ulaşılmadığı ile ilgilidir. Dolayısıyla bunlar, rasyonel eylem için kriter olamazlar. Praksiyoloji, insanın amaçlı eylemleri ile ilgilenir, sonuçlar ile ilgilenmez. “İnsanların neleri amaçladığı ve planlarının gerçekleşmesi için uyguladıkları araçları araştırmak praksiyolojinin değil, tarihin görevidir” (Mises, 1990a, s. 24). O halde her insan eylemi, tanım gereği rasyoneldir (Mises, 1981/2008, s. 21-24).

Ekonomi, köklü masalların onu yapıyor olmakla suçladığı gibi, hayalî homo economicusu ele almaz, ancak gerçekte, sıklıkla zayıf, aptal, düşüncesiz ve kötü yönlendirilmiş olan homo agensları ele alır. Onun amaçlarının ve duygularının asil veya kaba olarak nitelendirilmesi önemli değildir. İnsanın, kendisi ve akrabası için daha fazla maddi zenginlik için çabalıyor olmasını içermez. Onun teorileri, değerin nihaî yargılarına ilişkin nötrdür ve eylemlerin uygunluğuna bakılmaksızın tüm eylemler için geçerlidir (Mises, 1990a, s. 24).

Böyle bir rasyonellik, tam bilgiye sahip olma özelliğine ihtiyaç duymaz. Araç rasyonelliği, ana-akım rasyonelliğinin iki özelliğini dışlar. Birincisi, her insanın aynı, objektif amaçlara sahip olacağı ve olmamasının irrasyonellik olduğu düşüncesi, yani amaç rasyonelliğidir.

Eylemin nihaî amacı, daima, eylemde bulunan insanın bazı arzularını tatmin etmektedir. Hiç kimsenin eylemde bulunan insanın değer yargılarını kendi değer yargılarıyla ikame etmesi söz konusu olmadığı için diğer insanların irade ve amaçları hakkında değer yargılarında bulunmak nafile bir iştir. Hiç kimse, bir başkasını neyin daha mutlu veya daha az rahatsız ettiğini söyleme yetkisine sahip değildir. Eleştirmen, ya başkasının durumunda olsaydı neyi amaçlayacağını söyler ya da diktatörlük kibri altında tasasız bir şekilde başkasının istek ve amaçlarını hazırlayarak, kişinin kendine neyin daha uygun geldiğini ilan etmektedir (Mises, 1981/2008, s. 21).

İnsanların farklı iktisadî veya gayri iktisadî amaçlara sahip olmaları, eylem rasyonelliğini ihlal ettiği söylenemez. “Hayatı idame ettirecek ihtiyaçları elde edecek ve sağlığı koruyacak kadar çalışma arzusu, diğer malları ve hayatı kolaylaştıracak olan şeyleri elde etmek için çalışma arzusundan daha rasyonel, daha doğal veya daha hakkaniyete uygundur diye varsaymak bir hatadır” (Mises, 1981/2008, s. 21). Öyleyse, amaçlar arasında, rasyonellik varsayımına atıf ile hiyerarşi kurulamaz. İnsan neyi amaçlıyorsa o önceliklidir ve rasyonellik eylemlerinin o amaca yönelik olması ile ilgilidir. Amacın ne olduğu veya amaca ulaşılıp ulaşılamadığı değerlendirmeye girmez.


İkincisi, amaçlara ulaşılamamış olmasının irrasyonellik olduğu düşüncesi, yani sonuç rasyonelliğidir. İnsanın amaçlarına ulaşıp ulaşmadığını söylemek ve bu söylense bile buradan hareketle insanın rasyonel veya irrasyonel olduğuna karar vermek mümkün değildir. İnsanın eylemi sonucunda amacına ulaşamamış olması, ya araçları yanlış seçmekten veya amacın eylem başlamadan önce kazandıracağı hesaplanan tatmini sağlamamasından kaynaklanır. Her iki durumda da eylem rasyonelliğini ihlal eden bir durum yoktur.


Bilgi


Ana-akımın analizindeki diğer önemli bir varsayım tam bilgi varsayımıdır. İnsan iktisadî faaliyetini sürdürürken herhangi bir belirsizlik riskine maruz kalmaz. Böyle bir iktisadî hayatta beklentilerin de rolü yoktur. Fiyatlar, ücretler, maliyetler, kurumlar gibi pek çok alanda bir eksik bilgi ile karşılaşılmaz. Bu sayede, iktisadî çıkarları doğrultusunda kâr ve fayda maksimizasyonu peşinde koşan insanın amaçlarını gerçekleştirmesinde herhangi bir engel bulunmaz.


Ancak ana-akımın bilgi ile ilgili ikinci bir varsayımı daha vardır. İktisadî aktörler tarafından bilinen bilgilere iktisatçı tarafından da sahip olunmalıdır. Böylece denge ve maksimizasyon analizleri yapmak mümkün hale gelir.


Hayek, özellikle Economics and Knowledge makalesinin yayınlanmasının ardından çalışmalarında bilgisizlik vurgusunu öne çıkarmıştır. Hayek, iktisadî problemin, tam bilgi altında kaynakların nasıl en iyi alanlara dağıtılacağı olmadığını belirtir (Hayek, 1945/2007, s. 153). İktisadî hayatta tam bilgi hiçbir zaman mümkün değildir. Tam bilgiye ne tek bir kişi tarafından ne de bir grup tarafından sahip olunabilir. Bilginin özelliği kümülatif halde bulunmayan, bireyler arasında dağıtılmış olmasıdır. Ve bilginin bir kısmı henüz keşfedilmemiştir. Bu nedenle yapılması gereken, bireyler arası dağılmış bilginin ve keşfedilmemiş bilginin elde edilişi ve kullanılmasıdır.


Burada, ana-akım ve Avusturya Okulu’nun piyasa sistemine yaklaşımında da bir farklılık mevcuttur. Ana-akıma göre, bilgi eksikliği bir piyasa başarısızlığı iken Hayekyan bilgisizlik yaklaşımına göre, bilgisizlik piyasayı zorunlu kılan faktördür. Çünkü “Hayekyen perspektiften piyasaların fonksiyonu insanları beklenmedik (öngörülmemiş) durumlara ve fırsatlara uyandırmaktır, Neo-Klâsik ekonomide merkezi olan denge modeli terimleriyle analiz edilemeyecek bir fonksiyon” (Pennington, 2014, s. 38).


Girişimci


Bilgi eksikliği, belirsizlik ve eylem rasyonelliği özellikleri birleştirildiğinde, Avusturya İktisat Okulu analizlerinde oldukça önemli bir yer tutan, ekonomik hayatta önemli bir işleve sahip olduğu düşünülen girişimcinin rolü öne çıkmaktadır.


Girişimci, bilginin tam olduğu ve belirsizliğin olmadığı bir durumda ortaya çıkmaz, ortaya çıkmasına gerek de yoktur. Böyle bir dünyada tüm kâr fırsatları kullanıldığı için girişimsel faaliyete ihtiyaç duyulmaz ancak daha önce belirtildiği gibi Avusturya İktisat Okulu’na göre, iktisadî hayatta bilgi tam değildir ve gelecek belirsizdir. Bu da girişimciliği ön plana çıkarır.

Deneyimleri ile bilgiye keşfedecek olan geniş anlamda girişimcidir. Yani, Neo-Klasik refah iktisadî analizinin tam bilgi varsayımdan uzaklaşıldığında, karşı karşıya kalınan bilgisizlik, bu bilginin keşfini gerektirir burada da girişimci ve onun deneyimlerinin piyasa ekonomisinde oynadığı rol ortaya çıkar (Hayek, 1948, s. 36).

Girişimcilik “belirsizlikle uyumlu insan yeteneği” (Herbener, 1992, s. 81) olarak tanımlanabilir. Geniş anlamı ile ele aldığında tüketicileri de girişimci olarak düşünmek mümkündür. Çünkü her eylem belirsizlik altında yapılır ve bu nedenle her eylemde girişimcilik özelliği görülür (Herbener, 1992, s. 81). Girişimcinin önemi, bilginin dağınık karakteri ve yeni bilginin keşfi ile ilgilidir. Girişimci belirsizlik ile karşı karşıyadır. Eylemleri ile bilgileri keşfedilmesini ve kullanılmasını ve koordinasyonu sağlayacaktır.

İnsan eylemindeki bu girişimsel element, toplumdaki kullanılabilir dağınık bilgi nedeniyle ortaya çıkan hataların neden olduğu pür kâr sinyallerine bir cevaptır. Bu maya, piyasaya saçılan ilgili bilginin piyasa katılımcıları için gittikçe artarak açığa çıkarma eğilimi gösteren rekabetçi-girişimsel keşif sürecini besler (Kirzner, 1984, s. 416).

Rekabet, Tam Rekabet Piyasası ve Denge Analizi


Ana-akımın ideal bir iktisadî piyasa olarak ele alıp incelediği model tam rekabet piyasasıdır. Tam rekabet piyasası tam bilginin olduğu, belirsizliğin olmadığı, tüm fiyatların öngörüldüğü bir piyasadır. Ana-akım, bu ideal piyasanın denge şartlarını ele alır ve denge noktasını inceler Tam rekabet piyasası, ideal piyasa modelidir ve varsayımlarının sağlanamaması idealden uzaklaşma olarak görülür.


Avusturya İktisat Okulu’nun rekabete bakışı ve denge anlayışı bundan farklıdır. Avusturya İktisat Okulu’nda rekabet keşifsel bir süreç olarak ele alınmaktadır. Bunu denge anlayışı ile birlikte ele almak daha anlaşılır olacaktır. Rekabet keşifsel bir süreç olarak ele alınır. Hayek’e göre, tam rekabet piyasasında ne rekabet ne de piyasa bulunmaktadır (Hayek, 2002).


Mises’in dengeli dönüşüm ekonomisi (evenly rotating economy-ERE) olarak adlandırdığı durum denge durumuna tekabül eder. Ancak Mises ERE’yi analize başlangıç noktası olarak ele alır. Analize başlangıç açısından ne kadar uygun olsa da iktisatçının görevi burada bitmez. Çünkü ekonomi hiçbir zaman dengede değildir (Mises, 1981/2008, s. 247-249). Hayek dengeyi, bireyin eylemleri arasında ilişkilerin uyumu olarak tanımlar (Hayek, 1948). “Denge konsepti tek bir bireyin eylemlerine uygulandığında açık bir anlama sahiptir” (Hayek, 1948, s. 35). “Denge analizinin tüm önermeleri eylemler arası ilişkiler hakkında önermelerdir. Bir kişinin eylemlerinin dengede olduğunu, belli bir dereceye kadar, onlar bir planın başlangıç noktası olarak anlaşılabildiğinde söylenebilir” (Hayek, 1948, s. 38).


Tam rekabet piyasasının varsayımlarından uzaklaşmak, piyasalarda girişimcinin önemini öne çıkarır. “Bir denge şartı olarak tam rekabet piyasalarında kullanılacak normal üstü kârlar ve girişimsel aktivite yoktur” (Holcombe, 2003, s. 27). Tam rekabet piyasasından uzaklaşmaların piyasa başarısızlığı olarak görülmesi de Avusturya Okulu’nun tam rekabet piyasası eleştirisinde tersine döner. Piyasa sistemine ihtiyaç vardır çünkü bilgi eksikliği, belirsizlik gibi unsurlar tam rekabet piyasasını imkânsız kılar. Bilginin tam olduğu durumda, planın merkezî bir şekilde veya girişimci tarafından bireysel olarak yapılıyor olmasının önemi yoktur. Ancak bilgisizlik söz konusu olduğunda planlama için ihtiyaç duyulan kümülatif olmayan, dağınık bilginin kullanılması ve keşfedilmesi ancak girişimsel faaliyet ile mümkün olur. “İnsanın girişimsel farkındalığı, insan eyleminin daha geniş çerçevesi içerisine, onun dar planlama aktivitesini yerleştirme işlevini görür4 ” (Kirzner, 1984, s. 416).


Ampirik Yöntemler Eleştirisi


Ana-akımın ampirik testler ve yöntemlerle teorileri sınamaya tabi tutması, Avusturya Okulu’nun teoriler ve tarih arasında yaptığı ayrımın anlaşılmamış olmasını göstermektedir (Hoppe, 2007, s. 28). Menger istatistik ile tarihi aynı kategoride değerlendirirken, ampirik yöntemlerin iktisadî teorilere uygulanmasının mümkün olmadığını vurgulamaktadır.


Ampirizmin temelinde bilginin ampirik olarak elde edilebileceğini ve bunun gözlemlerle doğrulanabilir veya yanlışlanabilir olduğu görüşü vardır (Hoppe, 2007, s. 28). Ancak önceki bölümlerde de görüldüğü üzere, praksiyoloji anlayışında doğa bilimler ile sosyal bilimler arasındaki yöntemsel farklar mevcuttur. Bu farklar ampirik yöntemlerin uygulanmasında sınırlara dikkat çeker ve eleştirilere neden olur. İktisadî teorileri ampirik testler ile doğrulamaya veya yanlışlamaya çalışmak geçmiş deneyimlerle ilgilidir. Bu geçmiş deneyimleri test etmek tarih ve teoriyi birbirine karıştırmaktır.


Günümüzde iktisat literatürüne hâkim olan ekonometrik ve istatistiksel yöntemler teorileri test etme iddiaları ile geçmiş deneyimin yani, tarihin teoriye uygun olarak gerçekleşip gerçekleşmediğini test eder. Böyle bir testin anlamlı olabilmesi, arzu edilen amaca hizmet edilebilmesi için teste dâhil edilen bağımsız değişkenler ile bağımlı değişkenler arasındaki ilişki tamamen ortaya konabilmeli, bağımlı değişkeni etkileyebilecek diğer değişkenler, modelin dışında kaldıkları için sabit tutabilmelidir. Bunlar sabit olarak varsayılır ancak öyle varsayılsalar bile sabit değillerdir. Ayrıca, “bir gerçek teoriyi test etmek için kullanılabilir olması için, basit bir gerçek olmalı, ulaşılabilirlik ve tekrarlanabilirlik sınıflarda diğer gerçeklerle homojen olmalıdır” (Rothbard, 1976, s. 72). Ancak iktisadî hayatın karmaşıklığı, gerçekler arasındaki kompleks ilişkiler ne kurulan modelin yeterince iyi ve tüm değişkenleri kapsayacak bir şekilde kurulmasına ne de homojen gerçeklere izin verir. Hiçbir tarihi olay basit ve tekrarlanabilir değildir (Rothbard, 1976, s. 72). “Her tarihsel olay, bu yüzden, heterojendir ve bundan dolayı tarihsel olaylar tarihin kanunlarını kantitatif veya başka bir şekilde ne test etme ve ne de kurmak için kullanılamaz” (Rothbard, 1976, s. 3). Bu nedenle ekonometrik testleri uygulamak ve böylece bir teoriyi yanlışlamak mümkün değildir. Bunun yerine, Avusturya Okulu’nun praksiyoloji yöntemi a priori önermeler arasında bir çelişkinin var olması ile yanlışlamanın mümkün olabileceğini savunur.


Matematik Kullanımı


İktisatta matematik kullanımı, marjinalist devrim ile başlamış, Keynesyen devrimin ardından, Rasyonel Bekleyişler Teorisinin geliştirilmesi ile daha kompleks denklemlere, matematiksel analizlere yer açılmıştır.


Avusturya Okulu’na göre, matematik kullanımı durgun durum olarak ifade edilebilecek denge analizi için uygundur. “Bu optimizasyon probleminin çözümünü sağlayan şartlar en iyi matematiksel olarak ifade edilebilir. Kısaca, iki mal ya da faktör arasındaki marjinal ikame oranları, tüm farklı kullanımlarda birbirinin aynı olmalıdır” (Hayek, 1945/2007, s. 153).


Ancak matematiğin insan eylemine uygulamasına mümkün değildir. İnsan eylemi söz konusu olduğu her durum bir değişim içerir. Bu değişimin varlığı matematiğin kurallarının uygulanmasını imkânsızlaştırır (Mises, 1981/2008).

Dengenin matematiksel metot ile gösterimi, bireylerin maksimizasyon kurallarına göre hareket ettiklerini varsayar. Böyle bir işleyiş, veri parametresinde çıkarsanabilecek “ekonomik değişkenlere” neden olur. Dışsal bir şok, bir parametredeki değişim ile aynıdır. Böyle bir şokun etkisi, değişkenlerin değerlerindeki bir değişimdir. Çözüm, değerdeki değişimin yönünü ve/veya büyüklüğünü betimler (Gunning, 1989, s. 128). Ekonomik dengeyi tanımlayan denklemler, matematiksel dildeki yaklaşım metoduna ifadesini verir. Ne daha fazla ne daha az söylerler. Onlar derler ki: Eğer bir denge durumuna ulaşılırsa, o sadece, değişim yaparak isteklerinin tatminini geliştirmenin artık mümkün olmayacağı bir pozisyon olabilir (Mises, 2000, s. 28).

Denklemler kurarak denge durumunun analiz etmek tüketicinin tercihlerine bağlıdır. Denge durumunda, tüketici tercihlerinin bilindiği varsayılır. Ancak tercihler değişkendir. Bugün biliniyor olsalar bile, gelecekte tüketicilerin tercihleri değişecektir. Bu değişikliğin bilinemeyecek olması nedeniyle, matematiksel yöntemlerin uygulanması için gerekli olan ekonominin denge koşulu hiçbir zaman sağlanmaz. (Mises, 2000, s. 29).


İkinci bir sorun arz ve talep eğrilerinin şeklinin bilinmiyor olmasıdır. Bu eğrilerin şeklinin bilinmiyor olması, belli bir fiyattan talebi biliniyor olması durumunda dahi başka bir fiyatta talebin ne olacağının bilinmeyeceği anlamına gelir (Mises, 2000, s. 29).


Üçüncü bir nokta dengenin hayali olmasıdır. Denge hipotetiktir. Bu durumda, ekonomide denge varmışçasına kullanılan matematiksel yöntemlerin gerçekte bir karşılığı yoktur (Mises, 2000, s. 29-30).


Sonuç


Bu çalışmada Avusturya Okulu’nun metodolojik görüşlerinden hareketle, ana-akımın içine düştüğü metodoloji bunalımının çözümlemesi ve alternatif sunulması amaçlanmıştır.


Bugün ana-akım iktisat yaptığı varsayımlar ile geliştirdiği analizle tatmin edici olmaktan uzaktır. Avusturya Okulu’nun rasyonellik, bilgi, denge analizi, rekabet ve girişimcilik ile ilgili geliştirdiği teoriler ele alındığında, okulun temsilcilerinin değer, para, sermaye, konjonktür, bilgi, girişimcilik teorilerine yaptıkları değerler katkılar da düşünüldüğünde, iktisat biliminin çalışma alanının, ana-akımın bu varsayımları ve metodolojisi ile kısıtlanması zorunlu değildir. Elbette kullanılan yöntemlerin bir anda tamamen değişmesini beklemek doğru olmayacaktır. Ancak bu çalışmada gösterilmeye çalışıldığı gibi, iktisat alanında yapılan çalışmalarda kullanılan metotların çoğulcu olmaması için bir neden yoktur. Yapılan yayınlarda farklı metotlara da yer verilmesi, iktisat teorisinin gelişmesine katkı yaparken, diğer taraftan metodoloji çalışmalarını canlı tutacak, iktisat biliminin daha hızlı ve doğru bir yolda ilerlemesini sağlayabilecektir.


Yazar - Serdar Göcen


Image Source - Econlib


Kaynakça

Caldwell, B. J. (1988a). Hayek’s “the trend of economic thinking”. The Review of Austrian Economics, 2(1), 175-178. Caldwell, B. J. (1988b). Hayek’s transformation. History of Political Economy, 20(4), 513-541. Caldwell, B. J. (1992a). Hayek the falsifixationist? A refutation. Economic Thought and Methodology, 10, 1-15. Caldwell, B. J. (1992b). Reply to Hutchison. Research in the History of Economic Thought and Methodology, 10, 13-42. Gordon, D. (2000). Avusturya iktisadı’nın felsefi kökenleri (çev. N. Bağdadioğlu). Ankara: Liberte Yayınları. Gunning, J. P. (1989). Mises on the evenly rotating economy. The Review of Austrian Economics, 3(1), 123-135. Hayek, F. A. (1948). Economics and knowledge. In F. A. Hayek (Ed.), Individualism and economic order içinde (pp. 33-56). Chicago: The University of Chicago Press. Hayek, F. A. (1952). Counter revolution of science: Studies on the abuse of reason. New York: The Free Press. Hayek, F. A. (1988). Fatal conceit: The errors of socialism. London: Routledge. Hayek, F. A. (2002). Competition as a discovery procedure (trans. M. S. Snow). The Quarterly Journal of Austrian Economics, 5(3), 9-23. Hayek, F. A. (2007). Bilginin toplumda kullanımı (çev. T. Yay). Liberal Düşünce, 12(45), 153-166. (Orijinal basım tarihi, 1945). Hayek, F. A. (2012). Hukuk, yasama ve özgürlük (çev. A. Yayla, M. Erdoğan ve M. Öz) İstanbul: Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları. Herbener, J. (1988). Austrian methodology: The preferred tax type. The Review of Austrian Economics, 2(1), 97-111. Herbener, J. M. (1992). The role of entrepreneurship in desocialization. The Review of Austrian Economics, 6(1), 79-93. Holcombe, R. G. (2003). The origins of entrepreneurial opportumities. The Review of Austrian Economics, 16(1), 25-43. Hoppe, H. H. (2007). Economic science and the Austrian method. Auburn: The Ludwig von Mises Institute. Hutchison, T. W. (1983). Austrians on philosophy and method since Menger. In T. W. Hutchison (Ed), The Politics and Philosophy of Economics: Marxians, Keynesians, and Austrians içinde (pp. 203-224). London: Basil Blackwell. Hutchison, T. W. (1992). Hayek and “modern Austrian” methodology comment on non-refuting refutation. Research in the History of Economic Thought and Methodology, 10, 17-32. Kirzner, I. M. (1984). Economic planning and the knowledge problem. Cato Journal, 4(2), 407-425. Menger, C. (1985). Investigation into the methodology of social sciences (trans. F. J. Nock). New York and London: New York University Press. (Original work pulished 1883) Menger, C. (2009). İktisadın prensipleri (çev. A. K. Çelebi). Ankara: Liberte Yayınları. Mises, L. von (1990a). Epistemological relativism in the sciences of human action. In R. Ebelling (Ed.), Money, method, and the market process: Essays by Ludwig von Mises (pp. 37-51). Massachusetts, MA: Kluwer Academic Publisher. Mises, L. von (1990b). The treatment of “irrationality” in the social sciences. In R. Ebelling (Ed.), Money, method, and the market process: Essays by Ludwig von Mises (pp. 16-36). Massachusetts, MA: Kluwer Academic Publisher. Mises. L. von. (2000). The equations of mathematical economics and the problem of economic calculation in a socialist state. The Quarterly Journal of Economics, 3(1), 27-32. Mises, L. von (2003). Epistemological preblems of economics. Auburn: The Ludwig von Mises Institute. Mises, L. von (2007). Sosyalizm: İktisadî ve sosyolojik bir tahlil (çev. Y. Şahin). Ankara: Liberte Yayınları. (Orijinal basım tarihi, 1981) Mises, L. von (2008). İnsan eylemi (çev. İ. Aktar). Ankara: Liberte Yayınları. (Orijinal basım tarihi, 1981) Musgrave, A. (2013). Sağduyu, bilim ve şüphecilik bilgi kuramına tarihsel bir giriş (çev. N. Küçük). İstanbul: İthaki Yayınları. (Orijinal basım tarihi, 1993) Paxson, N., & Wenzel, N. G. (2014). Praxeology, experimental economics and the process of choice: F. A. Hayek and Vernon Smith on the misesian action axiom. The Review Austrian of Economics. Retrieved January 13, 2015, from http://link.springer.com/article/10.1007/s11138-014-0277-5#. Pennington, M. (2014). Sağlam politik ekonomi (çev. A. Yayla). Ankara: Liberte Yayınları. Rothbard, M. N. (1976.). Praxeology: The methodology of Austrian economics. In E. Dolan (Ed), The foundation of modern Austrian economics (pp. 19-39). California: Institute of Human Studies. Selgin, G. A. (1988). Praxeology and understanding: An analysis of the controversy in Austrian economics. The Review of Austrain Eonomics, 2(1), 19-58. Yay, T. (2007). İktisat metodolojisindeki gelişmeler ışığında Avusturya İktisat Okulu: Eskimiş bir metot mu? T. Yay ve G. G. Yay (Ed.), İktisat yazıları içinde (s. 7-30). İstanbul: Nobel Yayın Dağıtım. Younkins, E. W. (n.d.). Carl Menger`s Aristotelian economics of well-being. Retrieved November 19, 2014, from http://rebirthofreason.com/Articles/Younkins/Carl_Mengers_Economics_of_Well-Being_Almost_Objectivism.shtml. Zwirn, G. (2008). Ludwig von Mises on the epistemological foundation for social sciences reconstructed. The Review of Austrian Economics, 22, 81-107.

336 görüntüleme0 yorum

Son Yazılar

Hepsini Gör
Yazı: Blog2 Post
bottom of page